Duvarlarında envai çeşit yazılamaların olduğu gecekonduların içinden giriyoruz Gazi’ye
Kaç yaşındasın, okuyor musun, hangi takımlısın, seviyor musunuz mahallenizi, derken içlerinden en büyüğü başlıyor kameramıza doğru konuşmaya
Duvarlarında envai çeşit yazılamaların olduğu gecekonduların içinden giriyoruz Gazi’ye.
Tek katlı, bahçeli, önü meyve ağaçlarıyla dolu gecekondular ve hiç de öyle derme çatma çarpuk çurpuk değiller.
Gecekonduların bittiği yerde Alibey Barajı’nın çevrelediği ormanlık bir alan var. Hafta sonu kimse evinde durmamış; çoluk çocuk herkes piknik alanında.
Gazinin eskilerinden bi abinin yanına oturuyor, mahallenin gelmişini geçmişini dinliyoruz.
Devrimci bir mahalle olmasından ötürü feleğin sillesini de çok yemiş, “devletin” mi deseydik yoksa. Çok baskılar görmüş, katliamlar yaşamış. Mezarlıkta ilk önce devrimcilerin mezar taşları karşılıyor sizi.
Geri dönüyoruz bol yazılamalı, bol ağaçlı gecekonduların arasına.
4 tane çocuk patlak bir topla maç yapıyor, araba çarpma korkusu olmadan.
– Kaleci misin sen?
– Hı hı.
– Tek kale mi oynuyorsunuz?
– Evet abi, ben tekim, bu ikisi bir.
– Biz kağıt doldururduk patlak topların içine. (Bir de kola kutusunu ezer onunla maç yapardık da onu söylemiyorum.)
Hoş geldin, beş gittin. Kaç yaşındasın, okuyor musun, hangi takımlısın, seviyor musunuz mahallenizi, derken içlerinden en büyüğü başlıyor kameramıza doğru konuşmaya:
– Bonzai abi bonzai, bizim okulun önünde bile satıyorlar.
En büyük olanı 13 yaşında, diğerleri 8. Belki her uyuşturucuya bonzai diyorlar belki de biliyorlar uyuşturucular arasındaki farkı, onu bilmiyorum ama 13 yaşında bir çocuğun uyuşturucuyu bu kadar tanıyor olması ürpertiyor beni.
– Çok mu buralarda?
– Ühüüü…
Bu arada anne sesi giriyor çocuklarla aramıza, tedirgin, kızgın ve korkak.
– Oğlum kimle konuşuyorsunuz orada?
Korku hiç olmadan olmuyor, başka korkuları var burada yaşayan insanların. 8 yaşında bir oğlunun uyuşturucu satıcısıyla ya da bir çete üyesiyle konuşuyor olması fikri korkutuyor belki.
“Merhaba” diyorum “teyze”, belki de benimle aynı yaşta olan bir kadına.
– Biz gazateciyiz de, haber yapıyoruz Gazi’yle ilgili.
Yaklaşmaya çekindi bize, biraz bizden, belki biraz da koçasından korkarak. Ağaçların arkasından döküldü kelimeler:
“Uyuşturucu var burda, son iki senede türedi o da, her akşam olay var her akşam bi çatışma var, gaz, mermi, silah var. 500 lira kira ödüyoruz gecekonduya, kocam Levent’te işçi. Hastane yok, okul yok.”
Yoklarla varlar, korkularla ağaçlar arasında bırakıp, teşekkür edip yolumuza devam ediyoruz, bol bahçeli bol ağaçlı daha az yazılamalı mahalle aralarında ilerliyoruz.
Bir aile buyur ediyor bizi, Ağustos sıcağında gölgede bir bahçede ikindi çayına denk geliyoruz, semaver çayı.
Bir baba, bir anne, bir nine, üç de çocuk, oturduk yanlarına.
