Susan ve canı yanan bir halk varsa eğer, birilerinin sonu da er veya geç gelecek demektir. Canı yanan bir halk için, yüzyıllar sonra dahi canını yakanla arasında dimdik, dipdiri, canlı duran bir şey vardır; hesaplaşma. Bir insan susabilir. Uzun süren suskunluğun sonucunda, konuşmayarak biriktirdiği her şey bir anda kelimelerle veya farklı biçimlerde, ağlayarak, bağırarak, çığlık […]
Susan ve canı yanan bir halk varsa eğer, birilerinin sonu da er veya geç gelecek demektir. Canı yanan bir halk için, yüzyıllar sonra dahi canını yakanla arasında dimdik, dipdiri, canlı duran bir şey vardır; hesaplaşma.
Bir insan susabilir. Uzun süren suskunluğun sonucunda, konuşmayarak biriktirdiği her şey bir anda kelimelerle veya farklı biçimlerde, ağlayarak, bağırarak, çığlık atarak dökülebilir.
Bir halk da tıpkı tek bir insan gibi susabilir. Saldırılar karşısında tepkisiz kalabilir. Birbirinin kopyası hayatlar paylaşan bir halk, asgari ücretin bir parça üstüyle sağlanan bir yaşamla uyuşturulmuş olabilir. Bir halk beyaz ya da mavi yakalı, Sarıgazili ya da Ataşehirli diye ayrıştırılarak aslında şöyle veya böyle, özünde yalnızca işçi olduğunu unutabilir. Bir halk Sünni ya da Alevi, Müslüman ya da Hristiyan olmayı en geçerli kimlik olarak benimseyip buna dört elle sarılabilir.
Bellek psikolojik terminolojide “bir organizmanın bilgiyi depolama, saklama ve gerekli olduğunda geri çağırma yeteneği” olarak adlandırılır. Tekil olarak bakıldığında bellek sıklıkla yanılan, doğruları ve gerçekleri ait olduğu şahsın bakış açısına, içinde bulunduğu somut duruma göre yeniden şekillendirebilen bir mekanizmadır. Ancak depolama saklama ve geri çağırma diye kodladığımız tüm bu aşamaların ötesinde bir şey vardır ki deponun en dibindekini bir anda yüzeye çıkartır: can yanması.
Depolayıp sakladığımız bilginin tümünü de unutsak, insan canının yandığı o anı her düşündüğünde aynı şiddetle hatırlar. Zaman, mekan, tanıklar ve kurallar unutulur, ancak canı yanan bir bu acıyı bir de yaşatanı asla ama asla unutmaz.
Tarih boyunca muktedirlerin atladığı en can alıcı nokta şudur; toplumsal bellek hiçbir zaman unutmaz. Ve canı yanmış bir halkın suskunluğunun sonucu, tekil bir kişinin suskunluğunun sonucundan çok daha ağır ve geri dönülemez değişiklikler meydana getirir.
*
19 yaşında bir çocuk, bu halkın gözleri önünde döve döve öldürüldü.
Bugün uşaklarının uzattığı mikrofonları önüne alıp Ali İsmail’in katilleri için “Esnaf gerektiğinde polistir, alperendir, askerdir, mahallenin bekçisidir” diyen pek yaratıcı Cumhurbaşkanı’nın atladığı nokta da bu. Tıpkı Mussolini, Hitler, Trujillo, Franco, Pinochet… gibi. Diktatörlerin sonunu ekseriyetle kendi halkının kendine karşı ayaklanması getirmiştir tarih boyunca, ancak zat-ı muhterem bundan korkmadığı gibi, diktasını güçlendirmek adına kendince kurnazca çözümler peşinde.
Bugün Recep Tayyip Erdoğan devletinin (hükümeti ya da cumhurbaşkanlığının değil) ihtiyacı olan tek şey paramiliter güçler. Bir ülkenin içinde kaos varsa, emperyalizm bundan ya faydalanıyordur ya da zaten hali hazırda bu kaosu yaratan odur. Erdoğan’ın da otoritesini güçlendirebilmek, ülke içindeki demokrat sesleri bastırabilmek, iktidarının devamlılığını, servetinin ve parasının güvenliğini ve yaltaklığını yapan burjuva sınıfının kaba etlerini korumak için, aynı anda Türkiye’yi Ortadoğu projesinde baş aktör kılıp ABD’nin sağ kolu pozisyonunu alabilmesi için en kısa ve kolay çözüm; sokaklara kendisi için dökülecek bir kesim. Faşizmin olmazsa olmazı bu.
