AKP sağlıkta hızla devletleşiyor. Uzman hekimlerin özel muayenehanelerini kapatıp onları devlet hastanesinde çalışmaya zorluyor, üniversitelerde profesör ve doçent titreli hekimlerin hastalardan ek ücret almasına müsaade etmiyor ve bıçak parası tarihe karışıyor. Hastanın cebinden sağlık çalışanı bireye doğrudan giden “sıcak para” neredeyse kalıyor. Devlet, tüm sağlık sektörünün tek hakimi ve denetleyicisi haline geliyor. Diğer sektörlerdeki özelleşme, […]
AKP sağlıkta hızla devletleşiyor. Uzman hekimlerin özel muayenehanelerini kapatıp onları devlet hastanesinde çalışmaya zorluyor, üniversitelerde profesör ve doçent titreli hekimlerin hastalardan ek ücret almasına müsaade etmiyor ve bıçak parası tarihe karışıyor. Hastanın cebinden sağlık çalışanı bireye doğrudan giden “sıcak para” neredeyse kalıyor. Devlet, tüm sağlık sektörünün tek hakimi ve denetleyicisi haline geliyor. Diğer sektörlerdeki özelleşme, sağlıkta “hukuksal düzlemde” yerini devletleşmeye bırakıyor. Özel hastaneler bile harcamalarını, ödemelerini, kazançlarını devlet hastaneleriyle koordineli yapmak zorunda kalıyor, neredeyse küçük işletmeleri işlemez kılacak ciddi denetim sistemine tabi tutuluyor.
TTB ve KESK’in öncülüğünü yaptığı emek güçleri, 1990’lı yıllardan beri, Dünya Bankası projesi olan sağlıkta dönüşümün; aslında emperyal güç odakları ile doğrundan bağlantılı, ilaç ve medikal malzeme piyasasına hakim büyük sermaye gruplarına ciddi payeler veren bir proje haline geldiğini, son hedefin özelleşme olduğunu ve vatandaşın cebinden sağlık harcaması için her geçen gün daha fazla paranın çıktığını belirtiyor. Hastaları ve vatandaşları; daha kaliteli, eşit, ulaşılabilir ve anadilde sağlık hizmeti konusunda bilinçlendirip, onun mücadelesi için uyarıyorlar. Ayrıca, tüm sağlık çalışanlarının önceki dönemlere göre refah seviyesinin azaldığını ve sektörün tüm elemanlarının hızlı bir “işçileşme” sürecine girdiğini vurguluyorlar. Emek ve demokrasi güçleri kendilerinin işçileşmesi pahasına halka insanca bir sağlık hizmeti için mücadele çağrısı yapıyorlar. Ancak emekçi kitleler mücadele çağrılarına uymadığı gibi, tezlerin haklılığına da inanmıyorlar. AKP’nin “hukuksal düzlemde” devam eden ve rant uğruna koşar adım gerçekleştirdiği “devletleşmeye” Osmanlı dirlik düzeninden kalma ilkel reflekslerle bağlılık gösteriyorlar.
Nihai aşamada ise, büyük veya küçük ölçekli tıp fakülteleri sağlık bakanlığına devrediliyor. Bu devir işlemine “afiliasyon” deniliyor. Projeye göre büyük şehirlerde devir gerçekleşirse bakanlık üniversitenin tüm imkanlarını kullanacak; eğer nüfusu 750,000 den az olan yerlerde devir gerçekleşirse üniversite hastaneleri ve devlet hastaneleri ortaklaşa kullanılacak.[1] Aslında bugüne kadar özerk olduğu sürekli vurgulanan üniversitelerin hizmet aracı olarak kullanılması ve doğrudan devletin bir kurumuna bağlanması kamu düzeni ve politika teorileri açısından ilginç bir örnek. Hatta bu konu üzerinden daha genelleyici teorik-politik çıkarımlar da yapılabilir veya genel teorik-politik yaklaşımlar bu konuya da uyarlanabilir.
Bu yazıdaki niyetim genel bir teorik yaklaşım üretmek değil, afiliasyon aşamasında bulunan ve resmi afiliasyon süreci yeni tamamlanan küçük bir tıp fakültesinde (Çanakkale Tıp Fakültesi) çalışan biri olarak süreci ve muhalefet biçimlerini yorumlayacağım.