Kendi evleriymiş oturdukları yer ama tapuları yok. “Aman” diyor “tapu mapu vermesinler zaten, herkes apartman dikmeye kalkar ondan sonra yeşilin ortasına” çevreyi kaplayan griyi göstererek.
“Seviyor musunuz burayı?” diye soruyoruz. Bir çelişki onların da yaşadıkları. Sevmiyorlar.
Bir cennete sahip olup, cehennemi yaşamak gibi anlatıyorlar.
Çay için teşekkür edip devam ediyoruz yolumuza.
Ne gecekondular bitiyor ne yazılamalı duvarlar. Dere gibi bir yere iniyoruz, üç tane gençle karşılaşıyorum, bizim diğer çocuklar biraz ilerlemişler.
Mahallenin yabancısı olduğum her halimden belli, dikkatlerini çekiyorum, “hayırdır birader ne geziyorsun buralarda” demek istiyorlar belli ama çekiniyorlar da, elimdeki kameradan olsa gerek. Ben yaklaşıyorum yanlarına, “merhaba” diyorum “gazeteciyiz biz,” uzaktaki arkadaşlarımı da göstererek, “Gazi Mahallesi’yle ilgili haber yapıyoruz da sizinle de konuşabilir miyiz?”
– Hangi gazete abi?
– Sendika.Org.
– Hangi gazeteymiş?
– Sendika….
Anlamadılar belli ama bozuntuya vermediler.
– Gel şu gölgede konuşalım abi, beynimiz yanmasın.
20’li yaşlarında üç kişi sonra beş oluyor mahalle delikanlıları. Kimisi dövmeli, kimisi façalı, en çok okuyanı ortaokul mezunu.
– Abi şöyle diyim burda kimse okumuyo zaten 3 tane ortaokul var onların da önü torbacı hep.
– Ne satıyorlar?
– Abi ot da var, hap da, eroin de.
– Kimse bir şey demiyor mu?
– Polis giremez buralara,
– Kimse bir şey yapmıyor mu peki?
– Devrimciler var onlar bişeyler yapıyolar.
– Ne yapıyorlar?
– Dövüyolar yakaladıklarını, bir daha yaparsa sıkıyorlar.
– İki kişi daha geliyor yanımıza.
– Bak abi bunlar da kullanıyordu bıraktırdım.
Havadaki tedirginlik kokusu artmaya başlıyor, selamımı verip ayrılıyorum yanlarından.
Dereden yukarı doğru çıkıyoruz gecekondular yavaş yavaş yerini 2-3 katlı binalara bırakıyor, onlar da yerlerini apartmanlara.
Rojava’ya ve katliama uğrayan Ezidi Kürtlere yardım için kurulan çadıra gidiyoruz. Acılar ve mücadele anlatılıyor.
Sonra korna sesleri bölüyor acıyı, neşeli bir Kürtçe şarkı eşliğinde. Sarı yeşil kırmızı bir düğün konvoyu yardım çadırlarının yanına geliyor.
Sesten birbirimizi anlamakta zorluk çekiyoruz, çay için ayrıca teşekkür ediyor, devam ediyoruz yolumuza…
Kırmızı bayraklar ve Gezi’de öldürülen 7 gencin resimleri bir parkı süslüyor. Aynur Bozdoğan amfisi yazıyor parkın duvarında, imza Mücadele Birliği.
Parktan görüntü alırken bir kadın bir erkek yaklaşıyor yanıma:
– Niye çekiyosun parkı
Söylemekten yoruldum ama yapacak bir şey yok:
– Sendika.Org’dan geliyorum ben, haber yapıyoruz Gazi Mahallesi’yle ilgili.
– E gelin bi çay içmez miyiz?
Rengarenk boyamışlar içeriyi, hala boyuyorlar. İçeriye girip çıkan çocuk sayısı hayli fazla, onlar boyamışlar zaten çoğunlukla.
