Sperber, Sovyetler’in yıkılmasından, Çin’in global sisteme entegre olmasından, sosyalist partilerin pragmatizm bataklığına düşmesinden ve komünist partilerin ölümünden sonra Marks’ı “19. yüzyıl’ın gerici filozofu” ilan edebileceğini sanıyor, Halil Berktay’ın yaptığı gibi Marks’ın hayatı ve düşünceleri dünyanın pek çok ülkesinde okunuyor ve araştırılıyor. Bunların son örneklerinden biri, ABD’li 19. yüzyıl Avrupa tarihi profesörü Jonathan Sperber’in, “Karl Marks: 19. […]
Sperber, Sovyetler’in yıkılmasından, Çin’in global sisteme entegre olmasından, sosyalist partilerin pragmatizm bataklığına düşmesinden ve komünist partilerin ölümünden sonra Marks’ı “19. yüzyıl’ın gerici filozofu” ilan edebileceğini sanıyor, Halil Berktay’ın yaptığı gibi
Marks’ın hayatı ve düşünceleri dünyanın pek çok ülkesinde okunuyor ve araştırılıyor. Bunların son örneklerinden biri, ABD’li 19. yüzyıl Avrupa tarihi profesörü Jonathan Sperber’in, “Karl Marks: 19. Yüzyılda Yaşanmış Bir Hayat” başlıklı kitabı. Sperber, romantik, duygusal ve hastalıklarla boğuşan Marks’ın hayatını ve düşüncelerini 600 sayfada topluyor.
Kitabın 2013’te çıkan İngilizce baskısına bakmıştım, çok fazla ilgimi çekmemişti. Fakat nedense kimilerinin ilgisini çekmiş olacak ki Türkçe baskısı hemen yapıldı. Marks’la ilgili çıkan kitapların arasından özellikle bunun reklamı yapılmasının ve hemen Türkçeye çevrilmesinin amacı neydi acaba? Bu hacimdeki bir kitabın Türkçe baskısı tercüme masraflarını bile kaldıramaz.
Üç bölümden oluşan kitabın her bölümü yaklaşık 200 sayfadan oluşuyor. İlk bölümde, Marks’ın doğduğu koşullar, ailesi ve 1846 yılına kadar geliştirdiği fikirler anlatılıyor. İkinci bölüm Marks’ın 1848 devrimine katılımı, Londra’ya sürgüne gitmesi ve onu bir dünya düşünürü yapan 1871-Paris Komünü deneyimi analiz ediliyor. Son bölüm ise, Marks’ın yaşamının son 12 yılına ve düşüncelerine ayrılıyor.
Marks’ın Stalin gibi bir “terörist” olmadığını, daha çok Robespierre’e benzediğini (giriş xv), bazı kaynakları kendince aslından kopararak yorumladığını, kişisel karakterini ve ilişkilerini kısaca yazan Sperber, düşünürün politik mücadelesi ve gazeteciliğini yeni belgelere dayanarak anlatıyor. Fakat ekonomi politik ve sosyolojik düşünceleri hakkında yazılan yorumların çok sübjektif, çelişkili ve çoğu kez Marks’ın karşıtları tarafından yazılan kaynaklar kullanılarak yeniden yorumlandığı görülüyor.
Sovyetler’in yıkılmasından, Çin’in global sisteme entegre olmasından, sosyalist partilerin pragmatizm bataklığına düşmesinden ve komünist partilerin ölümünden sonra Sperber Marks’ı, “19. yüzyıl’ın gerici filozofu” ilan edebileceğini sanıyor, Halil Berktay’ın yaptığı gibi. Türkiye’de Marks’ı okumadan anlamadan ahkâm kesmek anlaşılabilir belki. Ancak, ABD gibi bilim merkezi olan bir ülkede bir tarihçinin Marks’ın düşüncelerini eleştirme adına bir çelişkiden ötekine düşmesini anlamak mümkün değil.
“Devamla Sperber, Komünist Manifesto’da yazılanlar özünde Marks’ın düşünsel planda Hegelizm’den pozitivizme doğru yol almasının ilk adımıdır diyor” (Tristram Hunt, 2013). “Burada Sperber pozitivizmden ne anladığını tarif etmeden Marks’ın 1848’den sonraki düşünsel değişimini eleştiriyor.” (Hans G Despain – Marks and philosophy, 2013) Tarih alanından çıkan Sperber felsefi alandaki teorik formasyonun zayıflığı her cümlesinde göze çarpıyor. Laf ebeliği arasında Marks’ın, Hegel ve pozitivizm arasında gidip geldiğini iddia ediyor ve Hegel felsefesinin bilimsel olmadığını yazıyor.
