Aralık hareketi üşüyerek ve dayak yiyerek büyüyor; sırada Sincan var. Sincan’da devrimciler yoksullarla buluşuyor.
Şimdi, şu an, bu esnada Ankara’da, bir başka beyanla karşı karşıyayız. Dikmen Vadisi halkı beyan ediyor: “Sübjektif koşul dediğiniz, benim yanımda olmakla başlar. Ankara’nın soğuğunda, birlikte dayak yemekle atılır ilk adımı”
İlk kar düştü Ankara’ya. Şimdi nasıl hatırlanmaz Ahmet Arif’in şiiri: “Döğüşenler de var bu havalarda” mı demişti. Evet, öyleydi. Devam da etmişti: “El ayak buz kesmiş, yürek cehennem/ Ümit öfkeli ve mahzun/ Ümit sapına kadar namuslu.”
Durmamıştı şiir, maksat hasıl olana kadar uzamıştı. Şiirin orta yerinde Aralık ayına gönderme yapılmıştı, şair “netameli” buluyordu Aralık ayını, sevmiyordu.
Biz seviyoruz Aralık’ı. Yaz akşamlarını, bahar sabahlarını sevdiğimiz gibi. Diğer bütün aylar gibi, diğer bütün günler gibi, aslında kocaman bir ömür gibi. Her daim hüzne de, acıya da, direnişe de açık kalbimiz.
Acı dışarıdandır, direniş kalbîdir. Bir başka ifade ile acı devrimin objektif koşullarını çağrıştırır, direniş ise sübjektif yanını gösterir.
Ömrü hayatımız şu meşhur sübjektif koşulların oluşmasını beklemekle geçmedi mi? Geçti. Hep övgüler düzdük, hep kahrettik, ama hep aklımızın bir köşesinde yer açtık şu temenniye: Lanet sübjektif koşullar bir oluşsa, defterini dürsek şu adamların!
Sübjektif koşullar için uygun an mı bekliyoruz. Haziran direnişi ne güne duruyordu. “Ben sübjektif koşullar için uygunum” demedi mi Haziran? Dedi. Dedi ama gücümüz, kalabalığımız, örgütlenme düzeyimiz o kadarına yetti.
Tuzluçayır, Dikmen, Armutlu hazır olduğunu ilan etti; ben bu kadarını sıralayayım, okuyan başka kentlerdeki beyanları ekler nasıl olsa.
Şimdi, şu an, bu esnada Ankara’da, bir başka beyanla karşı karşıyayız. Dikmen Vadisi halkı beyan ediyor: “Sübjektif koşul dediğiniz, benim yanımda olmakla başlar. Ankara’nın soğuğunda, birlikte dayak yemekle atılır ilk adımı.”
Keskindir Ankara’nın soğuğu; hakikaten el ayak tutmaz. Yanaklar kıpkırmızı kesilir, bilmeyen sağlık işareti sayar, bilen yoksulluktan olduğunu anlar.
Bu satırların yazıldığı anlarda, şimdi, şu an, bu esnada Ankara’nın yoksulları, lafı evelemeye gerek yok, polisten dayak yiyor.
Polis, Dikmen Vadisi’ni satarak direniş belasından kurtulmak isteyen Melih Gökçek’in açtığı ihaleyi yaptırmak istemeyen Vadililere saldırıyor. Baktım karelere, Vadi’den yüzüne alışık olduğumuz teyzeler, amcalar, angara bebeleri; yanlarında Halkevci delikanlılar, genç kızlar.
Aralık hareketi üşüyerek ve dayak yiyerek büyüyor; sırada Sincan var. Sincan’da devrimciler yoksullarla buluşuyor.
Ahmet Arif yazdı, dedi ki: “Karanfil Sokağında bir camlı bahçe/ Camlı bahçe içre bir sini saksı/ Bir dal süzülür mavide/ Al-al bir yangın şarkısı/ Bakmayın saksıda boy verdiğine/ Kökü Altındağ’da, İncesu’dadır.”
Evet, tam da böyledir. Devrimci hareketin kökü oralardadır. Yolu Dikmen’den, Sincan’dan, Ankara’nın soğuğundan, barikatın ateşinden geçmeyen solun işi kolay değildir. Kahretmek, diz dövmek ve geçen yıllara yanmaktan başka bir şey düşmeyecektir kaderine.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.