“IŞİD’in kurduğu yönetim modeli, uzmanların tespitine göre karanlık çağların dini hanedanlıklarından ziyade General Motors’un yönetim yapısını andırıyor”
Kendisine “hilafet devleti” diyen bir grup açısından kulağa tuhaf gelebilir ama kurdukları yönetim modeli, uzmanların tespitine göre karanlık çağların dini hanedanlıklarından ziyade General Motors’un yönetim yapısını andırıyor
IŞİD kendini Amerikalılara geçtiğimiz yaz yayınladığı iki kafa kesme videosuyla tanıttı. Bunlar profesyonelce çekilmiş filmlerdi ve ABD’li istihbarat yetkilileri çok geçmeden bu videoların, şu ana kadar gördükleri en gelişmiş terör propaganda makinesiyle yayınlandığını söyleyeceklerdi. (IŞİD 16 Kasım’da “Abdul-Rahman” Kassig’i idam ettiğini söyledi.) Ancak IŞİD bu idam görüntülerinin ardından uluslar arası koalisyon güçlerinden gelen hava saldırılarının ortasında ilerleyişini sürdürürken örgütün gerçek gücünün, yayınladıkları kafa kesme videoları ve mesajlardan ibaret olmadığı açıkça anlaşıldı. Bunun en belirgin olduğu konu gerçekleştirdikleri operasyonlar; örneğin geçtiğimiz günlerde IŞİD Anbar vilayetindeki eski bir Irak şehri olan Hit’i arabalı intihar saldırılarıyla nokta atışları yaparak bir çırpıda ele geçirdi. Üstelik bu stratejiyi gittikleri her yerde kolayca yeniden uygulayabiliyor.
Grubun liderleri kendilerini, yedinci yüzyılın at sırtında şimşek gibi ilerleyen kılıç zoruyla din imparatorluğunu yaymaya çalışan savaşçılarına benzetiyor. Saldırılarda kullandıkları arabalara “küheylan”, bu arabaların şoförlerineyse “ölüm hayranları, şehitlik şövalyeleri” diyorlar. Ancak önemli bir nokta olarak birçok açıdan orta çağın savaşçı birliklerinden ziyade günümüzün bürokratik yapılarını andırıyorlar ve kendilerini yenilgiye uğratabilmek için başarılı bir girişimde bulunmadan önce, aşırıya vuran dini anlayışları kadar lojistik, finans ve yönetim yapılarını da anlamak gerekebilir.
Kendisine “hilafet devleti” diyen bir grup açısından kulağa tuhaf gelebilir ama kurdukları yönetim modeli, uzmanların tespitine göre karanlık çağların dini hanedanlıklarından ziyade General Motors’un yönetim yapısını andırıyor. Onlarca yıl süren terörün de profesyonelleştiğini görüyor olabiliriz.
ABD’li deniz piyadeleri, Ocak 2007’de gerçekleştirdikleri rutin bir devriye sırasında Anbar vilayetinin Fırat nehri kenarındaki Tuzliye el Harbiye kasabasında, yol kenarında bir hendeğe atılmış dokuz belgeden oluşan bir dosya buldular. Bu belgelerde finansal kayıtlar, maaş bordoları, malzeme alım kayıtlar, idari kayıtlar ve o zaman itibariyle kendisine “Irak İslam Devleti” adını veren bir grubun Anbar’da bulunan hücrelerinden birinin yönettiği para akışıyla ilgili ayrıntılar bulunuyordu. Çok geçmeden ABD ile işbirliği yapan Iraklı askerler Fırat kenarında bir eve baskın düzenlediler. Ele geçirilen bir bilgisayarın sabit diskinde, o hücreyi ve onun gibi Anbar vilayetine yayılmış diğerlerini denetleyen vilayet düzeyindeki yöneticilerin kayıtlarını içeren bin 200 dosya daha buldular.