Köklü bilimsel geleneği olan ve birçok farklı politik konumlanışa kapı açmak zorunda kalan büyük şehirlerdeki tıp fakültelerinin afiliasyonu başarılı olamıyor. Kalıcı akademik gelenekler, yetersiz olsa da bağımsızca sürdürülen bilimsel araştırmalar ve yıllardır oturmuş biçimde devam eden öğrenci-asistan eğitimi bu kurumların sağlık bakanlığı ile olan pazarlığında önemli moral değerlerini oluşturuyor. İstisnai bir durum olarak, sağlık bakanlığı, Marmara Tıp’ta yakaladığı boşluğu değerlendirdi ve bakanlığının içine kattı. Bakanlığa devrinden sonra hastanenin gelirinde üç kata yaklaşan bir artış oldu ve hizmet kapasitesinin doğrudan bir göstergesi olan işlem hacmi de azımsanmayacak ölçüde büyüdü. Ancak eğitim ve bilimsel platformlarda da ciddi bir gerileme söz konusu. TTB, emek ve demokrasi gözlüğünden bakınca emekçilerin, eğitim ve bilimsel gelişiminin ölçüsünü tutarken; AKP devleti, işlem hacminin, hasta giriş çıkışının ve parasal girdinin ölçüsünü tutuyor.[2] Köklü tıp fakültesi hastanelerinde TTB’nin afiliasyona karşı yürüttüğü kampanya kısa vadede politik açıdan çok değerlidir.
Ancak nüfusu 750.000’in altında olan yerlerdeki tıp fakültelerinin afiliasyonu başka bir eksende değerlendirilmelidir. Buradaki fakültelerin çoğunluğu 10 yıldan az geçmişe sahip. Dolasıyla belirli bir akademik gelenekleri olmadığı gibi, tek tip cemaat/AKP kadrolaşmasının açık biçimde hissedildiği yerler olarak göze çarpıyor. Bu kurumlar, doğrudan AKP emriyle plansız, programsız olarak kurulmuştur ve yönetici/akademik kadrolarında cemaat/AKP’nin politik çeteleri bulunmaktadır.
Devletleşen AKP ve AKP’lileşen devlet zamanlarında yaşıyoruz. AKP devleti herhangi bir ideolojik ilkeye dayanmayan politik örgüttür. Fayda uğruna biraraya gelmiş ve çıkar ortaklığı kurmuş bu geniş ağın minik izdüşümleridir, taşradaki tıp fakülteleri. AKP devletinin doğrudan parçasıdırlar. Althuseryen tabirle söylersek devletin ideolojik aygıtı olma halinin hakkını fazlasıyla vermektedirler. Onlar için fayda, bazen bu fayda halini devam ettirecek olan oy, bazen salt para ve bazen de aralarındaki güç paylaşımı kavgasıdır.
Küçük tıp fakültelerinin bakanlığa devri konusunda da temel tartışma “para” meselesidir. Bilimsel özerklik, akademinin sağlıklı işlemesi, öğrenci ve asistan eğitimi, kaliteli sağlık hizmeti sunumu gibi ilkesel değerlerin AKP devleti içi paylaşım kavgasında yeri yoktur. AKP devletinin doğrudan kolu olan sağlık bakanlığı ile yine doğrudan başka bir kolu olan üniversite yönetici/akademik kadroları “para”nın hangi merkezde toplanacağının ve/veya buna kimlerin karar vereceğinin paylaşımını yapmakta zorlanmaktadırlar. Hacettepe’nin borcunun 230 milyon TL, Cerrahpaşa’nın 322 milyon TL borcu olduğu iddia edilirken, küçük tıp fakültelerin borcu ise 80 milyon TL civarında değişmektedir.[3] Sağlık Bakanlığı, üniversite hastanelerine sağlık hizmetlerinin geri ödemesini yapmayarak ve kendi hastanelerine uygulamadığı bir takım denetim mekanizmalarını işleterek onları borçlandırmakta ve bu borcun altından kalkamayan hastaneleri de kendisine bağlamaya çalışmaktadır. AKP devleti, kendisinin yarattığı ve kendisiyle özdeş kıldığı bir erki borçlandırmakta ve onunla iç çelişkiler yaşamaktadır.
