Bir önceki yazımda Amerika’daki evsizlik sorununa değinirken konuya History Channel’da yayınlanan Modern Rehinciler’den (Pawn Stars) bir örnek vererek girmiştim. Sonra baktım ki aslında bunun gibi saçma sapan bir sürü reality şov var ve çoğunun arka planı ekonomik üretim biçiminin içine girdiği sıkıntılara referans olabiliyor. Bu gibi programlar belgesel kanallarına güzel reytingler getirse ve ilk izlendiğinde, […]
Bir önceki yazımda Amerika’daki evsizlik sorununa değinirken konuya History Channel’da yayınlanan Modern Rehinciler’den (Pawn Stars) bir örnek vererek girmiştim. Sonra baktım ki aslında bunun gibi saçma sapan bir sürü reality şov var ve çoğunun arka planı ekonomik üretim biçiminin içine girdiği sıkıntılara referans olabiliyor. Bu gibi programlar belgesel kanallarına güzel reytingler getirse ve ilk izlendiğinde, ben dâhil, bir çok insana enteresan gelse de daha dikkatli bakıldığında aslında Amerikan rüyası balonunun patladığını ve madalyonun diğer yüzünde karanlık bir kabus yattığını gösteriyor. Bu programlardan temsili bir kaçını ele alacağım. Bu yazı dizisine birçoğunuzun Digitürk platformunda rastladığı Depo Savaşları ile başlayalım.
Depo Savaşları
Efendim, Depo Savaşları (Storage War$) yine History Channel’ın tarih konseptinden uzak bir reality şovu. Amerika’da tüketim doruk noktasında olduğundan bir aşamada Amerikan ailesi aldıkları ıvır zıvırları evlerinde koyacak yer bulamamaya başlarlar. Doğal ortamında yaşayan Amerikan ailesinin yeni tüketim mallarını almak için artık dubleks evine sığmayan bu eski ıvır zıvırlardan kurtulması gerekir. Bunun için de garaj satışı ya da bahçe satışı denen şey icat edilmiştir. Yaz mevsimi geldiğinde Amerikan ailesi sağa sola ilan vererek bir hafta sonu garaj satışı yapar. Bu satışta, yeni tüketime yer açmak için vaktiyle alınmış ve kimisi halen ambalajında ya da az kullanılmış ıvır zıvır şeyler yok pahasına satılır. O kadar ki günün sonuna doğru satılmayan şeylerin fiyatı 1 dolara kadar iner. Hatta gün sonunda bazı aileler satılmayan şeyleri, yeter ki evde yer kaplamaktan çıksın diyerek, yolun kenarına bırakırlar. Amerika’da gezerken böyle sağda solda yol kenarlarına bırakılmış 70 ekran eski bir televizyon, koca bir kutu DVD, çim biçme makinesi, kayak takımları filan görebilirsiniz. Mesela biz Amerika’ya ilk geldiğimizde tuttuğumuz evi böyle yol kenarında bulduğumuz koltuk, kanepe, yatak, televizyon filan ile nerdeyse bedavaya dayayıp döşemiştik. Bizde garaj satışı diye bir şey yoktur çünkü zaten ortalama Türk aile hayatı boyunca o kadar çok şey almaz ya da istese de alamaz. Bir kanepeyi bir kere aldın mı 10 sene kullanırsın; bu motivasyonla da ilk başta gidersin en dayanıklısını almaya bakarsın. Kot pantolonu yıkamaktan paralanana kadar giyeriz. Ayakkabıyı ucu açılıp giyilmeyecek hale geldiğinde atarız ancak. Zaten iyice paralandıktan sonra satmanın bir mantığı olmayacağı için ve artık evlere sığmayacak haddinden fazla ıvır zıvırımız olmadığı için bizde öyle ikinci el garaj satışı olayı pek gelişmemiştir. Yani tabi ki sistemin dayatması sonucu gereksiz tüketim bizde de artıyor ancak ne kadar artsa da bir Amerika seviyesinde mümkün değil olamaz.
Her neyse. Tabi bir noktada artık garaj satışları da mantığını yitiriyor. Senin evine sığmayan saçma sapan şeyleri satacak kendi muhitinde yaşayan Amerikan ailesi bulamazsın çünkü her aile aynı durumdan mustariptir: herkesin zaten ihtiyacından fazla şeyi vardır. Gerçekten, bazı mahallelerde bazı hafta sonları aynı anda 7-8 tane garaj satışı olur. Zaten mahallede hepi topu o kadar aile var; bunlar birbirlerinin garajlarına ya da bahçelerine giderler bakarlar, sembolik olarak o ondan bir şey alır, öteki berikine bir şey satar, ama o kadar. Sonuçta kimse garajını boşaltamaz. Bazı mahallelerdeki aileler yol kenarlarına eşya bırakılmasını sevmez, hatta polisi filan çağırırlar, çünkü bazı şeyler yol kenarında haftalarca kalır, kimse almaz, yağmur çamur derken rezil olur eşyalar. Gezerken yol kenarında böyle çürümüş yataklar falan görebilirsiniz. Fakir aileler ve evsizler de zaten şehrin en kenar köşe mahallerinde olduklarından bu janjanlı muhitlere rahatlıkla gelemezler.