Anbar’da bulunan kayıtların hepsi bir arada düşünüldüğünde, yerel seviyeden birim karargâhlarına kadar terör örgütünün idari yapısıyla ilgili faaliyetler açıkça görülüyor ve yeniden kurgulanabiliyordu. Veriler ABD Savunma Bakanlığı tarafından finanse edilen Kaliforniya, Santa Monica merkezli düşünce kuruluşu Rand Ulusal Savunma Araştırma Enstitüsü’ne devredildi. Yedi araştırmacı dosyaların, faturaların, notların ve diğer kayıtların ne anlama geldiğini araştırmaya koyuldu. O zamanın Savunma Bakanı Robert Gates için 2010 yılında hazırladıkları raporda vardıkları sonuç, işletme öğrencilerine tanıdık gelecek: “Grup “çok birimli hiyerarşik” veya kısaca “M-form” yönetim yapısıyla merkezlere ayrılıyor, örgütleniyor ve yönetiliyordu.
Bu yapı Alfred Sloan’ın GM’in yeniden organize edilmesine karar vermesi sayesinde 1920’lerde kurumsal dünyaya kök salmaya başladı. Sloan 1923’te GM’in başına geçtikten sonra şirketi çoğunlukla coğrafi bir düzen etrafında yarı özerk birimlere ayırarak şirket yapısını değiştirmeye başladı ve kendisinin ve diğer üst düzey yöneticilerin gündelik kararlardan kurtularak stratejik ve genel performansa odaklanmasını sağladı. Birimler aynı zamanda kendi finansmanını kendisi sağlıyordu. Düşünürler GM’in 20’inci yüzyılın erken dönemlerinde gösterdiği büyümeyi bu modele bağlıyor. Bu model o zamanlara hâkim olan, kontrolün tek bir merkezden sağlandığı “üniter” yönetim yapısının tam tersiydi. Pulitzer Ödüllü tarihçi ve Harvard İşletme Profesörü Alfred Chandler Jr. çığır açan bir çalışmasında GM ve diğerlerinin başarısının M-form kurumsal yönetim yapısının zaferi olduğunu savunmuş, 2009 yılında Nobel İktisat Ödülü’nü kazana Oliver Williamson da kendisine katılmıştı.
Rand tarafından yapılan çalışmaya göre Irak İslam Devleti, Chandler ve Williamson tarafından incelenen en büyük çokuluslu şirketlerin yapısına bezer şekilde kurulmuştu. (Hatta araştırmacılar Nobel Ödüllü yazarın çalışmalarına bile atıfta bulundular.) Anbar vilayet birimi küçük, yerel çaptaki yarı özerk hücreler danışmanlık, denetim ve belli bir ölçüye kadar finansman sağlıyordu ve hem defterlerini hem de aldıkları sonuçları yakından takip ediyordu. Ancak gündelik kararları yerel kumandanlara bırakıyordu. Grubun gündelik işlerini gerçekleştiren hücreleri maliye, istihbarat, askeri kuvvetler, tıp, medya ve lojistik gibi birimlere ayrılmıştı; hatta “posta” dedikleri ve ulak olarak kullanılan bir birim bile vardı. Özel alanların her birinin patronu Anbar vilayetinin merkez karargâhında kendi yerel birimlerinin performansını takip ediyor ve hatta bazen sahadan aldıkları ayrıntılı raporlardan faydalanıyorlardı. Ancak Rand tarafından yapılan tespite göre komuta kararlarının çoğu yerel liderlere bırakılmıştı.
İçerisindeki bin 200 dosyayla ele geçirilen sabit disk bu bakımdan çok değerliydi. Irak İslam Devleti’nin bölgesel denetçisine bezer birine ait olduğu anlaşılmıştı. Grup sıkı muhasebe prosedürleri uyguluyordu ve finansal birimleri M-form yapısına uygun bir şekilde yerel ve yarı özerk birimlere ayrılıyordu.