Kitapta Marks’ın felsefi düşüncelerine yöneltilen eleştirilerdeki hataların çok daha fazlası, ekonomi politikalarına ilişkin değerlendirmelerde görülüyor. Yazarın ekonomi teorilerindeki bilgisizliğini anlamak mümkün, ancak kapitalist sistemin tüm elementlerini ve çalışma mekanizmalarını ele alan Marks’ın düşüncelerini eleştirmeye kalkışması en azından etik bir davranış değildir. Marks’ın düşüncelerini anlamadan yorumlayan ve onları 19. yüzyılın sınırları içinde tutmaya çalışmasıyla kanımca kendisi 21. yüzyılın bilimsel objektifliğinden uzaklaşıyor.
Sperber, Marks’ın, klasik ekonomi politiği tahrif ettiğini ileri sürmekle kalmıyor, ona göre, “kapitalizmde işçi sınıfı kavramının Marks tarafından icat edildiğini ve aslında tarihsel bir kavram olmadığını ileri sürüyor” (Hans G Despain). Marks ekonomik bir kategori uydurmuş oluyor ona göre. Yazar, ya Kapital’in birinci cildini okumamış ya da okuduğunu anlamamış.
“Kitapta Marks’ın ekonomi politik düşünce sistematiğini sadece on sayfada özetliyor. (427-37 İngilizce, Hans G Despain). Dinamik olmadığını statik bir fotoğraftan ibaret olduğunu yazıyor. Soyut emeğin, paranın, kredinin, üretkenliğin, teknolojinin, sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşmesinin, işsizliğin, dengesiz kalkınmanın, ekonomik krizin diyalektik ilişkilerini görmeden, anlamadan sözde Marks’ın eleştirisini yapıyor. Körlüğün bu kadarına pes doğrusu” (Hans G Despain).
Sperber kitabının 18 sayfasını, Kapital’in üçüncü cildinde araştırılan kapitalizmin ana damarları olan; “kar oranının düşme eğilimine”, transformasyon problemine ve toprak rantına ayırıyor. Marks, Kapital’in birinci cildinde tarihsel verilerle eşitsizliğin, krizin, sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesini ve teknolojik değişimi tek tek bilimsel analizlerini yaptıktan sonra bu üç kavramı mercek altına alıyor. O zamanın tarihsel verilerine dayanarak tabii. Verilerin 19 yüzyıla ait olmasından kapitalizmin o yüzyılda bittiği anlamı çıkmaz. Sistemin özü, kimyası, DNA’sı aynı, değişmedi.
Sperber, “kar oranının düşme eğilimi” yasasının yanlış olduğunu söylüyor (s.443 İngilizce, Hans G Despain). Oysa, sayısız ampirik araştırmalarla doğruluğu kanıtlanmış bu yasayı farklı ekonomi politik akımlardan gelen çok sayıda ekonomist kabul ediyor (Hans G Despain). Fakat önyargılı Sperber doğruluğuna inanmamakta ısrar ediyor.
Sperber, ısrarla Marks’ın kriz teorisini kar oranının düşme eğilimine bağladığını kanıtlamaya çalışıyor. Bu da yanlış. Marks ekonomik krizin sistemin tüm dinamiklerinin bir sonucu olduğunu yazar. Marks’ın ekonomik kriz teorisi ağırlıklı olarak kar oranının düşmesi yasasına dayanmaz.
Marks’ı eleştirmede sınır tanımayan Sperber toprak rantını analiz ederken Marks’ın Maltus’un etkisinde kaldığını yazıyor. (s. 454, Hans G Despain). Bu inanılmaz bir saçmalık. Bir diğer saçmalık Marks’ın sosyolojik araştırmalarına yöneltilen eleştiriler.
“Büyük düşünürleri birer tarihsel figür olarak kendi yaşadıkları zaman dilimi içinde görmek gerçekten mümkün ve onların fikirlerini günümüzle ilişkilendirmek doğrudur. Plato, Aristo, Hobbes, Rousseau ve Mill için böyle yapıyoruz da neden Marks için bu kural geçerli olmuyor?” Karen Shook’un bu sorusunu Sperber canlı Jaz müziği dinlerken, her gün koşarken düşünebilir mi? Bilmiyoruz.
Daha hümanist daha özgür toplum mücadelesinde Marksizm bir dogma değil bir rehber olarak alınabilir. Sperber’in yaptığı gibi kabaca eleştirmek, görmezlikten gelmek, solun ve ilerici insanlığın mücadelesine zarar veriyor. Marksizm’i sahiplenmek, derinlemesine anlamak ve onu akıllıca aşmanın tam zamanı, çünkü insanlığın global değişime ihtiyacı giderek artıyor.
“Filozoflar dünyayı yorumladı, önemli olan onu değiştirmektir” K .Marks
Kitabı eleştiren İngilizce makalelerden bazıları:
– Hans G Despain – Marks and philosophy, Book review, 2013
– Tristram Hunt, The Guardian, Wednesday 26 June 2013
– Brooke Horvath,The backward-looking prophet?, 2013
– Niall Mulholland, How to change the world, The Socialist newspaper, 28/12/2013
– Karen Shook, Marks: a 19 century life, Times Higher Education, 25 April 2013
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.