Şahin ile güvercinin hikâyesi imkânsıza kanat çırpar. Ama Baz ile Kevok arasındaki imkânsızlık başka türden bir imkânsızlığın izini taşır Geçen yazın en sansasyonel karesiydi sanırım; elinde HDP de değil BDP bayrağıyla bir genç, üzerinde Mustafa Kemal resmi de bulunan ay-yıldızlı bayraklı diğer gencin elinden tutmuş TOMA’nın tazyikli suyundan, coptan, gazdan birlikte kaçmaya çalışıyorlar. Tahayyülümüzü azıcık […]
Şahin ile güvercinin hikâyesi imkânsıza kanat çırpar. Ama Baz ile Kevok arasındaki imkânsızlık başka türden bir imkânsızlığın izini taşır
Geçen yazın en sansasyonel karesiydi sanırım; elinde HDP de değil BDP bayrağıyla bir genç, üzerinde Mustafa Kemal resmi de bulunan ay-yıldızlı bayraklı diğer gencin elinden tutmuş TOMA’nın tazyikli suyundan, coptan, gazdan birlikte kaçmaya çalışıyorlar. Tahayyülümüzü azıcık zorlasak buradan modernize bir Yeşilçam filmi çıkarabilirdik belki de. Neşeyle el ele tutuşmuş gençler ellerinde bayrakları hoplaya zıplaya eğleniyor, şakalaşıyor, saygı ve sevgi içinde varlıklarını birbirlerine dayatmadan olduğu haliyle yanındakini kabul ediyor, geleceğin umutlu dünyasına koşuyorlar. Hareketin ilk günlerinde bu imgenin en azından belirli insanlar için belli bir zamansallıkta bir “bütün” olma isteğinin yansımasını ifade ettiği iddia edilebilirdi sanırım; cennet gaz bulutunun azıcık ötesinde bir yerde. Fakat Gezi’yi, mevcut Kürt ve Türk mücadele geleneklerinin biraradalığının sağlanacağı adımın atıldığı bir moment olarak kodlamak ve geleceğin eşitlikçi dünyasının kapısını açacak bir anahtar olarak görmek ve tanımlamak -halkların siyasal konumlarını görmek ve yan yana gelinebilecek noktayı buna uygun olarak bulabilmek- cennetvari bütün tahayyülünün ötesinde siyasal mücadele dinamiğinin veri sayıldığı başka bir bakış hattıydı. Dolayısıyla bir tarafta siyasallığın reddini içeren bir bakış açısı hâkimken diğer tarafta ise siyasal dinamikler hangi hat üzerinden buluşturulabilir sorusunun yanıtının arandığı bir duruş bulunmakta/bulunmaktaydı. Bu çatallanma doğaldı. Zaten yaşanılan (Gezi), onu tanımlamaya çalışan sıfatlar tarafından geriye doğru bir inşa girişiminin, bir anlam kavgasının bizatihi odağında değil midir aynı anda?
Gezi’de, fotoğrafta yansıyanın ruhuna uygun, Kürt ve Türk halklarının birlikte eyleyeceği yeni bir kulvar açıldığına ilişkin emareler görmek, onu böylesi bir okumaya tabi tutmak hiç de boşuna değil ve oldukça önemli. Zaten görülen emare ile deneyimleneni gelecek zamanın inşasında dayanak haline getirmek siyasal öznelerin temel görevi. Bu görev elbette yoğun bir anlamlandırma çabasını beraberinde getirir ki bu söylendiği gibi oldukça doğal. Yazı Gezi’nin Kürt ve Türk halklarının geleceği özgürlük ve eşitlik temelinde inşa edebilme adına önemli ipuçları sunduğunu veri kabul ederek ilerleyecek.
Ama öncelikle neyle, nasıl bir imkansız “aşkla” uğraştığımızı anlamak adına Mehmet Uzun’un Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık romanına göz atmak istiyorum. Bazen kurgu “gerçeğin çölünden” daha çorak bir gerçeği ifade eder – kendisi de bu “gerçeğin” oluşmasına katkıda bulunarak. Hikâye, Baz (Şahin) ve Kevok (Güvercin) arasında şiddetin kol gezdiği bir sessizlik içinde geçer. Baz, henüz küçük bir çocukken, Büyük Ülke’nin iç bölgesi olan Dağlar Ülkesi’nde çıkan ayaklanmanın bastırılması esnasında bir evde saklanan asilerin imha edilmesinden sağ kurtulan Dağlıdır. Badem bıyıklı bir zabit tarafından canı bağışlanır ve bakımı üzerine alınır, okullarda okutulur kimliğinden bihaber şekilde. Nerden geldiğini bilmeyen, ailesinin trafik kazasında öldüğünü düşünen Baz, yıllar sonra subay olup Dağlar Ülkesi’nde yeniden ortaya çıkan karışıklığı bastırmak üzere bölgeye gelir. Burada zorunlu göçe tabi tutulan yerli halkın taşındığı trene refakat etmekle görevlendirilir. Trende genç bir avukatın karısı doğum yapmaktadır, Baz avukata yardım eder doğan kız çocuğu Kevok’tur.