Kayıtlar grubun Anbar vilayetindeki bir örgütün kendini geçindirmesini sağlayacak kadar para edindiğini gösteriyordu. 11 Aylık bir süre içinde 4.5 milyon dolara yakın bir para toplamayı başarmışlardı. Bu paranın yarısından fazlası inşaat malzemesi, jeneratör ve benzeri çalıntı malların satışından gelmiş gibi görünüyordu. Vilayet birimi aynı zamanda kaçakçılık rotalarını kontrol eden ve bölgelerinden “vergi” toplayan yerel hücrelerden de para ediniyordu. Grup, çoğunluğunu Iraklı Şiilerin oluşturduğu düşmanlarından yağmaladığı malları satıp paraya dönüştürmeye ayrılmış büyük bir “ganimet” birimine bile sahipti. Belli bir noktada “ganimet” gelirleri aniden yükselmişti, bu da Rand araştırmacılarının kanaatine göre operasyonlar daha fazla nakit getirdiğinde liderlerin yerel liderlerden özel olarak daha fazla yağma yapmalarını istedikleri anlamına geliyordu.
Bölgesel liderler gelen parayı sahada faaliyet gösteren alt birimlere göndererek veya yönlendirerek kritik zamanlarda operasyonları güçlendiriyorlardı. Ellerinde kalan paranın fazlasını da “ulusal hazine” dedikleri yere gönderiyorlardı. Para akışı da çok merkezliydi. Bütün seviyelerdeki mutemetlerin elinde herhangi bir zamanda yalnızca iki haftalık faaliyete yetecek kadar para bulunuyordu ve bu da ABD’li güçlerin münferit operasyonlarla genel yapıyı bozmasını zorlaştırıyordu.
Çok merkezli bir örgütü yönetmek grubun baş yöneticisine koruma sağlamadı; en azından uzun bir süreliğine. Nisan 2010 itibariyle büyük patronların ortalama görev süresi 39 aydı ve bu göreve gelen her iki adam da ABD’li güçlerin düzenlediği hava saldırılarında öldürüldü. Grup, Nisan 2010’da yeni patronun açıkladığında kimliğinin anonimliğini korumak için yalnızca takma ismini kullandı: Ebu Bekir el Bağdadi “el Kureyşi”. Uydurma soyu kendisine dini bir hanedanlık veriyordu. “El Kureyşi” ibaresinin kullanılması Kureyş kabilesinden geldiğini gösteriyordu; bu kabile Hz. Muhammed’in altıncı yüzyılda doğduğu kabileydi. Daha sonra kimliğinin İbrahim Avvad İbrahim Ali el-Bedri el Samarrai olduğu ve 1971’de Samarra’da doğduğu tespit edildi.
Grup, eski çağlardan kalma sararmış bir yazmaymış gibi gösterilen biyografisinde liderlerinin İslam Çalışmaların üzerine doktora yaptığını ve İslam dünyasının önde gelen âlimlerinden biri olduğunu iddia ediyor. Rakipleri bu unvanlara karşı çıkıyor. Karşı çıkılmayacak konu ise ABD’nin Irak işgalinden sonra terörü desteklediği şüphesiyle tutuklanmış olması. ABD tarafından cezaevi olarak kullanılan Buca Kampı’na hapsedilmişti. El-Bağdadi oradayken ABD işgalinin ve yeni Irak hükümetinin en sert düşmanlarıyla tanışmıştı; bunlar arasında en yobazlardan Baas Partisi döneminde Saddam Hüseyin’in ordularını yönetmiş laik komutanlara kadar birçok kişi bulunuyordu. Her ne kadar bu yönde verilen ifadeler birbiriyle çelişse de serbest bırakılmasının ardından El-Bağdadi, liderliğini yaptığı küçük bir cihatçı grubu IŞİD’e teslim etmiş ve örgütün yönetim kademelerine, bu birleşme sayesinde girmişti.
