İşte yeni bir 24 Nisan daha. ‘Denizler mürekkep, ormanlar kalem olsa yazılamayacak kadar’ acı, dert, sızı ve kaderin yaşandığı günün yıl dönümü. İnsanların bir sabah vakti, yüzyıllardır üzerinde yaşadıkları topraklarını, evlerini-barklarını, komşularını terk-i diyar ettikleri günün yıl dönümü. Yüz binlerce insanın aç-sefil ve perişan bir halde sürgüne gönderildiği, yüz binlerin her ilerleyen saatte ve gün […]
İşte yeni bir 24 Nisan daha. ‘Denizler mürekkep, ormanlar kalem olsa yazılamayacak kadar’ acı, dert, sızı ve kaderin yaşandığı günün yıl dönümü. İnsanların bir sabah vakti, yüzyıllardır üzerinde yaşadıkları topraklarını, evlerini-barklarını, komşularını terk-i diyar ettikleri günün yıl dönümü. Yüz binlerce insanın aç-sefil ve perişan bir halde sürgüne gönderildiği, yüz binlerin her ilerleyen saatte ve gün de öldüğü bir kıyımın kendisi. Ve tarihte ilk kez gerçekleştirilen organize bir soykırımla bütünleşmiş günün adı.
24 Nisan Ermeni Soykırımı’nı anma ve hatırlama günü olarak tarihte yerini alalı çok oldu. Ancak halen Türk devleti, hükümeti, sözüm ona bilim, tarih çevreleri ve medyası 24 Nisan 1915 tarihinin üzerinden 99 yıl geçmesine rağmen soykırımı inkâr etmeye, bu büyük felaketi ‘Ermeni kalkışması sonucu yaşanmış talihsiz bir hadise olarak’ göstermeye devam ediyorlar. Maalesef bu resmi devlet anlayışı Türk aydınının büyük kesimine de sirayet etmiş durumda.
Örneğin daha geçenlerde Ayşe Kulin gibi bir yazarın “Ben Ermenileri çok severim ama o bir tehcir olayıdır. Savaşta yaşanmış bir olaydır. Savaşta yaşananlara soykırım demek zor… Yahudilerinki gibi gidip durup dururken biz onları kesmeye başlamadık” demesine şahit olduk.
Bazen iş, Ayşe Kulin gibi yazar-aydın kimlikli gizli ırkçıların söylediğini de aşıyor. Hatta bu ret ve inkar yer yer ‘biz değil, Ermeniler bizi kesti-astı’ gibi yalan ve kirli propagandaya kadar gidiyor. Ermeni soykırımının en zalimce yaşandığı bölgelerde toprak altından fışkıran Ermenilere ait kemikler dahi bu yalanlara delil olarak sunuyorlar.
24 NİSAN KESİNTİSİZ DEVAM ETTİ
Cumhuriyet kurulduğundan bugüne kadar Türk yönetiminin, 24 Nisan 1915 öncesi ve sonrası Ermeni halkının yaşadıkları karşısında aldığı tutumda bir gariplik yok. Osmanlı İmparatorluğu’nun ‘genleri’ üzerinde şekillenen bir devletin başka türlü davranması zaten beklenemezdi.
Kaldı ki adı geçen devlet sadece Osmanlı’nın Ermeni soykırımı mirasına sahip çıkmakla kalmamış, o soykırım politikalarını bizzat ve en acımasız bir şekilde devam ettirmiştir. Sözde ‘Kürtler ayaklanıyor’ bahanesiyle Koçgiri’den, Zilan’a, Mutki’den Dersime çok geniş çaplı soykırım planlarını hayata geçirmiştir. İnsanlar mağaralarda kimyasal silahlarla, fare zehriyle katledilmiştir.
1925 yılında çıkarılan Şark Islahat Planı özü itibariyle 24 Nisan 1915’teki Ermeni Soykırımı planının devamıdır. Her iki plan arasında öz itibariyle fark yoktur. 1915’teki Ermenileri, 1925’teki ise Kürtleri aynı yöntemle soykırım uygulayarak ortadan kaldırmayı hedefliyordu.
