AKP devleti yoksulların önemli bir kesimini yoksulluğu yöneterek denetim altında tutmaya çalışıyor. Kabul etmek gerekir ki bunda da bugüne kadar başarılı oldu. Erdoğan’ın Başkanlık sürecine girmesiyle birlikte daha otoriter bir rejimin inşa edileceği ve bu süreçte en kritik konunun yoksulluğun denetlenmesi olduğu söylenebilir. AKP emek sürecindeki kapitalist sömürüyü gizlemek veya oluşabilecek tepkileri etkisizleştirmek için devlet […]
AKP devleti yoksulların önemli bir kesimini yoksulluğu yöneterek denetim altında tutmaya çalışıyor. Kabul etmek gerekir ki bunda da bugüne kadar başarılı oldu.
Erdoğan’ın Başkanlık sürecine girmesiyle birlikte daha otoriter bir rejimin inşa edileceği ve bu süreçte en kritik konunun yoksulluğun denetlenmesi olduğu söylenebilir. AKP emek sürecindeki kapitalist sömürüyü gizlemek veya oluşabilecek tepkileri etkisizleştirmek için devlet sendikası modelini güçlendirmeye çalışırken yaşam alanlarında ise küçük ekonomik destekler sağlayarak geçimlerini sürdürebilmelerini sağlıyor.
Bugüne kadarki sürece baktığımızda AKP Devleti’nin resmi ideoloji olarak İslam dinini etkili biçimde kullanışının kitleler üzerindeki etkisiyle bu projenin büyük oranda başarılı olarak uygulanabileceğini söyleyebilir miyiz? Yani sıfır sorun mümkün mü?
Hiç sanmıyoruz. Bu projede sürekli delik açacak bir husus var. O da kapitalizmin değişmeyen kanunu. Yani sömürü oranlarının sürekli arttırılması eğilimi… Türkiye’nin taşıyıcı sektörü inşaatta meydana gelen iş cinayetlerinin yol açtığı tepkiler bunu çok açık olarak gösteriyor. AKP emek sürecindeki denetimini sadece patron baskısı ve sendikal kontrolle sağlamaya çalışırken emekçilerin çalışma koşullarına ilişkin herhangi bir iyileştirme yapmayı aklından bile geçirmiyor. 12 yıllık icraatı bunun en önemli delili.
Kuşkusuz emek hareketinin ve yoksulların tepkisinin görünür hale gelmesini sadece kendilerine ait süreçlerin birikimiyle oluşabileceğini düşünmemek gerekir. Toplumsal bir düzleme yükselmiş bir hareket birden fazla nesnel-öznel koşulun bir araya gelmesiyle bunu gerçekleştirmiş olur. Bugünden baktığımızda denetlenemeyen ekonomik kriz, Kürt sorununun raydan çıkması, mezhepçi ve gerici – otoriter saldırıların ikinci bir GEZİ benzeri kalkışmaya yol açması bu koşullardan bazıları olarak görülebilir…
Emek siyaseti kuşkusuz bu tür olasılıkları hesap ederek bazı öngörülerde bulunabilir ancak esas olarak güncel hayatın gerçek sorunlarıyla boğuşarak yaşayan/canlı mücadeleler ve organizmalar kurmak zorundadır. Bu nedenle bugün, gerek sendikal alanda yapılan irili ufaklı mücadele deneyimleri gerekse kentsel dönüşüm saldırısına karşı yapılan mücadeleler son derece kıymetlidir. Bu tür hareketlerin sonuçlarına bakıp “yapıyoruz, yapıyoruz bir sonuç alamıyoruz” değerlendirmesinin yaygınlığı anlayışla karşılanabilir ama bu tür yaklaşımların son derece hatalı olduğunu da kabul etmeliyiz.
İki nedenden dolayı son derece hatalıdır: Birincisi eğer hayatın her alanındaki küçük ya da büyük çaplı direnişler olmasaydı bugün AKP devletinin toplumsal hegemonyası çok daha geniş kitleleri etkisi altına alabilirdi. Görüldüğü gibi AKP iktidarı son derece planlı bir ilerleyişle en çok korktuğu devlet mekanizmasını neredeyse bütünüyle ele geçirdi. Ancak toplumsal denetimi aynı oranda başarabilmiş değil ve neredeyse artık kilitlendi.
İkincisi ise, bugün gerçekleştirilen mücadeleler sayesinde AKP devlet düzeninin alternatifi oluşturulabilir ve memnuniyetsiz kitlelerle ilişki kurulabilir. Bu mücadelelerin yarattığı deneyimler ve organizmalar, haksızlığa uğrayan kitlelerin üzerine basabileceği birer basamak, yarına bakabilecekleri birer pencere olacak. Yeter ki hayatın içindeki yeni dinamikleri gören, anlayan ve kavrayabilen deneyimler örgütleyebilelim. Ancak bu sayededir ki Gezi benzeri kalkışmalar olduğunda kocaman gövdeyi tutabilecek daha güçlü iskeletimiz, kaslarımız, organlarımız olabilsin ve gövdemizin altında kalmayalım.
Bu süreçte tek yüreğimizi burkan maden ocaklarında, inşaat betonlarına çakılan ölülerimizin acılarıyla bu mücadeleyi sürdürmek zorunda kalmamız olsa gerek.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.