Devlet yıllardır ekonomiyi, Kürt halkı üzerinde bir silah olarak kullanıyor. İşsizlik, yoksulluk adeta Kürtlerin kaderi gibidir. Zengin yeraltı, yerüstü kaynaklarının üstünde yaşamalarına rağmen ve tarım, gıda, hayvancılıkta, kendine yetecek potansiyele sahip olduğu halde, Kürt halkı açlık çekiyor. Enerji, maden ve petrol gibi kaynaklarından elde edilen gelir, Kürt halkının refahına harcanmıyor. On yıllardır yürütülen ‘ekonomik asimilasyon’ […]
Devlet yıllardır ekonomiyi, Kürt halkı üzerinde bir silah olarak kullanıyor.
İşsizlik, yoksulluk adeta Kürtlerin kaderi gibidir.
Zengin yeraltı, yerüstü kaynaklarının üstünde yaşamalarına rağmen ve tarım, gıda, hayvancılıkta, kendine yetecek potansiyele sahip olduğu halde, Kürt halkı açlık çekiyor.
Enerji, maden ve petrol gibi kaynaklarından elde edilen gelir, Kürt halkının refahına harcanmıyor.
On yıllardır yürütülen ‘ekonomik asimilasyon’ politikaları yüzünden, Kürt halkı Türkiye’nin dört bir tarafına savruldu.
Sanayi havzalarının etrafını, Kürt yoksulları doldurdu.
Türkiye sermayesi, birikim sürecini, Kürtlerin oluşturduğu ucuz ve güvencesiz işgücü üzerinden sağladı.
Kürtler ‘sömürgelerde’ ancak rastlanabilecek cinsten, bir ‘ekonomik asimilasyon’ uygulamasına tabi tutuldular.
Üzerinde yaşadıkları yeraltı, yerüstü zenginliklerden, yaralanmayı bir tarafa bırakın; kaynaklar bölge dışına, batı illerine taşındı.
Tabi ki Kürtlere de külfeti ve yoksulluğu kaldı.
Başta Keban, Atatürk, Birecik, Ilısu, Karakaya barajlarıolmak üzere, enerji ihtiyacının büyük bir kısmı bölgeden sağlamasına rağmen, Kürt halkı enerjiyi ucuz kullanamadığı gibi, adı hırsız, kaçakçıya çıkarıldı.
Bölgede binlerce insan, elektrik borcu yüzünden mahkeme koridorlarında sürünüyor.
Sadece “Mardin, Şanlıurfa, Şırnak, Batman ve Siirt”in elektrik kullanımından kaynaklı “10.000 borç dosyasının savcılıkta 8.000 dosyanın da icra takibi” yapıldığı düşünüldüğünde, meselenin boyutları rahatlıkla anlaşılacaktır.
Petrol kaynaklarında da, durum farklı değil.
Türkiye petrol üretiminin büyük bir kısmını, Kürdistan’dan karşılıyor olmasına rağmen, çıkarılan petrol batıya taşınıyor ve bölge insanı her geçen gün yoksullaşıyor.
Kardeşlik hamaseti yapanlara sormak gerekiyor; kardeş kardeşi aç bırakır mı?
Yaşanan adaletsizliklerin giderilmesi için, Sayın Kışanak’ın, Diyarbakır’da üretilen petrolden pay almak istediklerini söylemesiyle…
Devletin ezberi bir anda bozuldu.
Enerji Bakanı alelacele, “Bu mümkün değil” diyerek il özel idarelerine zaten para gönderdiklerini ve “Böyle bir gündemlerinin olmadığını” söyledi ve “O zaman Antalya’ya da turizm gelirlerinden, Karadeniz’e de fındık üretiminden ayrı bir uygulama yapılması gerekir” dedi.
Peşi sıra CHP, MHP bir bütün ulusalcı cenahtan “Tek devletten, iki devlete geçiyorlar” diye açıklamalar geldi.
Devlet petrol ve enerji üretiminin tamamına yakınını, bölgeden sağlamasına rağmen ve Kürtler; bu kaynakların asıl sahipleri oldukları halde, “benim de bu kaynaklarda hakkım var” diyemiyor.
Dediğinde ise bin bir gerekçe öne sürülüyor…
“İl Özel İdarelerine”, “Valiliklere” verilen bütçelerden dem vuruluyor.
Sanki belediyeler, bu devletin kurumu değilmiş gibi bir yaklaşım sergileniyor.
Ama asıl dert, şüphesiz ki, belediyelere yapılacak ekonomik yardım değildir.
Asıl sorun, Kürt halkının ‘özerklik’ ilan etmesiyle devlete olan bağımlılığının sona ereceği korkusudur.
Özgürlükle tanışacak olan Kürtlerin, artık yoksulluk, baskı cenderesi içerisinde tutulamayacağı endişesi iyiden iyiye devleti sarmış durumdadır.
Yoksa belediyelerin, bölgelerindeki petrol, enerji, maden gibi zenginliklerden pay almalarının önünde ciddi ve aşılamayacak yasal bir engel bulunmamaktadır.
Kaldı ki bütçeden Valilikler yerine, Belediyelere pay aktarıldığında sorun kendiliğinden çözülecektir.
Artık yaşanan eşitsizlikleri katı merkeziyetçi politikalarla, Ankara’dan çözme dönemi kapanmıştır.
Baskıcı, katı merkeziyetçi devletler, giderek yerini, demokratik’ öz yönetimlere’ bırakmaktadır.
Avrupa yerel yönetimler şartı; Md 9/1 de “… Yerel makamlara kendi yetkileri dâhilinde serbestçe kullanabilecekleri yeterli mali kaynaklar sağlanacaktır;” Md. 9/5 ise, “Mali bakımdan daha zayıf olan yerel makamların korunması, (…) mali eşitleme yöntemin(e)” vurgu yaparak, yerel yönetimlerin ‘özerkleşmesini’ savunmaktadır.
Fakat Avrupa yerel yönetimler şartının bazı bölümlerini imzalayan Türkiye, bölünme paranoyası yüzünden, sözleşmenin bütününü imzalamamıştır.
Oysa yerel özerkliğin, Türkiye’nin bütününde yaşama geçmesi, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve ekonomik olarak merkeze bağımlılığı aza indirecektir.
Çünkü ‘Demokratik Özerklik’ anlayışı başlı başına halkın, köyünden, sokağından, mahallesinden, kentine kadar, toplumun öz örgütlülüğüne, halkın her alanda yerel planlamasına dayanmaktadır.
Yani Amed’de üretilen petrolünün, enerjinin nasıl kullanılacağına Anakara değil, Amed halkı karar vermelidir.
Yerel özerkliğe karşı çıkıp ve belediyelere pay aktarmamak için ayak direyen devlet, çokuluslu şirketleri yeraltı kaynaklarının ortağı yapabilmektedir.
Enerji bakanını sormak gerekir…
Diyarbakır, Adıyaman, Batman halkından esirgediğin petrol ve enerji kaynaklarını, uluslararası tekellere hangi hakla veriyorsun?
Adalet bunun neresinde?