Hangi zalimi devireceği henüz belli değilse de-umarım bizimkini de devirir- Kobane, ‘Küçük Stalingrad’ bütün Dünya’da bir umut ışığı olarak belirdi. Sanki ‘tarih’ IŞİD’le birlikte dibe vurdu ve sıçrayıp, ileriye doğru atılarak 1970’lerden, 1938’lerden, henüz, ‘Devrim’ umudunun olduğu yıllardan, ‘devrim’ kelimesinin bir reklam sloganı olduğu bugünlerden değil, halk düşmanlarını titrettiği günlerden imgeler göstermeye başladı. Kobane Direnişi’nin […]
Hangi zalimi devireceği henüz belli değilse de-umarım bizimkini de devirir- Kobane, ‘Küçük Stalingrad’ bütün Dünya’da bir umut ışığı olarak belirdi. Sanki ‘tarih’ IŞİD’le birlikte dibe vurdu ve sıçrayıp, ileriye doğru atılarak 1970’lerden, 1938’lerden, henüz, ‘Devrim’ umudunun olduğu yıllardan, ‘devrim’ kelimesinin bir reklam sloganı olduğu bugünlerden değil, halk düşmanlarını titrettiği günlerden imgeler göstermeye başladı.
Kobane Direnişi’nin arkasında biriken kalabalık çok heterojen ama anılar aynı. Hep beraber aynı dejavuyu yaşamaya başladık. Yürekler beraber titreşti; ‘Kobane Düşmemeli’.
Kobane düşmedi. Tarih yazan Direniş, ABD savaş uçaklarının gün geçtikçe etkisi ve sayısı artan ‘düşman’ mevzilerine saldırıları, IŞİD’i geriletti. Savaş bitmedi ve Kobane açısından yine büyük riskler taşıyor ama yüreğimiz ağzımızda günlerimiz biraz olsun geride kaldı.
Kobane Savaşı bildiğimiz her şeye ters; Bir örgüt ve halk yapılanması arkasına emperyalizmin desteğini de alarak bir kuşatmaya karşı direniyor. Kuşatan ise IŞİD denilen yapılanma. El-Kaide ve Taliban gibi Amerika’nın eski müttefiği, yeni düşmanı. Türkiye’nin durumu ise Pakistan’a benzetilebilir.
Tıpkı Pakistan gibi Türkiye de ABD’nin müttefik değiştirmede alışkanlık haline getirdiği keskin dönüşü bölgenin içinde olması nedeniyle kolay kolay gerçekleştiremiyor. Erdoğan-Davutoğlu ikilisi strateji değil sadece entrikadan anladıkları için; IŞİD’e yaptıkları yatırımı bir çırpıda çöpe atmakta ve IŞİD’i yeni düşman ilan etmekte çok zorlanıyorlar. Becerebilecekler mi? Orası kesin değil.
Kazansalardı kayıpları daha büyük olacaktı
IŞİD bu ikili için bir entrikaydı; uzaktan ABD desteği, yakından Suudi ve Katar işbirliği ile Esad’ın üzerine sürülecek ve arada da Türkiye’nin ‘Kürt Sorunu’nun Erdoğan cinsinden çözümüne katkıda bulunacaktı. Tartışmak gerçekten gereksiz, IŞİD’in Kobani’ye saldırması eğer IŞİD için stratejik ise bu strateji kesintisiz silah ve insan kaynağı olan Türkiye’yle sınırdaş olmak ve etkisini Türkiye’ye doğru yaymaktır. Türkiye, varolan toplumsal yapısıyla IŞİD için altın tepside bekleyen bir ganimettir. İŞİD Türkiye’yi kararsız hale getirerek Taliban’ın Pakistan’dan elde ettiği yararın çok daha fazlasına sahip olabilir, deyim yerindeyse Erdoğan’ın seçmenlerini kolaylıkla çalabilir.
Bu netliğe rağmen Erdoğan-Davutoğlu ikilisi IŞİD’den desteklerini çekmediler. Rojava Devriminin ortadan kaldırılması, Anadolu coğrafyasındaki Kürtlerin iki taraftan kuşatılması ve bu yolla ‘kendi Kürtlerini’ bir çözümsüzlük sürecine sürüklemeye dayanan entrikalarının arkasında durdular.