Birincisinde tam başarı sağlandı. İkincisinde ise kısmen başarı elde dildi. Bundan dolayı Kürtlere karşı zamana yayılmış bir soykırım politikası benimsendi. Ayaklanmalar bahane edilerek Kürdistan geniş çaplı katliamlar yapıldı. Öyle ki nehirler kırmızı aktı.
Son 30 yılda yapılanlar ise daha çok yeni. 80’lı yılların sonunda 4000 köy boşaltıldı. Halk sürgün edildi. 17 bin Kürdistanlı faili meçhul cinayetler sonucu katledildi. En son AKP hükümeti döneminde 29 Mart 2009’da başlayan, her meslekten, yaştan ve cinsiyetten on bin Kürdün rehin alınmasıyla sonuçlanan KCK adı altındaki operasyonlar aslında birçok bakımdan 24 Nisan 1915 günü İstanbul hükümetinin izlediği politikanın bir devamıydı.
Ve dahası var. Aynı dönemde Ermeniler gibi acımazız bir soykırıma maruz kalan ve kökleri kazınan Asuri-Süryani halkının yaşadığı dramı, soykırımı hatırlayan dahi yok. Rum-Pontus-Laz halkalarına karşı uygulanan sürgün ve soykırım ise hiç konuşulmadı. Kapalı bir kutu içinde yaralı bir yürek gibi hep dokunulmayı bekledi.
Ermeni jenosidi için 1915 yılı bir milat olsa da, bu eritme ve yok etme politikasının öncesi 1890’larının başına uzanıyordu. Denilebilir ki bu soykırım politikasının birinci evresi 1909 yılında tamamlandı. İkinci Abdulhamit döneminde Ermenilere karşı girişilen katliamlarda ne yazık ki Kürt aşiretlerinden oluşan Hamidiye Alayları da yer aldı. Bu dönemde ahali mümkün olduğunca Ermenilere karşı kışkırtıldı. Bazı din adamları ‘Ermenileri öldüren herkes sevap işler’ diyecek kadar ileri gitti ve fetvalar yayımladı.
CİNAYET SOFRASINI KURAN ÜÇ PAŞA
Ancak 24 Nisan 1915 başlatılan operasyon çapı ve hedefi itibariyle ‘işi kökünden çözmeye’ adaydı. İstanbul hükümeti tarafından en küçük ayrıntısına kadar önceden planlanmıştı. İktidardaki ırkçı İttihat ve Terakki hükümetinin işini kolaylaştıran başka bir gelişme ise Birinci Dünya Savaşı’nın tüm yıkıcılığıyla devam etmesiydi.
O nedenle Enver-Talat ve Cemal Paşalar iç ve dış koşulları kurdukları cinayet sofrası için uygun buldular. Balkanlar, Kuzey Afrika ve Arap Yarım Adası’nda aldığı yenilgiler sonucu hızla çöküşe giden Osmanlı Devletinin enkazları üzerinde saf Türklerden oluşan bir devlet kurmak için harekete geçtiler. Hem de müttefikleri Almanya’dan büyük destek alarak.
24 Nisan 19915 günü İstanbul’da Ermeni toplumunun ileri gelenlerinden 235 kişi tutuklandı ve sürgüne gönderildi. Bu olay yüz binlerce Ermeni’nin katledilmesiyle ve Ermeni toplumunun Anadolu ve Mezopotamya topraklarından kazınmasıyla sonuçlanan soykırımın başlangıcı olarak kabul edildi.
İşte bu nedenle 24 Nisan günü Ermeni ve diğer halklar için soykırım kurbanlarını anma, hatırlama, soykırımcılardan hesap sorma günü olarak kabul edildi. Ancak 24 Nisan Türk devleti ve soykırımı inkâr ederek suç ortaklığı yapanlar içinde sendroma ve neredeyse bir kâbusa dönüşmüş durumda. Türk yönetimi yıllardır ABD ve diğer batılı devletlerin yöneticilerinin yapacağı konuşmada ‘soykırım’ kelimesi geçmesin diye uğraşıp duruyor. Dağıttığı rüşvetler karşısında da çoğu kez ‘istediğini’ elde ediyor. Ta ki yeni bir 24 Nisan’a kadar.
Türkiye’nin bu ‘yumuşak karnını’ bilen ve iyi okuyan devletler ise 24 Nisan’ı bir koz ve şantaj aracı olarak kullanmaktan geri durmuyorlar. Bir ulusunun yaşadığı tarifi imkânsız bir felaketi, acıyı ve sızıyı bir tarafa koyarak, kendi bencil çıkarlarının hesabını yapıyorlar.