Kütüphaneyi, çocukları, uyuşturucuyu, nasıl mücadele edilip nasıl edilmeyeceğini konuşuyor, çayımızı içip kalkıyoruz. Yalnız kabul edelim, iyi çay içtik.
Yolda HDP’li bir esnafa denk geliyoruz, çok şey söylüyor, yanına bir başka HDP’li geliyor, o daha çok şey söylüyor.
Malum kavga meselesi ile ilgili öfkeliler, “gerilimi tırmandırmayacağız” diyor, aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmiyorlar: “Burada Kürt olan, Kürt kimliğiyle dolaşan hiçbir insanın kılına dokunamazsınız. Bir hata yapmışsa biz cezasını veririz ama sen dokunamazsın.”
Yanlarından ayrılıp Halk Cephesi’nin derneğine gidiyoruz. Bir arkadaş niye geldiğimizi soruyor, yazının içinde birçok kez geçen cümleyi söylüyoruz.“Ya aslında bu konuyu falanca arkadaşla konuşsanız” iyi olur diyor.
– Ne zaman gelir?
– Yarım saate.
– O zaman biz yarım saat sonra uğrayalım.
– İyi olur.
Yarım saat sonra da uğruyoruz, ama falanca arkadaş yine yok, az daha bekliyoruz, yok, kısmet değilmiş.
Halkevi’ne geçelim, oradaki arkadaşları da dinleyelim.
Halkevciler iyi yere kapak atmış. Sırtlarını mahalleye verip yüzlerini parka dönmüşler.
Dışarıda Gezi’de yitirdiklerimizin silüetleri, içeride Mahir’in…
Burada da muhabbet eğitim hakkı mücadelesi, baz istasyonları, park, belediyenin rant meseleleri üzerine…
Çıkıyoruz, karanlık sokaklarda top oynayan çocuklara mahallenin üzerinde dolaşan bir helikopter ışık tutuyor.
Aşağıda yukarıda korsan hazırlığı.
Halkevci arkadaş bizi uyarıyor: “Bir şey olursa herhangi bir apartmanın ziline basın, sizi içeri alırlar.”
Caddeye çıkınca uzaktan birkaç slogan sesi duyuluyor, ardından TOMA ve akrepler.
Biraz gaz, biraz plastik mermi, biraz su, biraz da taş, havai fişek ve Molotof kokteyli…
Gazi’den ayrılma vakti geldi artık ama otobüs bulmanın imkanı yok, atlıyoruz bir taksiye.
– Buralı mısın abi sen?
– 30 yıldır burada oturuyorum.
– Memnun musun Gazi’de yaşamaktan, nasıl burası?
– Sana bişey söyleyeyim mi? Gazi kurtulmaz bitmiş burası.
Yanan bi barikatın önünden sağa doğru kıvrılıp devam ediyoruz, şoför anlatmaya devam ediyor.
– Neden kurtulmaz biliyor musun? Üç tane güç var Gazi’de üçü de “benim dediğim olsun” diyor. Ha bir de çeteler var onları da polis besliyor zaten. Mahallenin delikanlısı işsiz eğitimsiz ne yapacak? Bak sana bir hikaye anlatayım. Arkadaşımın oğlu, yakalamışlar bunu uyuşturucu satıyor diye dövmüşler. Kırmışlar iki bacağını, babası gitmiş konuşmuş örgütle “yapmayın etmeyin” diye. “Malı kimden aldığını söylesin, ilişmeyelim” demişler. “O zaman vururlar oğlumu” demiş. “Söylemezse biz vuracağız” demişler. Şimdi sen babasın ne yaparsın? Şimdi söyle Gazi nasıl kurtulur? Kurtulur mu ?
Sadece bir taksicinin sorusu mu bu? Bence hayır. Ama Gazi kurtarılmayı bekleyen bir yer de değil.
Gazi’nin sorusunun yanıtı yine Gazi’de, Gazi’nin de bir parçası olduğu Gezi’de…