Türkiye’nin IŞİD’in Kobane saldırısına desteği nettir, hatta bu saldırının nedeni, IŞİD’i kendi meselelerinde taşeron olarak kullanmak isteyen Erdoğan-Davutoğlu ikilisidir. Salih Müslim savaş sırasında Türkiye’nin desteğini almaya çalıştı, oysa zaten saldıran Türkiye’ydi. Türkiye IŞİD’in Kobane saldırısının müttefikidir. Bu saldırının başarıya ulaşması için de elinden gelen bütün askeri desteği vermiştir. Kobane sınırına yerleştirilen Türk tankları IŞİD’in Kobane kuşatmasının tamamlayıcılarıdır.
Ortak askeri strateji, iki taraftan kuşatılan ve ikmal yolları kesilen Kobane’nin sürekli takviye kuvvet getirebilen IŞİD’in saldırılarına dayanamayacağını öngörüyordu. Bu ortak askeri strateji YPG’nin direnişi ve Batı kamuoyunun Kobane desteğiyle çöktü. Erdoğan-Davutoğlu ikilisi ise kaybeden taraf oldular. Onlar adına şunu söylemek mümkün; kazansalardı kayıpları çok daha büyük olacaktı. Bu tehlike, Türkiye’nin Pakistanlaşması ya da iktidarın daha radikal dincilerin muhalefetine yenik düşmesi, beraberinde getireceği istikrarsızlaşma ve iç savaş tehlikesi Kobane düşse de düşmese de Türkiye için uzun bir süre daha geçerliliğini koruyacak.
Kobane ile açığa çıkan hakikat ve dil
Neoliberalizmin Suriye saldırısı Suriye’de saklı kalmış bir tarihi açığa çıkardı. YPG, bildiğimiz tarihin öncesinden, bir geçmiş zaman dinazoru gibi bütün güzelliğiyle kendini gösterdi. Bizim kaybettiğimiz her şey Suriye’nin bu kimsenin daha önceden bilmediği kuytuluğunda özenle saklanmıştı. Buna devrimin dili de dahildi. Burada bir alıntı yapmama izin verin;
“The decline of radical thought considerably increases the power of words, the words of power.“Power creates nothing; it coopts” (Internationale Situationniste #8). Words forged by revolutionary criticism are like partisans’ weapons: abandoned on the battlefield, they fall into the hands of the counterrevolution. And like prisoners of war, they are subjected to forced labor.”
Mustapha Khayatı – 1966
Çevirime güvenmediğim için İngilizce metni de yukarıya yapıştırdım.
“Radikal düşüncenin çöküşü kelimelerin gücünü, gücün kelimelerini hatırı sayılır ölçüde arttırır. “Güç yaratıcı değildir; tayin edicidir” (Internationale Situationniste #8). Devrimci eleştirinin örsünde dövülmüş kelimeler partizan’ın silahlarıdır; savaş alanında terkedilirlerse, karşıdevrimin silahları haline gelirler. Ve savaş esiri gibi angaryaya-zorunlu çalışmaya mahkum olurlar.”
İlk ve en büyük kayıplarımızdan biri ‘özgürlük’ oldu. Uzunca bir süredir, neoconların elinde savaş esiri gibi çalıştırılıyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün. En büyük kaybımız ise ‘devrim’di. Rojava’dan önce O da uzun bir süredir reklamcıların ve halkla ilişkilercilerin kölesiydi. Rojava hepsini kurtardı demiyorum ama esir düşmüş olduklarını tekrar farkettik. Gezi’de biraz böyleydi, en önemli ve en kalıcı katkısı dilimize olmuştu. Dilimiz açılmıştı. Bu dil temelde Aydınlanmanın dili. Kul olmaktan, insan olmaya geçiş. Kobane direnişi bu dil birliğiyle Batı’da da kavramlar üzerinde bir dejavu yarattı. Hollande gibi sosyalistler çıkarmış olan Sosyalist Parti’nin oluşturduğu dumur nedeniyle kaybettikleri dillerini bulan geniş bir kitle Kobane için hareketlendi, unutulmuş anlamların saklandığı bir yer keşfedilmişti. Leyla Halid, kıyıma uğramış FHKC, İspanyol İç Savaşı yenilgisi; Filistin, Afganistan, Pakistan, İran, Endonezya, Türkiye ve benzer birçok ülkede Afrika’da tam da aynı dili konuşan özgürlükçü, devrimci insanların ve kelimelerin nasıl bir kıyıma maruz kalmış olduğu tekrar hatırlandı. Her şeyin yalan olduğunu farkettik. Hakikatler Kobane direnişinde ve Gezi’de açığa çıktı.