Bu durumu fırsat bilen Amerikan yatırımcısının aklına çok parlak bir fikir gelir ve evlere sığmayan bunca ıvır zıvırı koymak için depolama şirketi kurar. En büyükleri Extra Space Storage, U-Haul ve Public Storage olmak üzere 100’den fazla böyle şirket var (http://www.insideselfstorage.com/guides/top-ops-guide.aspx). Bizim ortalama Amerikan ailesi de evine sığmayan ve elden çıkaramadığı şeyleri kiraladıkları depoya koyar; böylece, tüketime devam edebilir. Yine dolunca daha büyük bir depo kiralar, böyle uzar gider. Tabi Amerika’da toplam tasarruf oranı eksilerde, yani dünyanın en borçlu ülkelerinden olan Amerika tasarruf etmiyor, borçlanarak tüketiyor. Bu borçlar ödenemediği noktada bütün krediler takibe düşüyor, kartlar iptal oluyor, insanların Mortgage’daki evlerine el konuyor, hacizler geliyor, kıymetli eşyalar ellerinde alınıyor vs. Geçenlerde Creed grubunun vokalisti, rock yıldızı Scott Stapp’in evsiz ve beş kuruşsuz kaldığı haberi vardı USA Today’de (http://www.usatoday.com/story/life/music/2014/11/26/scott-stapp-creed-homeless-broke-facebook-video/19551471/). IRS (vergi dairesi) Scott’ın her şeyine el koymuş, kredi kartları bile kapanmış, evinden olmuş, arabasında yatıp kalkıyormuş.
Büyük bir kriz çıktığında milyonlarca insan evsiz ve işsiz kalıp sokaklarda yatmaya başlıyor. Yok çünkü. Ev yok, bakanı edeni yok. Barınaklar bazı eyaletlerde var, bazılarında yok. Olanlar yetersiz. Zaten burası Amerika, muz cumhuriyetinden bahsetmiyoruz! Bir Amerikalı ailenin şehir dışında, hayvan barınağı ayarında yerlere yerleşmek zorunda kalması ne demek, değil mi? İş bu noktaya geldiğinde aileler yangından mal kaçırmak için kıymetli olabilecek bazı eşyalarını daha evvelden tuttukları depoya saklıyorlar ki haciz memurlarının eline geçmesin. Fakat ekonomi durgunluktan çıkamazsa, ki artık krizler 6-7 sene sürüyor, aileler bu depoların 30-40 dolarlık kirasını dahi ödeyemeyecek noktaya gelebiliyor. Eğer birkaç ay boyunca kira ödemeleri yapılmazsa deponun içindekiler şirkete kalıyor.
İşte Depo Savaşları denen gösteri tam da burada başlıyor. Amerika’nın çeşitli eyaletlerinde şirketlere kalan depolara programın kadrolu yarışmacıları açık arttırma usulü değer biçiyorlar. Format gereği depoların kilitleri kırılıp içerisine sadece 5 dakika boyunca, kapının dışından, hiçbir şeye dokumadan bakıyorlar. Sonra kendi tahminlerine göre açık arttırmaya giriyorlar. Sonra da 300-500 dolar verip o depoyu kazanan yarışmacı, deponun içindekileri gidip antikacılara, rehincilere filan satarak hasılat elde ediyor. O hafta en çok hasılat elde eden yarışmayı kazanıyor. Baktığın zaman saçma sapan ama yani yarım saatini öldürebileceğin eğlencelik bir şov olabilir. Ancak işin arka planında yaşanan ne iflaslar, ne evsizlikler, ne dramlar, ne trajediler var, ne parçalanmış aileler var. Prodüksiyon şirketleri de bunu allayıp pullayıp reyting malzemesi haline getiriyor. Tabi kapitalizmin en büyük el çabukluklarından biri bu gibi meselelerin perde arkasını çok güzel gizleyebilmesidir zaten. Ama unutulmasın, ağlayanın malı gülene hayretmez.
Depo Savaşları’nın tutmasıyla Storage Hunters, Auction Hunters vs. gibi çakmaları ve Depo Savaşları: Texas, Depo Savaşları: Kanada gibi uzantıları da çekildi. Vatandaşın çilesi arttıkça, hacizler, iflaslar, krizler, hastalıklar, bunalımlar arttıkça bu gibi programların da sayısı artıyor. Yani kapitalizm rant için önce insanları sömürerek düşürüyor, sonra düşen insanlar üzerinden yeniden rant elde edecek ‘fırsatlar’ yaratıyor. Tıpkı sistemin insanlara önce ‘fast food’ satıp obez yapması, sonra da obezlere koşu bandı satması gibi. Boşlukları fırsat bilip bu gibi projeleri gerçekleştiren girişimciler, kişisel gelişim kitaplarında başarı abidesi insanlar olarak anlatılıp diğer insanlara örnek gösteriliyor.
Haftaya insanlığın geldiği en dip noktayı resmeden bir başka Amerikan reality şovunu tartışacağım yine burada.
anil.aba@economics.utah.edu