Devlet içi çelişme bu minvalde ilerlerken emek ve demokrasi güçleri de tartışmaya bir “ilke” ekseninden müdahale etmektedir. Akademik özgürlükler ve bilimsel özerklik lehine afiliasyona karşı çıkılmaktadır. Çeşitli şehirlerde basın açıklamaları ve eylemler düzenlenmekte, suç duyuruları yapılmaktadır.[4] “Akademik özgürlükler” ve “bilimsel özerklik” ilkesinin yaygın kabul gördüğü ve afiliasyon sürecine bu noktadan karşı çıkıldığını gözlemlemek zor değil.[5]
AKP’nin kendisine fayda sağlamak amacıyla atacağı her adımı takip etmek ve bu adıma engel olacak her tür politik eylemlikte bulunmak zaruridir. Bu zorunluluk içerisinde doğaldır ki ilkeler olacaktır. Ancak afiliasyon başlığında AKP’nin kendisine bir karşı toplumsal-politik tabanla giriştiği bir mücadele sonucu edinilen fayda söz konusu değildir. Kargaşanın sebebi ciddi bir sektör haline gelen üçüncü basamak tıp fakültesi hastanesi sermayesinin ve idaresinin, AKP/cemaat kadrolarının iki kanadının hangisinde olacağıdır.
“Akademik özgürlükler” ve “bilimsel özerklik” teorik bir ilkedir ancak bu tartışma bağlamında herhangi bir politik özelliği yoktur. Taşra tıp fakültelerinde akademik özgürlük ve bilimsel özerklik başından beri hiç olmamıştır. Bu fakülteler işten çıkarmalarla, soruşturmalarla, karşı görüşten olan öğretim üyelerine baskılarla, kadro-derece engellemeleriyle, iltimas yoluyla personel alımlarıyla ün yapmışlardır.[6] Yapılıyor gibi görünen bilimsel araştırmaların çoğunluğu büyük üniversitelerin çalışmalarına eklemlenmekten, yayın konusunda oluşturulan ulusal cemaatçi ağa ortak olmaktan öteye gidememektedir. Hiç de azımsanmayacak bir intihal oranı mevcuttur. Olmayan bir akademik özgürlüğün ve olmayan bilimsel özerkliğin savunusu politik değildir. Kısa vadede durum nettir. Eğer orta-uzun vadeli bir süreç için bu ilkelerin savunulduğu iddia edilecekse, geleceğin akademi ve toplum dizaynında -ayakların baş olduğu düzende- tıp fakültelerin afiliasyonu diye bir sorunsalın var olmayacağını düşünüyorum.
Egemenler arası bu iç kavgada bir tercihte bulunmalı mı? Gönül rahatlığıyla bir tarafı işaret etmek ve bunun için mücadele etmek zor görünüyor; ancak yerel koşulların ölçüsünde “mücadele etmeden” iki kanattan biri tercih edilebilir. İki yaklaşım tarzı sayılabilir:
AKP devletinin hamlelerini tahmin etmek zor olduğundan, afiliasyona gönül rahatlığıyla evet demek zordur. Ancak aynı zorluk derecesi politik olmayan teorik ilkelere dayalı “afiliasyona hayır” kampanyalarında da vardır.
[1] http://www.memurlar.net/haber/253781/
[2] http://www.sdplatform.com/Dergi/763/Marmara-Universitesi-Saglik-Bakanligi-isbirligi-sonrasi-bugunku-manzara.aspx
[3] http://www.medikalakademi.com.tr/universite-hastaneleri-borc-bataginda-capa-ve-cerrahpasa-iflasin-esiginde/#!
[4] Çanakkale Tabip Odası, 10.09.2014 tarihli basın açıklamasında “Bu hastanelerin bir görevi de isimlerinde yer aldığı gibi araştırma yapmaktır. Bu özellikle bilimsel araştırmalar olduğu gibi devlet hastanelerinde tedavi edilemeyen zor vakaların tedavilerin yapılması şeklinde de olabilmektedir.” şeklinde görüş bildirip “Bu akıl dışı uygulamadan vazgeçin” demiştir. Kaynak: www.canakkaleolay.com
[5] http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/edirne-4717.html
[6] http://www.sendika.org/2011/07/comude-once-surgun-sonra-isten-cikarma/
http://haber.sol.org.tr/sonuncu-kavga/comude-36-taseron-isci-isten-cikarildi-haberi-50848
http://www.radikal.com.tr/turkiye/gezi_parki_sorusu_gorevinden_etti-1200323
http://www.etha.com.tr/Haber/2014/04/06/emek/comude-asistan-hekimlere-sorusturma/
http://www.radikal.com.tr/turkiye/ogretim_uyelerine_izinsiz_kitap_okumaktan_sorusturma-1161879