Polis şiddetinin her halükarda arkasında duran bu eksik akıllı-fazla egolu şahsiyet bunu her koşulda devam ettiremeyeceğinin farkında. Yapılacak en iyi hamlenin de devletin değil, devletin yardımıyla halkın birbirini öldürmesi olduğu bilgisine -diktatör içgüdülerinden kaynaklı olmalı- sahip. Ancak evdeki hesabın çarşıya uymadığı gün yakındır.
Marx toplumu burjuvazi ve proletarya olarak ayırırken, araya sıkışmış o ne idüğü ve ne yöne gideceği belirsiz esnaf sınıfına da bir selam göndermişti elbet. Malumunuz küçük esnaf -veya- küçük burjuvazi, bir yandan mülk sahibi olması nedeniyle kapitaliste, diğer yandan ise kendi işgücünü sarf ederek varlığını sürdürmesi nedeniyle işçiye benzer. Ekonomi iyileştiğinde sınıf atlama ümidi artar, kötülediğinde ise hızla işçileşir, bu yüzden o hep kaygan bir zeminde durur.
Ancak bugünün koşullarına baktığımızda mülk sahibi olmanın giderek zorlaştığı kapitalizm koşullarının, mücadeleci bir tutuma da sahip olmadığından eskisinden daha çok ezilen esnaf kesimi üzerinde çok yoğun etkileri olduğunu görebiliriz. Zira sistem genel eğilim olarak küçük mülk sahibi sınıfları ve meslek sahiplerini de proleterleştirmek eğilimindedir.
Dolayısıyla küçük burjuvazi aslında konumunu muhafaza etmek için çabalamakla meşgul ve esnaf RTE’nin paramiliter gücü olamayacak kadar yorgun. Ama kuşkusuz, çaresiz yığınları, herhangi bir kimlikle herhangi bir kesimi linç etmeye göndermek de her zaman ihtimal dahilindedir. Burada sorun, işçileşen esnafı, sınıf kardeşlerinin yanına çağırabilecek bir gücü örmektir.
Tüm bunlar yetmiyormuş, yaptıklarınız sonunuz için yeterli değilmiş ve sanki hesap verme gününüz hiç gelmeyecekmiş gibi… 19 yaşında bir çocuğu, bu halkın gözleri önünde döve döve öldürdünüz.
Şimdi, sadede gelme kısmına hızlı bir giriş yapacağım.
Ali İsmail öldü. Acı çekerek öldü. Peki, devlet kurumunu oyuncağı haline getirmiş olan sen n’aptın ve n’apıyorsun?
Ailesine, ölümüne, cenazesine ve acımıza saygısızlık ediyorsun. Katillerini ısrar ve inatla korumaya devam ediyor, meydanlarda cinayeti işleyenleri rütbelerle taçlandırarak seni gelecekteki hazin sondan koruyacak olanın Haziran’da elinde palayla sokaklara çıkan birkaç ebleh olacağını sanıyorsun. 100 yıl sonra yine hayatta olsan ve Ali İsmail’in o güzel yüzünü, o aydınlık gülüşünü görmüş herkes ama herkes yok olmuş olsa, bu suçu işleyen katillerin kemikleri toprak altında çoktan böceklere yem olmuş olsa ve bu suça tanık olan kimse ama kimse olmasa da yeryüzünde… Canı yanan bir halk asla unutmaz.
Yazının başında dedim ya, susan ve canı yanan bir halk varsa eğer, birilerinin sonu da er veya geç gelecek demektir. Canı yanan bir halk için, yüzyıllar sonra dahi canını yakanla arasında dimdik, dipdiri, canlı duran bir şey vardır; hesaplaşma.
Ali İsmail’in ölümünü belleğimize sakladık.
Canımız yanıyor ve susuyoruz.
Susuyor ve bekliyoruz.
Halkın belleği bu anıyı geri çağırdığı gün, artık canı yanan taraf biz değil, sen olacaksın.
Bekle!