Mayıs 2010’da başa getirilmesinin ardından El-Bağdadi’nin örgütün yönetim modeliyle ne kadar oynadığını bilmek zor. Ancak IŞİD’in kendi yayınladığı raporlara ve açıklamalara bakılırsa Irak ve Suriye’ye dağılmış 18 yarı özerk vilayet birimiyle M-form yapısını hâlâ koruduğu anlaşılıyor. “Liderler, en büyük askeri operasyonlar için bile yalnızca hedef göstermekle kalıp muhtemelen zamanlamayı, taktikleri ve kullanılacak kaynakları yerel kumandanların kontrolüne bırakıyorlar.” diyor Washington Yakın Doğu Politikalar Enstitüsü’nde Irak üzerine uzmanlaşan askeri analist ve araştırmacı Michael Knights.
Grup El-Bağdadi’nin liderliğinde birimlerin günlük operasyonları ve performanslarıyla ilgili raporlar derliyor. Performans Hit gibi yerlerde ölümlerle ölçülüyor; örneğin grup geçtiğimiz Ekim ayında bir akşam kasabanın savunmasını zayıflatabilmek için bomba yüklü arabalarla beş intihar saldırısı düzenledi. Mart ayında ise Twitter üzerinden yıllık rapor benzeri 410 sayfalık Arapça bir metnin linkini paylaştılar. Raporda Kasım 2013’te sona eren hicri takvim yılında gerçekleştirilen 7 bin 681 operasyondan toplanmış değerler üzerinden saldırılarla ilgili ayrıntılar veriliyor. Veriler oldukça kapsamlı ve 2012 ve 2013 yılında gerçekleştirilen 18 farklı operasyonun bilançosunu değerlendiriyor. Bunlar arasında suikastlar (2013 yılında bin 83’e ulaşarak neredeyse iki katına çıkıyor), bomba yüklü araç ve kamyonlarla yapılan intihar saldırıları (78 saldırıyla önceki yılın üç katından bile fazla) ve yollara döşenen bombaların veya adlandırıldıkları şekliyle doğaçlama patlayıcı düzeneklerin patlatılması (önceki yıla oranla yüzde 62’lik bir artışla 4 bin 465 saldırı) katlanarak artıyor.
Saldırılar IŞİD’in bu yıl gerçekleştirdiği genişlemeden önce Irak’ta kontrol altında tuttuğu yedi bölgeye kodlanmış; verileri coğrafi olarak düzenlemek, intihar saldırıları için hedeflerin belirlenmesi de dahil operasyonlar için gereken birçok kaynağın grup tarafından kontrol edilen topraklara dağıtılmasını kolaylaştırabilir. IŞİD, raporda ele alınan yıl boyunca 240 üyesini intihar saldırılarıyla ölüme yolladı.
“Bu verilerden en sonuncusu özellikle kritik bir yönetim becerisi gerektiriyor” diyor IŞİD hareketini ve intihar saldırılarında yabancıların nasıl kullandıklarını araştıran Muhammed Hafez. “Bu insan kaynaklarının dağılımıyla ilgili bir konu” diyor Hafez; kendisi Kaliforniya, Monterey’de Donanma Enstitüsü’nün ulusal güvenlik işleri bölüm başkanı. İntihar saldırılarında kullanılan insanlar çoğunlukla gruba katılan binlerce yabancı savaşçı arasından seçiliyor. “İnsanları doğru noktalara yerleştirmeye çalışıyorlar” diyor. “Eğer herhangi bir vasfınız yoksa ve Arapça konuşamıyorsanız, sizin için yapılabilecek en kolay iş bir arabayı sürüp havaya uçurmak. Herkes araba sürebilir. Vasıflı ve tecrübeli savaşçılar çatışmalar için gerekli.”
ABD Askeri West Point Akademisi’nin Terörle Mücadele Merkezi araştırmacılar, grubun yayınladığı yıllık raporu gördüklerinde şüpheye kapıldılar. Sonuçta bunlar Rand tarafından inceleneler gibi ele geçirilmiş belgeler değildi; daha ziyade propaganda çabalarının bir parçasıydı. Gene de bu grubun raporunu Bağdat ve çevresine düzenlenen saldırıyla ilgili basında çıkan 200’den fazla haberle karşılaştıran West Point analistleri, IŞİD’in kendi kendine yayınladığı raporun büyük ölçüde doğruları yansıttığı kanaatine vardı.
