Bugün Nisan rüzgarının havalandırdığı “sahipsiz” uçurtmalar, renkli balonlar, çelik-beton konstrüksiyon Türkiye’nin karalayıp delik deşik ettiği gökyüzünden aşağıya doğru nereye süzülürdü sizce? Hazine garantili, grotesk projelerin kuytuluğunda kalmış, “ölü çocuk isimleri” verilmiş avuç içi kadar bir yeşil parka mı? Neoliberalizmin şaha kalktığı “ışıldak” metropollerin “yasaklı” plastik meydanlarında kırık dökük, hırpalanmış yerde yatan “yaralı çocukluğa mı”? Yoksa […]
Bugün Nisan rüzgarının havalandırdığı “sahipsiz” uçurtmalar, renkli balonlar, çelik-beton konstrüksiyon Türkiye’nin karalayıp delik deşik ettiği gökyüzünden aşağıya doğru nereye süzülürdü sizce?
Hazine garantili, grotesk projelerin kuytuluğunda kalmış, “ölü çocuk isimleri” verilmiş avuç içi kadar bir yeşil parka mı?
Neoliberalizmin şaha kalktığı “ışıldak” metropollerin “yasaklı” plastik meydanlarında kırık dökük, hırpalanmış yerde yatan “yaralı çocukluğa mı”?
Yoksa hala kendilerinde meftun oldukları “acıların çocuğu” kimliğini pazarlayarak kitlelerden oy devşiren koca yaşlı adamların, el kadar çocukların üzerine saldırttığı şiddet bulutuna mı inerdi o balonlar?
Sizler masal sığınaklarından bile kovduğunuz, yaşamda tek ayak üzerinde bile cezaya kalmalarına izin vermediğiniz Türkiye’nin çocuklarını, bir günlüğüne ne yazık ki “resmi bayram töreninize” çağıramazdınız!
Babaları işten çıkartılınca iş tezgahlarına “yerleştirilmiş” yaşlı yüzlü, gözlerindeki rüya yitmiş milyonlarca çocuğun karşılarına geçip “bugün bayram çocuklar, hadi!” nakaratları atamazdınız.
Bakın! Berkin’in uçurtması bu yıl havalanamıyordu, yüksek suskunluk teknolojisiyle “kaplanmış” çocuk cezaevlerinden bir sevinç çığlığı kulağımıza değmiyordu. Otoriter-muhafazakar kapitalizm de çocukluğun bütün evrelerine garezdi. Çocukluk bizim ülkemizde paralı hizmetlerin hedefindeki “müşteri kategorisini” temsil ederdi.
Parası olanlar, çocuklarına AVM yapım hayatın tüm mallarını tükettirir, yoksulların çocukları; babasından daha ucuz, boynu patrona kıldan ince, canı burnunda kanı yerde çocuk işçi olurdu.
Geriye kalanları ise vahşi metropol girdapları yakaladığı yerde derin gırtlağıyla “yutardı”.
23 Nisan; müesses kültürümüzün hiç sahici olmayan “çocuk sevgisiyle” göz göze gelme ve bir ülkenin “öldürerek, hapsederek, istismar ederek”, yaşam hakkını sakatladığı “çocukluğunu” anma günüydü.
Öyleydi kapalı toplumun en arka odalarında çirkef kuyularına atılan, kirli erkek ellerinin hırpaladığı çocuk bedenler için yargı hükümlerine sezon sonu AVM indirimi gibi yüzde 60’lara varan ceza indirimleri eşlik ederdi.
Ama çocuk cezaevlerinden gelen “hak ihlal ve işkence ” haberleri hakim konjonktür gereği “Yeni Türkiye’ye” tezgah kuran “vatan hainliğiyle” eşleşirdi.
Salyalı erkek topluluğunun barbar gölgesi küçük işçiler, yoksulluğun kimsesiz kızları, akraba çocukları üzerinden ayrılmaz ve “çirkin sırlar” ahlakçı kalabalığın şişkin karnında deşilmeyen “habis urlar” gibi saklanırdı..
Dünyanın “tek çocuk bayramını kutlayan ülke olma gururu” böyle zonk zonk bir bağrınıza çöreklenen bir ağrı olurdu..
Suriyeli savaş mağduru bir çocuk ezbere “İstiklal Marşımızı” okur, Başbakan’ımızın göğsü kabarır, “milletimize” Suriye’nin kanla boğulmuş topraklarına militarize “İstiklal Marşı” götürme mizanseni kurulurdu.
Ayrıca devlet gereğini düşünür, 2013 yılında beş olan çocuk cezaevi sayısının 2016 yılında 15’e çıkacağı müjdesi o şehirlerdeki “kalkınma sevincimiz” olurdu.
O zaman ne duruyorsunuz, haydi gelin bugün, “sahipsiz kalmış uçurtmalar gününü” mezarlıklarda, cezaevlerinde, organize sanayi bölgelerinde kutlamaya gidelim.