“Özel sermaye her türlü verimlidir” mantığıyla üretilen politikalar, sadece sermaye kesimlerine hizmet ediyor. Yani şapkadan tavşan çıkmıyor. Kendini solcu sayan serbest piyasa sevdalılarına duyurulur! Çok değil, 3-5 ay öncesine kadar sermaye yanlısı yayınlarda İsveç’in liberalleşme sürecine methiyeler düzülüyordu. Mesela the Economist dergisi İsveç’i “Kuzey Yıldızı” (1) olarak tanımlıyor, ve ülkedeki yeni düzeni cilalamak için “birazcık […]
“Özel sermaye her türlü verimlidir” mantığıyla üretilen politikalar, sadece sermaye kesimlerine hizmet ediyor. Yani şapkadan tavşan çıkmıyor. Kendini solcu sayan serbest piyasa sevdalılarına duyurulur!
Çok değil, 3-5 ay öncesine kadar sermaye yanlısı yayınlarda İsveç’in liberalleşme sürecine methiyeler düzülüyordu. Mesela the Economist dergisi İsveç’i “Kuzey Yıldızı” (1) olarak tanımlıyor, ve ülkedeki yeni düzeni cilalamak için “birazcık daha eşitsiz, ama çok daha verimli” (2) ifadelerini kullanıyordu. Öyle ya, yıllarca sosyal demokrasinin beşiği olarak bilinen, zenginden alıp fakire veren vergi sistemleriyle sosyal demokratların gıpta ettiği, hatta kimi istatistiklere göre komünizmin deneyimlendiği ülkeleri aratmayacak düzeyde eşit bir toplum olmayı başarmış İsveç (3); 1990’ları takiben eski “demode” alışkanlıklarından vazgeçmişti.
İsveç, bu süreçte ilk olarak zenginlerin üzerindeki sermaye üzerindeki vergileri azaltmış; gelir dağılımını azaltmaya odaklı miras, servet, mülk vergilerini kırpmıştı. Öyle ki, İsveç’teki toplam vergilerin milli gelir içindeki payı, Fransa’nın altına düşmüş, hatta Batı Avrupa’nın en liberallerinden İngiltere’ye yaklaşmıştı (4). Tabii azalan vergilerin karşılığı refah devletinin öteki ayağının; yani yoksulluk yardımlarının, işsizlik sigortasının, hatta özürlü yardımlarını azalması olmuştu. Lakin İsveç Devleti, şeklini değiştirse bile eğitime ve sağlığa yaptığı yüksek harcamalardan vazgeçmemişti (5).
Aslına bakarsanız, bu haliyle İsveç neoliberalizmin sıkı savunucuları için tam bir “örnek refah devleti” oluvermişti. Bir yandan sermaye kesiminin de işine yarayan kamunun eğitim ve sağlık gibi harcamaları devam ediyordu. Ama diğer yandan sermaye kesiminin üzerindeki vergi yükü azalmış, emekçilere fazladan pazarlık gücü veren koruma mekanizmaları kalkmıştı. The Economist’e göre “göçmenler artık arkalarını devlet yardımlarına dayayamıyor. Azalan vergiler ve daha küçük yardımlar insanları çalışmaya teşvik ediyordu”. Yani emekçi sınıfı çok daha düşük ücretlere razı olan, sermaye kesimine sunduğu koşullara daha kolay kanaat eden bir hale geliyordu.
Fakat bu politikaların bir sonucu olarak, “birazcık daha eşitsiz, ama çok daha verimli” denilen İsveç’teki gelir eşitsizliği, “birazcık”’tan biraz daha fazla arttı. En gözle görünür değişiklik olarak şu örneği verelim: İsveç’te 20 yıl içinde en zengin 1%’lik kesimin milli gelir içindeki toplam geliri %4 seviyelerinden %7.5’ların üzerine çıktı. Ve İsveç 1990 sonrasında, 1970’lerdeki kazanımlarının hemen hepsini iade etti. Bu durumu Alvaredo, Atkinson, Piketty ve Saez’in “the World Top Incomes” veri setinden ürettiğim aşağıdaki grafikte detaylı bir şekilde görebiliyoruz.