Columbia Üniversitesi’nde Barnard Koleji Siyaset Bilimi bölüm başkanı olan Alexander Cooley, Chandler ve Williamson tarafından yapılan ünlü çalışmalardaki kurumsal yönetim modelini askeri işgallere ve imparatorluklara uyguladı. Henüz IŞİD’i derinlemesine inceleyememiş, ancak grubu bu şekilde performans değerleri toplamasının korkutucu olduğu kadar kurumsal model kapsamında “çok rasyonel bir yönetim yaklaşımını” yansıttığını söylüyor ve ekliyor: “Bütün yapıyı oluşturan küçük parçaların uygulamalarını karşılaştırmaya başlarsanız. (..) Birim Z’nin performansını Birim Y’nin performansıyla karşılaştırıp bunlardan birinin daha düşük olduğunu gördüğünüzde sorunun nereden kaynaklandığını gösterebilir hale gelirsiniz.”
Grubun kendisi, faaliyetleri ve elindeki topraklar bu kadar hızlı bir şekilde genişlerken, performans verilerini kontrol altında tutmanın da zorlaşabileceğini söylüyor Cooley. Bu yüzden bir baş yönetici olarak “yapacağınız ilk şey” diyor, “emrinizdeki yöneticilerin ayaklanma sürecine odaklanmak olur. İdeolojik ve prosedürel açıdan sizinle aynı kafada olan insanları önceden bulmaya çalışırsınız.”
El-Bağdadi için bu insanları bulmak diğerlerinin karşılaştığı kadar büyük bir sorun olmayabilir. Yaz boyunca bölgedeki yürüyüşüne başlamadan çok daha önce bütün bir yılı aralarında eski örgüt liderlerinin de bulunduğu yüzlerce kişiden oluşan tecrübeli personeli toplamakla geçirdi. Eski liderlerin çoğunu Irak hapishanelerindeki hücrelerinden kaçırdı. Birçoğunun hakkında idam kararı verilmişti. Eylül 2012’de, IŞİD’e ait bomba yüklü bir araç Saddam Hüseyin’in de memleketi olan Tikrit şehrindeki Taşfırat hapishanesinin ön kapısını vurdu. İdam edilmeyi bekleyen Ebu Vakkas el-Ensari ve koğuş arkadaşları hapishanenin cephaneliğine girerek içerden bir saldırı başlattılar. Gece görüşü sağlayan bir merceğin yeşil camından çekilen bir videoda hapishane duvarlarının arkasından gökyüzüne yükselen alevlerin ortasında makineli silahların ölüm yağdırdığı görülüyor. O zamanlar basında yer alan haberlere göre aralarında örgütün kıdemli üyelerinin de bulunduğu 100 civarında tutuklu serbest kaldı.
Bu olay El-Bağdadi’nin Temmuz 2012’de “Duvarları Yıkma” adıyla duyurduğu kampanyanın ilk büyük operasyonuydu. Amacı operasyonlara “yakıt sağlayabilmek” için bir yıl boyunca grubun liderlerini ve savaşçılarını Irak’ın her tarafındaki hapishanelerden kurtarmaktı; hapisten kurtarılacakların çoğu Irak’ın işgali sırasında ABD güçleri tarafından hapsedilmişti. IŞİD el-Ensari’nin çölün ortasında diğer cihatçılarla konuştuğu bir video çekip yayınladı; yüzünü kırmızı-beyaz damalı bir kefiyeyle örtmüş, sağ omzuna Kaleşnikov benzeri büyükçe bir silah asmıştı. “Tavsiyemiz şudur ki [kaçarken] hapishanelerde ölmek, Rafızîlerin ipiyle asılmaktan iyidir” diyor parmağını sallayıp IŞİD’in en büyük düşmanı olan ve Irak nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Şiileri aşağılayan bir ifade kullanarak.
