Türkiye’yi Gezi’ye taşıyan koşullar bizim dışımızdaki gerçekliğe temas eder; objektiftir. Haziran’da sokağa çıkanların yaptığına ise literatürde sübjektivizm denir; iradidir Çünkü Taksim’i ve Kızılay’ı istemek, Abdülkadir Selvi’nin takdirlerine mazhar olmamak demektir. Bunun iyi bir şey olduğunu söylemeye hacet var mı? Taksim ve Kızılay dışındaki meydanlarda bir araya gelen, “Taksim’de bölücüler var” diyen Perinçek dışında, niyetinden kuşku […]
Türkiye’yi Gezi’ye taşıyan koşullar bizim dışımızdaki gerçekliğe temas eder; objektiftir. Haziran’da sokağa çıkanların yaptığına ise literatürde sübjektivizm denir; iradidir
Çünkü Taksim’i ve Kızılay’ı istemek, Abdülkadir Selvi’nin takdirlerine mazhar olmamak demektir.
Bunun iyi bir şey olduğunu söylemeye hacet var mı?
Taksim ve Kızılay dışındaki meydanlarda bir araya gelen, “Taksim’de bölücüler var” diyen Perinçek dışında, niyetinden kuşku duymadığımız arkadaşların, Abdülkadir Selvi’nin teşekküründen rahatsız olmaması mümkün mü?
Malumunuz; Abdülkadir Selvi yandaş yazarlığın simge isimlerindendir. 1 Mayıs akşamı CNNtürk’teydi kendileri. Daha çok Ankara üzerinden konuştu. Tandoğan, Sıhhiye, Kadıköy mitinglerini övdü, Kızılay ve Taksim’i “karıştıranları” yerdi; Yenikapı’nın boş kalmasına hayıflandı.
Bütün mevzu budur işte; AKP itaat istiyor: “Ben nereyi uygun bulursam, orada toplanacaksınız” diyor. Selvi bunu tercüme ediyor ekranda.
Hangi meydanın meşru olduğuna dair tartışma Selvi’nin sözleriyle nihayete ermiştir. Çünkü Selvi de farkındadır bal gibi, sorun meydan değil, itaattir.
AKP itaat istiyor; itaat etmemek, başlı başına meşruluk tartışmasını ortadan kaldırmaktadır; yani objektif ve sübjektif koşullar hazırdır.
Tıpkı Gezi gibi. Türkiye’yi Gezi’ye taşıyan koşullar bizim dışımızdaki gerçekliğe temas eder; objektiftir. Haziran’da sokağa çıkanların yaptığına ise literatürde sübjektivizm denir; iradidir. AKP’nin baskıcı, yasaklayıcı, faşizan uygulamalarına karşı kitleler sokağa çıkmış, itaat etmeyeceğini canı pahasına göstermiştir.
İtaate itirazın, meydan tartışmasından ve hatta 1 Mayıs’ın anlam ve öneminden daha değerli olduğu ne yazık ki 1 Mayıs öncesi anlaşılamamış, toplumsal muhalefetin Gezi’den sonra bir başka muhtevaya büründüğü görülememiştir. Bu tespitin, her durum ve şart altında, “maraza çıkartalım”la alakası yoktur. Gezi direnişinin salt bu bağlamda değerlendirilemeyeceği gibi.
İtaat ve itiraz ilişkisinin nirengi noktası, despot iktidarın işaret buyurduğu her şeyin külliyen reddiyesidir.
Biz Ankaralılar açısından, Kızılay, Sıhhiye ve Tandoğan tercihinin topyekûn reddiyeyle doğrudan ilintisi bulunmaktadır.
Olan biten, yıllardır yapılagelen tarz ve yerde 1 Mayıs kutlanmayacağının ilan edilmesidir. Bu ilanın vicdani tarafı olduğu gibi, Ethem’in Kızılay’da katledilmesinden kaynaklı vefa yönü de vardır. Vicdani tarafı körelmiş, vefa duygusunu yitirmiş politik hattın neye benzediğini merak edenler Türkiye solunun tarihine kısa bir yolculuğa çıkabilirler.
O gün Kızılay’da bir araya gelenler; itaat etmeyen kadınlar, erkekler, gençler, vefalı ve vicdanlı insanlar Ethem’e sığınmayı istediler; direndiler, dayak yediler, kaçtılar, yeniden bir araya geldiler, direndiler, korktular, gözaltına alındılar.
Bizim mahallenin gazetelerinden biri, birkaç yüz kişi diye yazdı, Ethem’in arkadaşlarının sayısını; öyle görmek istediler demek ki, canları sağ olsun.
Velev ki 300 kişiydi, itaat etmeyenler. Velev ki düşman çoktu, bizimkiler azdı. Velev ki çok istedikleri halde ulaşamadılar Kızılay’a. Velev ki çok korktular.
O gün Kızılay’ın, ayrıca kahramanlık öyküsüne ihtiyacı yoktu ki.
Gelin bu sığlığa hiç düşmeden, “yedikleri al alma, içtikleri nar suyu, her biri bir çiçek” olan gencecik kızların ve delikanlıların cesaretlerine mim koyalım. Arkadaş Z. Özger’in satırlarını onlara armağan edelim.
(…)
Kaç saat vuruştuk
Kaç yüzyıl saat
Sayımızın azlığına
Düşmanın çokluğuna bakmadan
Kan tutmuş üçbin düşmana
Üçyüz yurtsever
Ama kul aşkına söylemeli
İyi direndik düşmana
Üçyüz açılmış çiçek aşkına
İyi dayandık üçbin düşmana