Nihai tehdit emperyalizmdir
Başka bir çağda yaşayan-yaşamak isteyen ve kendi ulvi amacını gerçekleştirmek için bir kaldıraç gördüğünde emperyalizmin maşası olmakta bir sakınca görmeyen IŞİD, Kobane için düşmanlardan sadece biridir. Nihai tehdit farklı paketlerde karşısına çıkacak olan ‘emperyalizm’dir. İlk paket, birleşik refah devleti, yola çıktı bile. Bu şu an ki haliyle bir iç çatışmayı körükleyecek gibidir. Bunun yerine ortak güvenlik tesisi gibi herkesin eşit bir biçimde masada oturacağı, daha acil sorunlarla sınırlı bir işbirliği önerisi daha gerçekçi ve daha çözüme yönelik olurdu. Kapıda düşman varken gelecekte özgürlüğün nasıl tanımlanacağını, değerlerin nasıl paylaşılacağını tartışmak makul görünmüyor. Askeri işbirliği, açılacak koridor, Erdoğan’ın keskin dönüşü henüz somut hiç bir şey görmediğimiz için konumuz değil. ABD’nin havadan attığı mühimmatın sınırları bu ihtiyacın çok acil olduğunu anlatmaktadır. Buna rağmen YPG’ye önerilen, YPG’nin talebi olan acil silah ve cephane değil, Peşmerge’dir ya da ben bir dezenformasyonun etkisi altındayım. Siz karar verin. Salih Müslim Peşmerge ya da silahlı yabancı güç istemediklerini silah ve cephanenin yeterli olduğunu defalarca söyledi. Buna rağmen Blackwater’ı önerenler bile var.
Kobane bağlamında, aslında karşı devrimcilerin ajanı olan, bir kavram gibi gözükmek isteyen ama ontolojik bir varlığı olmadığı için sahte kavram diyebileceğimiz terör-terörizm ile yanılgı sürmektedir. Bu kelime, kurşunlardan çok daha fazla devrimci öldürmüştür. Berkin Elvan’ı, ekmek almak için dışarı çıkıp polis saldırısıyla ölen bir yavrucağı terörist ilan etmek için bir an bile düşünmeyen ama IŞİD’e terorist diyemeyen Erdoğan bir yana; sanırım hiç birimiz bu kelimenin yanından geçmemeliyiz.
“Öfkeli insanlar topluluğu…” yani IŞİD’e terorist demek de bu kelimenin tarihselliği iptal eden işlevini ortadan kaldırmıyor ve gerçek sorumluların açığa çıkartılmasının ve yargılanmasının önünü kapatıyor.
Yaklaşık 30 yıldır sosyalizm; özgürlükçü ve eşitlikçi düşünce çok büyük bir saldırı altında. Bu saldırının ne kadar vahşi, ne kadar kıyıcı olduğunu anlatmaya gerek yok, hepimiz yaşamlarımızda buna tanıklık ettik. Devrimci düşüncenin büyük kayıplar verdiği ve halen devam eden bu saldırı Aydınlanma’nın diline gizlenmişti. Savaş alanında esir düşen devrimci terminoloji de bu saldırıda devrimcilere karşı kullanıldı. Halen dünyanın dört bir yanında ABD savaş makinası amansız saldırılarını devam ettiriyor. Saldıracak kimse kalmadığı zaman ise önce karşıtını yaratıp sonra tekrar saldırıyor. Gazze’ye düşen bombalar, 1. ve 2. Irak Savaşları’nın 13. yy’da ki Moğol istilasına rahmet okutan acımasızlığı, Şabra ve Şatilla katliamlarında öldürülen binlerce Filistinli devrimci…
Bu nedenlerden dolayı bugün bombalar altında ezilen halkların çoğunluğu Aydınlanma ve onun dili ile hiç bir zaman tanışmadı. Bunun gerçekleşebileceği karşılaşmalar ise suikastler, kirli savaşlarla ortadan kaldırıldı. En iyi ve en yakın örnek Hamas ve FKÖ karşıtlığıdır. İsrail, Filistin’de Batı’nın dilini konuşabilen bir yönetim hiç bir zaman istemedi. Bu dil kendi korkunç gerçekliğini çok kolaylıkla açığa çıkartabiliyordu. Bu devrimci eleştiri yerine, kendisini ve bu dili kategorik olarak red eden bir muhalefeti, Hamas’ı seçti. Şimdi Batı’yla çok daha kolay yekvücut olabilirdi.
Demokrasiyi ve aydınlanmayı kazımak
Bir ülkenin, bir bölgenin ve Afrika’da olduğu gibi koca bir kıtanın tarihinden demokrasiyi ve Aydınlanma’yı kazıyıp, bütün özgürlükçü muhalefeti yok ettikten sonra bunlar ‘vahşi’ demek neocon’ların buluşudur.