Dolunayla aydınlanan 21 Temmuz 2013 gecesi, IŞİD savaşçıları Bağdat’taki Taci ve Ebu Garib hapishanelerine giden yolun üzerindeki kontrol noktalarını aynı anda vurdular ve yolları kestiler. Roketatar ve havan toplarıyla ateş açarak hapishanelerin yakınlarındaki askeri üslere saldırdılar; bu üslerde hapishane korumalarına destek olan askerler konuşlandırılmıştı. İntihar bombacıları iki hapishanenin kapılarını ve duvarlarını patlattılar ve onlardan hemen sonra yetişmekte olan takviye ekiplerin ortasında bomba yüklü araçlar patladı. Savaşçılar kapılara hücum edip bin civarında oldukları tahmin edilen tutukluları kurtardılar.
Eski tutuklulardan hangisinin hangi pozisyona getirildiğini bilmek zor ama Iraklı yetkililer ve IŞİD destekçileri ağız birliği yapmış gibi kıdemli yöneticiler ve bölge kumandanlarının bir kısmını kaçanların oluşturduğunu söylemişlerdi. Grubun destekçileri kurtarılanların kim olduğuna bakarak sosyal medya üzerinden bu olayın 11 Eylül’den beri yapılan en büyük cihat operasyonu olduğunu ilan ettiler.
Knights, IŞİD yeni topraklar edindikçe El-Bağdadi’nin insan toplamaya devam ettiğini söylüyor. Bunu bir “alım ve birleşme” stratejisi olarak adlandıran Knights, grubun belli bir bölgeyi ele geçirdikten sonra o bölgedeki cihatçı örgütlerin ideolojik açıdan kendisine en yakın olanında başlayarak hepsinin teker teker bünyesine kattığını açıklıyor.
IŞİD Sünniler tarafından yönetiliyor; Sünniler Müslümanların çoğunluğunu oluştursa da Irak’ta azınlıkta kalıyor. Saddam döneminde ülkeyi yöneten laik Sünnilerin oluşturduğu eski Basçıların çoğu örgüt içinde yüksek rütbelere getirildiler. El-Bağdadi’nin en yüksek rütbeli iki yardımcısı da Baas partisinin üst düzey yöneticilerindendi. Eski Amerikalı ve İngiliz terörle mücadele ve istihbarat yetkilileri tarafından yönetilen özel istihbarat firması Soufan Group tarafından Kasım ayında yayınlanan bir rapora göre, Suriye’de iç savaş çıktığından beri örgüte katılan radikallerin sayısının kat kat arttığına bakılırsa, grup içerisindeki Baas etkisi son zamanlarda iyice zayıfladı. Soufan Group, bu savaşçıların muhtemelen El-Bağdadi’nin yörüngesine “askeri ve idari beceriler getirdiğini” söylüyor.
Suriye’deki savaş El-Bağdadi’ye başka bir servet daha kazandırdı: Petrol. Grubun iyice zenginleşmesini sağladı. IŞİD geçen yıl Suriye sınırını kanlı bir şekilde ele geçirerek petrol kaçakçılığından kendine kâr elde etmeye başladı ve toplam değeri 2 milyar dolar civarında olduğu tahmin edilen ham petrolün üzerine kondu. Grup Ağustos itibarıyla Irak ve Suriye’de bir düzineden fazla petrol sahasının kontrol ediyordu ve Uluslararası Enerji Ajansı’na göre bu sahalarda günlük 70 bin varil petrol üretiliyordu. UEA’ya göre daha sonraları ABD’nin öncülük ettiği hava saldırıları sayesinde bu üretim miktarının yüzde 70’i yok edildi.