Ama dahası da var! İsveç neoliberalleşmenin o kadar suyunu çıkardı ki, 1990’lardan itibaren eğitim sistemini de piyasalaştırmaya başladı. Yeni sistem AKP’nin sağlık ve eğitimdeki piyasalaşma politikalarına benziyordu (Laf arasında “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” mesajını da verelim.) Yani Türkiye’deki özel hastane hizmetlerinin ve son olarak özel eğitim hizmetlerinin bir bölümünün AKP hükümeti tarafından sübvanse edilmesine benzer şekilde, İsveç hükümeti de friskola isimli özel okulları katkı paylarıyla desteklemeye başladı. Yani İsveç hükümeti ortalama bir öğrencinin eğitimi için harcayacağı parayı, her öğrencinin eğitimi karşılığında bu okullara veriyor, bir nevi özel okulları sübvanse ediyordu. Sistem ilk başlarda çok tuttu. İsveç’in yeni eğitim sistemine methiyeler düzüldü. Her üç öğrenciden ikisi özel okullarda eğitim görmeye başladı.
Fakat ilk ve ortaöğretimdeki eğitimin kalitesini ölçen PISA anketinin sonucuna göre, özel eğitim sistemi İsveç için tam bir fiyasko oldu. Çünkü eğitim kalitesi 2000’lerin başında hala kıta Avrupa ülkeleriyle benzer seviyelerde olan İsveç (6), 2013 PISA anketine göre OECD ortalamasının altına düşmüştü (7). Öyle ki 2013 PISA anketine göre, İsveç’teki eğitim kalitesi gelişmiş ülkelerin yüz karası olan ABD’nin bile altında, hatta krizle boğuşan Yunanistan seviyelerindeydi (8).
Tabii bu durumun çok basit bir iktisadi açıklaması var. Şöyle ki… Kamu hizmetlerinin önceliği eğitimin kalitesi iken, özel eğitim hizmetlerinin büyük oranda önceliği yüksek kâr elde etmektir. Eğitimin kalitesi her ürün için olduğu gibi eğitim firmasının marka değeri için önemlidir. Ama kimi zaman eğitimin kalitesi yükseltilmeyip, iş afili sloganlar ve imajla idare edilebilir. Kimi zamansa maliyetten kısmak için kaliteden ödün verilebilir.
Aslında bu bahsettiğimizin örneklerini Türkiye’deki özel üniversitelerde görüyoruz. Financial Times gazetesi ise, eğitimde maliyet azaltmanın İsveç’teki örneklerini yazmış. Mesela İsveç’teki bazı özel okullardaki öğrenci/öğretmen oranı devlet okullarındaki oranın üzerine çıkmaya başlamış. Bazı özel okullar ise işi tecrübesiz öğretmenler ile idare edip ve öğretmenlere devletin altında maaş vererek maliyet kısma yoluna gitmiş. Ama kara mizaha çalan başka örnekler de var. Mesela, Hälsans isimli bir “çocuk yuvası zinciri” maliyetten kısmak için yiyecek bütçesini azaltmış ve çocuklara kahvaltı niyetine sadece çıtır ekmek ve su vermeye başlamış.
Dikkat ederseniz bütün bunlar, bir üçüncü dünya ülkesinde değil; insanca yaşama koşulları sunmakla övünen İsveç’te oluyor!
Peki neden?
Tabii İsveç’teki bu değişim nedenleri üzerine kafa yoran iktisatçılar var. Mesela Daron Acemoğlu ile James Robinson son çalışmalarında İsveç’teki gelir eşitsizliğine değiniyorlar. Basitçe özetlersek, Acemoğlu ve Robinson İsveç’teki gelir eşitsizliğinin tarihsel olarak azalmasını da, artmasını da kapitalizmin doğal trendleriyle değil değişen “kurumsal yapının” etkisi ile açıklıyorlar (9). İyi ama İsveç’te kurumsal yapı neden durduk yere değişiyor? Yani İsveç toplumu uzun süre görece eşit kalmışken, neden bir anda neoliberalizmin etkisi altına giriyor. Zaten dananın kuyruğunun koptuğu yer bu oluyor! Zira eğer sorumuzun cevabı, “eşitsizliğin az olduğu kapitalist toplumlar bile uzun vadede sermaye kesiminin baskısına direnemez” ise, bu cevap bizi sosyal demokrasinin ve/veya refah devletinin uzun vadede sürdürülemeyeceği sonucuna ulaştırıyor.
Fakat her halükarda açık olan bir şey var ki, neoliberalizmle “refah devleti” bir arada yürümüyor. “Özel sermaye her türlü verimlidir” mantığıyla üretilen politikalar, sadece sermaye kesimlerine hizmet ediyor. Yani şapkadan tavşan çıkmıyor.
Kendini solcu sayan serbest piyasa sevdalılarına duyurulur!
