Diktatörlüklere meşruiyet kazandıran, seçmen çoğunluğunun oyunu alması değil, kendisine karşı gelişen halk direnişini kırma, tasfiye etme yeteneğidir Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması halinde fiilen “başkanlık rejimine” geçileceği ve AKP faşizminin Erdoğan’ın “tek adam yönetimi”ne evrilmesinde yeni bir evreye girilmiş olacağı kaygısı bugüne damgasını vuruyor. Tayyip Erdoğan’ın söylemi de bu kaygıyı güçlendiriyor. Öyle ki ABD’nin yeni […]
Diktatörlüklere meşruiyet kazandıran, seçmen çoğunluğunun oyunu alması değil, kendisine karşı gelişen halk direnişini kırma, tasfiye etme yeteneğidir
Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması halinde fiilen “başkanlık rejimine” geçileceği ve AKP faşizminin Erdoğan’ın “tek adam yönetimi”ne evrilmesinde yeni bir evreye girilmiş olacağı kaygısı bugüne damgasını vuruyor. Tayyip Erdoğan’ın söylemi de bu kaygıyı güçlendiriyor. Öyle ki ABD’nin yeni büyükelçisi bile Senato’da Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığının, otoriterleşmeye kayma yönünde bir gelişme olacağını söylemek zorunda kalıyor.
Oysa, Erdoğan’ın “tek adam yönetimi”ne doğru ilerleyişinde cumhurbaşkanlığı seçimi bir milat değil. 10 ya da 24 Ağustos akşamı açılan sandıklardan cumhurbaşkanı olarak çıkması halinde Erdoğan elinde olmadığı için ayağına dolaşan veya dolaşabilecek bir yetki kademesini aşmış olmayacak. Cumhurbaşkanının Başbakan’dan bağımsız olarak elinde sınırlı sayıda yetki var: YÖK ve Anayasa Mahkemesi üyelerini belirlemek, Devlet Denetleme Kurulu’nu çalıştırmak, TBMM’den gelen yasaları veto etmek ya da Anayasa Mahkemesine göndermek. Gül’ün bu yetkilerini Erdoğan’ın arzusu hilafına kullandığını gösteren bir tane örnek yok. Erdoğan’ın Haziran İsyanı sonrasında şiddetlenen “tek adam yönetimine” geçiş eğilimi karşısında Çankaya’dan en küçük bir engel çıkarılmış da değil. AKP’nin adayı Erdoğan değil de Gül ya da bir başka AKP’li olsaydı, onun kampanyasını da Erdoğan yürüteceği için seçilebilecek AKP’li cumhurbaşkanının Erdoğan’a karşı özel bir “iktidar iddiası” olamayacaktı.
Dolayısıyla Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olduğunda fiili iktidarına kuş kondurmuş olmayacak; zaten kontrolünde tuttuğu ve tutabileceği Çankaya’ya kendisi çıkarak, mevcut siyasi otoritesini bu kez cumhurbaşkanlığı makamından yeniden kurmaya girişecek.
Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı tek adam yönetimine “geçiş”i değil, Erdoğan’ın mevcut tek adam yönetiminin referandumu olacak.
Burada bir tuhaflık var: Mevcut yasal mevzuat, cumhurbaşkanına devlet iktidarının kuruluşu ve hükümete etki bakımından sınırlı yetkiler veriyor. Yani cumhurbaşkanlığı başbakanın iktidarı için bir tehdit oluşturmuyor. Buna karşılık, başbakanın sahip olduğu yetkiler, cumhurbaşkanının iradesine karşı direnmeye çok daha müsait. Gül ya da AKP örgütünde az çok prestij sahibi isimlerin AKP başkanlığına ve başbakanlığa getirilmesi halinde orta vadede Erdoğan’ın siyasi otoritesinin sınırlanması daha büyük olasılık. Özal-Akbulut örneği gibi bir yola gidilmesi halinde ise Erdoğan’ın hukuk dışı “fiili başkanlığı”nın tıpkı ANAP’ta olduğu gibi, hem AKP içinde, hem de parlamento grubu ve hükümet düzeyinde ciddi sorunlar yaşaması sürpriz olmayacak.
Kısacası Erdoğan, mevcut “tek adam yönetimi”ni halka onaylatmak için tek adamlığını en zor sürdürebileceği yere çıkıyor!
Erdoğan’ın başbakanken (12 Eylül faşist anayasası çerçevesinde) yasal olan “tek adam yönetimi”nin Çankaya’ya çıktıktan sonra yasadışı hale geleceği de bir başka gerçek. Yani Erdoğan, diktatörlüğünü halka onaylatarak meşrulaştırmaya çalışırken, otoritesini tamamen yasadışı hale getirerek diktatörlüğüne karşı direnişi daha da meşru hale getiriyor. Oysa herkesin bildiği gibi diktatörlüklere meşruiyet kazandıran, seçmen çoğunluğunun oyunu alması değil, kendisine karşı gelişen halk direnişini kırma, tasfiye etme yeteneğidir. Erdoğan sandıktan nasıl bir çoğunlukla çıkarsa çıksın halkın neoliberalizme ve faşizme karşı direnişini kırmayı, sokağı hizaya getirmeyi başaramayacaktır. Üstelik direniş artık “yasadışı” bir diktatöre karşı yürütüleceği için çok daha büyük bir meşruiyet kazanacaktır.
Bence olası tek tablo, Erdoğan’ın tek adam yönetimi sevdasıyla cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturması ve şahsi diktatörlüğünü ilan etmesi değil, AKP’nin islamoneoliberal faşizmini konsolide eden yeni bir siyasi yönetim oluşturması ve bu konsolidasyon sürecini Çankaya’dan denetlemesidir. Kenan Evren’in Çankaya’ya oturarak 1982 Anayasası’nın vaazettiği rejimin yerleşmesinde oynadığı rolün bir benzerini Erdoğan oynayabilir.
Erdoğan’ın AKP iktidarının yüzyüze olduğu siyasi ve ekonomik krizleri Çankaya’dan yönetebilmesi ve partisinin ve hükümetin başında bizzat durmaksızın uyumlu bir parti-meclis-hükümet yönetimi oluşturabilmesi mümkün müdür? Kolay olmayan bir başka şey de burada. “Beton lobisi” ile ekonomi yönetimi arasındaki çelişkinin alttan alta derinleştiği ortada. İran musluğunun kapanmasından sonra Erdoğan’ın Irak’ı IŞİD’e parçalattırarak cebe atmak istediği Güney Kürdistan petrolü parasını kolay ve uzun süre kullanmasına izin verilmeyeceği ise bir başka gerçek.
Erdoğan’a (kafasındaki şeytanı dahil) kim Cumhurbaşkanı ol dediyse onu oyuna getirmiş olabilir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.