Grubun petrol üretim kapasitesi büyük miktarda azalmış olsa bile, yerel birimler geçmişte olduğu kadar verimli bir şekilde kendini geçindirmeyi başarıyor ve insanları haraca bağlayarak, kaçakçılık yaparak ve her türlü zorbalığa başvurarak yeni hazineler bulup yağmalamayı ve kendine gelir üretmeyi sürdürüyor. ABD Devlet Bakanlığı yetkililerinden biri olan ve Başkan Obama’nın Suriye ve Irak’taki kriz için atadığı özel elçinin yardımcılığını üstlenen Brett McGurk, Temmuz ayında Kongre’ye yaptığı konuşmada IŞİD’in Musul’u ele geçirmeden önce bile Musul sakinlerinden “aldıkları haraçlarla ve kaçakçılık paylarıyla ayda 12 milyon dolara yakın gelir elde ettiğini” söyledi. Şimdi ise şehri, bankalarının ve işletmelerini de ele geçirdi, bunun yanına bir de tarım alanlarını ve imalat fabrikalarını koyun.
Bunu bir de IŞİD’in her iki ülkede kontrol ettiği topraklarla çarparsanız, Soufan Group tarafından “IŞİD’in finansal kaynakları, bu kaynaklar teknik becerilerin azlığından dolayı veya yerel veya uluslararası düzeyde yapılan bir müdahalenin sonucunda yeni topraklara ve kaynaklara erişmesi engellendiği için azalsa bile, öngörülebilir bir süreliğine topraklarının bütünleştirmesini ve her iki ülkede de destek noktaları oluşturmasını sağlayacak” yönünde yapılan değerlendirme açıkça anlaşılabilir.
Grubun şu andaki en önemli sorunu, yönetimini ele geçirdiği ve 6 milyon civarında olduğu tahmin edilen bir nüfusa hizmet sağlayabilmek. Siyaset bilimcisi Bernard Cooley, “Bu tür zamanlar, çok merkezli yönetim yapılarının en çok zorlandığı zamanlardan biri olabilir ve bu tür bir yapıyı zayıflatmak isteyenlere harika fırsatlar sunabilir” diyor.
Suriye’nin kuzey şehirlerinden Rakka’da geçirdikleri bir yılın ardından, bağımsız basın kuruluşlarının haberlerine göre masumların ve muhaliflerin zalimce idam edilmelerine rağmen geçiş süreci verimli ve profesyonelce oldu. IŞİD çıkardığı IŞİD raporu adlı propaganda dergisinin ilk sayısında Rakka’da sürdürdüğü yönetime yer verdi. Tam sayfalık bir Rakka resmi taşıyan derginin “Tüketici Koruma Kurumuyla Devriye” başlıklı bir makalesinde tüketici koruma biriminin yöneticisiyle yapılan röportaja yer verilmiş. Resimde bir lokantada pişen yemeği koklamak için eğilen bir müfettiş görülüyor. “Burası dükkanlarda, pazarlarda, alışveriş merkezlerinde ve toptan satış noktalarında satışı yapılan ürünlerin denetleyerek alışveriş yapanları korumaklar ilgilenen bir devlet dairesindir ve bozulmuş veya satılması uygun olmayan ürünleri tespit ederek sorumlulardan hesap sorar” diyor tüketici koruma yetkilisi. Grup İngilizce olarak çıkardığı Dabiq adlı dergisinin son sayılarından birinde yeni ele geçirdiği Irak toprakları için de aynı propagandayı denedi. (Derginin ismi, radikallerin batıyla verecekleri ölüm kalım savaşına sahne olacağına inandıkları Suriye’de bir köyün isminden geliyor.) Korkunç bir şekilde katledilmiş Kürt askerlerinin görüldüğü bir resimden sonra kaydedilen ilerlemeyi gösteren parlak kağıda basılmış bir dizi resim geliyor ancak dergide grubun askeri ve terör faaliyetleriyle ilgili daha önce yayınladığı somut sayılardan eser yok. Resimlerden birinde Ninova vilayetindeki bir huzurevinde öğlen yemeği için uzun bir masanın çevresine oturmuş yirmi-otuz kadar yaşlı adam görülüyor. IŞİD’in siyah bayrağı masanın sonundaki pembe renkli bir duvara basitçe tutturulmuş. 5 Kasım’da “İslam Hilafetinin Gölgesinde Yeni Eğitim Yılının Başlangıcı” adlı bir resim dizisi daha yayınladılar; resimlerde gülümseyen Ninovalı çocuklara yer verilmiş. Üniversite öğrencilerinin de resimleri var -hepsi erkek- ve sınıflardan birinde son derece ciddi görünüyorlar. Resmin altında “Bilgi aydınlıktır ve cehalet karanlıktır diyen her kimse doğru demiş” yazıyor.