Notlar:
(1) The Economist, İsveç Ekonomisi: Kuzey Yıldızı, 11.06.2014
http://www.economist.com/node/18805503
(2) The Economist, İsveç: Yeni bir Model, 13.09.2012
http://www.economist.com/node/21564412
(3) Tabii sistemlerin farklı olması nedeniyle İsveç’le komünizmin deneyimlendiği ülkeler arasında tam bir karşılaştırma yapmak zor. Ama Unu-Wider’in veri setine göre 1980li yılların başında İsveç’in eşitsizlik göstergesi- Gini katsayısı 0.20 civarındaydı. Bu rakam, İsveç’i gelir eşitsizliği yönünden komünist ülkeler arasında orta sıralara koyuyordu.
(4) The Economist, 11.06.2014
(5) The Economist, 13.09.2012
(6) OECD/UNESCO-UIS, 2003. Literacy Skills for the World of Tomorrow – Further results from PISA 2000
http://www.oecd.org/edu/school/programmeforinternationalstudentassessmentpisa/33690591.pdf
(7) Merak edenler için PISA anketinin ne olduğunu açıklayalım. 2000’in başından itibaren OECD ülkelerindeki ve bazı başka ülkelerdeki 15 yaşındaki çocuklar arasından rassal bir örneklem seçilir ve bu çocuklara matematik, fen bilimleri ve dil-edebiyat gibi konularda sınavlar yaptırılır. Bu sınavların ortalamalarından, ülkedeki eğitimin kalitesini gösteren bir endeks oluşturulur. Bu endekse göre de, genellikle matematik, fen bilimleri dallarında Uzakdoğu ülkeleri (Çin, Japonya, G.Kore, Tayvan) birinci çıkar. Listede bu ülkeleri zengin kıta Avrupası ülkeleri takip eder. İlginçtir, liberalizmin kalesi ABD bu ülkeleri geriden takip eder, onunla benzer seviyelerde ise Güney Avrupa ülkeleri vardır. Listenin sonlarını ise (Çin harici) gelişmekte olan ülkeler, yani Latin Amerika ülkeleri ve Türkiye benzeri ülkeler oluşturur.
(8) Financial Times, Free schools: Lessons in store, 27.08.2014
http://www.ft.com/intl/cms/s/0/dc8bb3b4-29f2-11e4-914f-00144feabdc0.html#axzz3CFEXN2iM
(9) Acemoğlu, D. ve Robinson, J. 2014, The Rise and Fall of General Laws of Capitalism, http://economics.mit.edu/files/9834
Makalede Acemoğlu ve Robinson, İsveç ve Güney Afrika özelinde “sermaye getirisindeki büyüme-ekonomik büyüme”’nin en zengin %1’lik kesimin gelirdeki payına etkisi olmadığını gösterip, bu yolla hem Piketty’yi, hem de Marx’ı yalanladıklarını iddia ediyorlar. Tabii Marksist iktisada aşina kişiler bu argümandaki sığlığı hemen fark edebilirler. Üstelik Acemoğlu ve Robinson, makalelerinde “Marx, kurumları ve siyaseti ciddiye almadığı için çuvalladı” gibi tuhaf bir gaf da yapıyorlar. Acemoğlu ve Robinson makalenin devamında, Marx’in hiçbir analizinde “kurumların merkezi bir rol oynadığı ve (altyapıyla birlikte) içsel olarak değişen kurumların olduğu bir yaklaşım formüle etmediğini” de iddia ediyorlar. Acemoğlu ve Robinson’a, Marx’tan iki alıntı ile karşılık verelim. Birincisi, Komünist Parti Manifestosu’ndan: “Modern devletin yönetimi, bütün burjuvazinin icraatlerini yöneten bir komiteden başka bir şey değildir”. İkinci alıntı ise şu: “Toplumsal yapı ve devlet, durmadan belirli bireylerin yaşam süreçlerinin sonucu olarak meydana gelmektedir, ama bu bireyler kendilerinin ya da başkalarının kafalarında canlandırdıkları bireyler değil, gerçek bireyler, yani etkide bulunan maddi üretim yapan, dolayısıyla belirli maddi ve kendi iradelerinden bağımsız sınırlılıklar, verili temeller ve koşullar altında faaliyet gösteren bireylerdir”. Bu da konuyla ilgili çok daha fazlasının olduğu Alman İdeolojisi’nden…
* Cem Oyvat
Greenwich Üniversitesi Uluslararası İşletmecilik ve İktisat Bölümü Öğretim Üyesi