Uzun yıllardır bölgede ve Türkiye’de iktidarlar sağa doğru yıkılıyor. Politik ortam dinselleştikçe muhalefet, ister istemez, politik kimliğini daha çok İslam’da buluyor. Topluma daha derin kök salmış bir İslami yönetimi programına koymasa da fragramına koyuyor. Bu çaresizlik bizim için Sol’un kitlesel olarak katledildiği, cemaatlerin önünün açıldığı 12 Eylül’ün sonucu. (Yine 12 Eylül’ün sonucu ve devamı olarak ‘rasyonel’ hiç bir toplumsal araştırmamız olmadığı için çoğunluğun ideolojisini, düşünme biçimini ve kavram kümelerini ancak sezgisel olarak çözümleme şansına sahibiz-en azından benim için böyle. Belki de değerli araştırmalar vardır ama bu yazı da sezgiyle kurulan bir yazı.)
Bu kronik ABD stratejisi hem amacına ulaşmış hem de bir kayaya toslamış durumda. IŞİD bir anlamda da bu stratejinin son halkasıdır. Sağolmasın, artık devrilecek daha radikal bir durum yok. İslam artık hiç bir eleştiriyi kaldıramıyor ve böyle bir şey olduğunda dünyanın her yanında, tabii müslümanların yaşadığı bölgelerde sert kalkışmalar ortaya çıkıyor. Bu tepkiler Aydınlanma düşüncesine tamamen ters. Kabul etmeliyiz ki artık karşımızda animist bir zihin var. Kutsal’a, tabu’ya karşı her eleştiri korkuları uyandırıyor ve dünyanın eskisi gibi olabilmesi için bu küfr’ün ortadan bütün sonuçlarıyla birlikte kaldırılması gerekiyor; yoksa işler rast gitmez. Bu zihin çok özel koşullarda yaşantısını sürdürebilir ancak; ya tabuya uzanan eli görmeyecek sözü duymayacak ya da buna karşı en sert tepkiyi gösterecek. Cihad, varolan evrenin tabuya göre düzenlenmesi olarak da tanımlanabilir. Artık dünya küçük bir köyse eğer işimiz zor.
Animizm karşımızdaki zihnin parametresi, böyle söylemek bu zihnin strateji geliştiremeyeceği, teknolojiyi anlayamayacağı vb. ‘modern fonksiyonları’ yerine getiremeyeceği anlamına gelmiyor. Bu zihin kendini anlamaya kapalı sadece. Karşısında, bir ‘beyaz şeytan’ kendisine insan diyor ama bu kavramı da çalmış ve kölesi haline getirmiş, en zengin topraklar üzerinde en koyu yoksulluğu yaşatmış, en insani durumları en güçlü bombalarla ezmiş. Sürekli savaş ve kıyım peşinde. “O kendisine ‘İnsan’ diyorsa ben kendime Kul’ diyorum; Senin vahşetin şeytan’ın öfkesiyse bir de ‘Tanrı’nın gazabını’ tat…” diyor.
Amerikan ve İsrail savaş makinalarının kıyıcılığı, gereksiz ve anlamsız şiddeti, yaptırım denilen şeylerin bütün bir halkı yine amacı sadece savaşa zorlamak olan bir yokluğa sürüklemesi… Hangi birini söyleyelim?
Kısaca Terör Örgütü IŞİD demek bu tarihselliği iptal ediyor. Bu silahların ve savaşçıların önemli bir bölümünün öyle ya da böyle ABD tarafından bölgeye bırakılmış olduğunu unutmak anlamına geliyor. Karşımızda bence yine ‘animist’ bir zihin var. Bu zihnin hiç bir olumlu amacı yok ve öyle görünüyor ki ayakta kalmak için bildiği tek yol savaş çıkarmak.
2. Dünya Savaşı’nda Japonya’yı savaşmak ya da erimek ikilemiyle başbaşa bırakan bu ‘akıl’ şimdide Rusya’yı, aynı yöntemlerle savaşa zorluyor. Sevgili Castro’nun NATO ile ilgili son makalesinden bir kaç alıntı ile bu dağınık yazıyı bitirmek istiyorum.
“Ekim’de, sadece altı gün önce göreve gelen yeni NATO Genel Sekreteri ve eski Norveç Başbakanı’nın dün yaptığı açıklamalarını dinledim. Yüzünden inanılmaz bir nefret okunuyor! Ve Rusya Federasyonu’na karşı bir yok etme savaşı başlatmak için inanılmaz bir istek.”
“NATO, İŞİD’den daha radikal”
Fidel Castro