Kevok, yirmi yıl sonra ailesiyle göç ettiği ülkesine bir asi olarak geri döner. Asilere düzenlenen bir gece operasyonunda, aralarında Baz’ın da bulunduğu ekip Kevok hariç diğer asileri ölü ele geçirir. Baz, Kevok’u işkenceye başvurarak konuşturmaya çabalar. İşkencede kaldığı iki hafta sonunda arkadaşlarının gerekli önemleri aldığını düşünen Kevok sığınak olarak kullanılan mağaranın yerini gösterir, kimsenin orada olamayacağını varsayarak. Lakin Baz, ekibiyle mağaraya baskın düzenlediğinde Kevok’un arkadaşları ordadır ve tümü öldürülür, bu ölüm Kevok’un da sonudur aynı zamanda; hem ruhani -derin bir sessizliğe gömülür- hem de fiziksel.
Fakat bu arada iç sorgulamalar, Kevok’a âşık olması ve yakasını bırakmayan geçmişi dolayısıyla Baz ciddi bir dönüşüm geçiriyordur. Belli belirsiz olan Kevok’un varlığında anlam kazanır, nereden geldiği, derisinin rengi hepsi başkaca bir anlam dünyasının parçası olmaya başlar; Dağlar Ülkesi’nin. Büyük Ülke’nin zihninden çıkarttığı bütün o karmaşık benlik giderek ele geçirir Baz’ı. Kevok’la ülkesini, içindeki engin dağları keşfeder ki bu da onun sonudur, hem de fiziksel anlamda. Şahin ile güvercinin hikâyesi imkânsıza kanat çırpar. Ama Baz ile Kevok arasındaki imkânsızlık başka türden bir imkânsızlığın izini taşır. Bu, şahinin güvercine âşık olabilmesi için güvercinleşmesinde, kırılgan-öldürülebilir bir varoluşa dönüşebilmesindedir. Kevok’un sevilebilmesi ancak onun varlığına “düşmekle” söz konusu olabilmekte, şahin ancak Kevok’la Baz haline gelebilmektedir. Kevok’u sevmek ancak içinde onu bulabilmekle söz konusu olur, Baz olamayan şahin Kevok’a düşmandır; başka türlüsü düşünülemez: imkânsız bu döngünün içindedir ve de çözümü.
Mehmet Uzun’un kurgusuyla fotoğrafa tekrar bakmak gerek. Onu nasıl gördüğümüz bizim mücadeleyi hangi hat üzerinden yürüteceğimizle, temel düsturumuzun ne olacağıyla ya da başka bir ifade ile mücadeleyi hangi noktada eklemleyeceğimizle doğrudan ilintiliydi/ilintili. Uzun imkânsızlığı Kevok’u ancak içindeki karalığı/dağı fark edebilenin dahası Dağlı olanın sevebileceğini göstererek ifade eder ama buna itiraz etmek gerek: Kevok’a sevdalanabilmek için Dağlı olmaya gerek yok; içinde Dağlı’yı yaratmaya gerek var. Roman cennetin zaten namümkün olduğunu açıkça ortaya koyar; iki gencin birlikte kaçabilmesinin tek olası yolu ikisinin de Dağlı olmasıdır, belki biri ilerleyen zamanda kendi kökenini görecek ve Dağlı arkadaşıyla yoluna devam etmenin yolunu bulacaktır. Oysa birlikte eyleyebilmek kendi başına yeterlidir, aynı kimliği paylaşmak gerekmez çünkü eylemek aynı anda kimliksizleşmeyi de göze alabilmeyi gerektirir.
O halde cennetin ayartısına düşmeden hareket halindeki dinamiklerle ilişkilenmenin yolu aranmalı, görmek istediğini dayatmak yerine kendinden vazgeçebilmenin, yok olmadan buluşabilmenin uğrağı yaratılmalı. Şimdi bir Dağlı’ya el vermenin vaktidir çünkü ancak bu şekilde birlikte eyleyebilmenin yolu inşa edilebilir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.