Cooley, merkezi bir yönetimi zayıflatan şeyin çoğu zaman, denetimin olmayışından faydalanıp kendine çıkar sağlamaya ve kendi derebeyliğinin kurmaya kalkan yerel yöneticiler olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Kendilerine yozlaşmış bir düzen yaratmak için bağlı oldukları kurumun şöhretini ve kaynaklarını kullanırlar ve bir taraftan da çeşitli yan projeler üzerine çalışırlar.”
Basında El-Bağdadi’nin ABD tarafından 8 Kasım’da gerçekleştirilen hava saldırılarında öldürüldüğü yönünde yanlış bir haber yayınlandı. Öldürülmesi elbette IŞİD için büyük bir kayıp olurdu, ancak örgütün yönetim modelinin etkinliği yalnızca El-Bağdadi’yi ve diğer yöneticileri öldürerek IŞİD’in şu ana kadar elde ettiklerinin geri almanın ne kadar zor olacağını açıkça gösteriyor. Bu tür gruplar tepeden aşağı yıkmayı zorlaştıran şey de tam olarak sahip oldukları yapı diyor Cooley. “Bu işlevler yerel düzeyde ve birimden birime yeniden üretildiklerinde neredeyse yapının temel parçası haline geliyorlar ve tamamen değiştirilebilir oluyorlar” diyor. Faaliyet gösterdiği alanlardaki yerel baskının kritik bir önemi var. Anbar’a yak basan ilk ABD’li askeri danışmanlar 10 Kasım’da Hit şehrinin 50 kilometre batısındaki bir askeri üsse indiler; o sıralarda Iraklı güçler şehrin hemen dışındaki köyleri taramaya başlamışlardı. Bölgenin stratejik bir önemi bulunuyor. Burası Bağdat’a batı yönlü bir koridor açıyor. ABD’li personel yakındaki üssü kullanarak bir eğitim operasyonu yapmaları gerekip gerekmediğini belirlemeye çalışıyorlar. Bunu yapsalar bile Iraklı güçleri IŞİD’in Anbar’daki ilerleyişini geri çevirebilecek düzeye getirene kadar yıllar olmasa bile aylar geçebilir; gerçekten geri çevirebilirler mi orası da ayrı bir konu.
Irak İslam Devleti’ne ait belgelerden bu sefer Irak’ın kuzeyindeki Sincar’da ele geçirilen başka bir hazinede, “Öğrenilen Dersler” adlı bir rapor bulunuyordu; rapor Suriye’de çıkan iç savaştan sonra gösterdiği yükselişin öncesinde grubun yaşadığı düşüş hakkındaydı. Kimliği tespit edilemeyen savaşçılar tarafından yazılan raporda “emir” olarak bilinen yerel bürokratların sayısının aşırı fazla olduğundan şikâyet ediliyordu. “Emirlerin sayısı arttı ve her görevin bir emiri olmaya başladı, Havan Topu Emiri, İdare Emiri, Bubi Tuzağı Emiri, Destek Emiri, Benzin Emiri, Çadır Emiri, Mutfak Emiri gibi” diyordu; “kardeşlerin emirlerine karşı yüreklerinde duydukları saygıyı” boğana kadar. –Nadeem Hamid’in katkılarıyla
20 Kasım 2014
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.