ABD’DİN TUTUMU ÇİN İŞKENCESİ GİBİ
Mesele ABD yönetiminin her yıl 24 Nisan öncesi Soykırımı ‘tanıdım-tanımadım’ türünden politikası neredeyse bir Çin İşkencesine dönüştü. Tabi ki işkence gören 24 Nisan’da sendrom yaşayan Türk devleti değil, Ermeni halkı.
Çin işkencesine göre insanlar direğe bağlanıyor, başına aynı sıklıkla soğuk su damlaları damlatılıyor. Bu damlalar aynı yere, aynı zaman aralıkları içinde düştüğü için belli bir zaman sonra damlaların ağılıkları artıyor. Her damla bir balyoza dönüşüyor. Ve çok geçmeden bu işkenceye maruz kalan insan çıldırıyor.
İşte ABD yönetiminin Ermeni Soykırımı’na ilişkin takındığı ‘tanıdım-tanımadım’ politikası tıpkı Çin işkencesine maruz kalan insanın başına düşen damlalar gibi ağılaşıyor. Bir yıl sonra yüz yılı geride bırakacak olan bu büyük insanlık dramı ve soykırımın Türkiye ile olan ilişkilerde halen bir pazarlık konusu yapılması başka nasıl anlatılabilinir ki?
CİNAYET SOFRASINDA BİR SOYKIRIM MAĞDURU
Garip olan ise 24 Nisan 1915 Soykırımını halen İsrail devletinin resmen tanımamış olmasıdır. Yahudi halkının benzeri bir soykırıma uğradığı ve bütün insanlığın bu soykırımdan dolayı üzüntü, acı ve ızdırap çektiği bilinmektedir. Bugün neredeyse Hitler Almanya’sının Yahudilere karşı işlediği suçları ve soykırımı mahkûm etmeyen ülke ve parlamento bulunmaktadır.
Ancak İsrail devletinin Yahudi Soykırımı’ndan yıllarca önce Ermenilere karşı uygulanan soykırımı görmemesi ve tanımaması Yahudi halkının saygın geçmişine de gölge düşürmektedir. İsrail hem devlet olarak, hem de soykırıma maruz kalmış Yahudiler topluluk olarak Ermeni ulusunun feryat ve figanına karşı taş kesilmesi kabul edilebilinir ve hoş görülebilinir bir durum değildir. Yahudi toplumu Ermeni, Asuri-Süryani ve Kürt toplumuyla uğradıkları soykırımdan dolayı güçlü bir dayanışma içinde olmadığı sürece, insanların gözünde cinayet sofrasında oturan bir soykırım mağduru olarak görüleceklerdir. Haklı olarak öyle algılanacaklardır.
Aslında İsrail ve ABD’nin Ermeni Soykırımı karşısındaki utanç verici durumları bize, bir kez daha devletlerin vicdanının olmadığını gösteriyor. Yani çıkarlar söz konusu olduğunda devletler için vicdanın da, ahlakın da beş pare etmediğini anlatıyor.
Bu böyledir diye ABD ve İsrail’in soykırımı tanımaması önemsiz midir? Elbette ki ABD ve İsrail gibi devletlerin soykırımı tanıması Türkiye’nin tarihle yüzleşmesine olumlu katkı sunacaktır. Ancak ABD bu soykırımı tanısın veya tanımasın tarihi gerçek değiştirmeyecektir. Çünkü soykırım var. Ve sızı devam etmekte, yara ise kapanmış değil.
ABD ve İsrail gibi devletlerin Türkiye ile siyasi-askeri-ekonomik-diplomatik ilişkilerinden dolayı soykırımı tanımamaları bu yaranın açık kalmasına, acının, dram ve sızının sürgit devam etmesine katkıdan başka bir işe yaramıyor. Artık ABD ve İsrail içinde bu politikanın son bulması gerekiyor. Bu güçler soykırım gibi bütün bir insanlığı ilgilendiren bir konuda, şantaj yapmaktan, bu insanlık faciasının üzerinden çıkar sağlamaktan vazgeçmeliler. Özellikle de İsrail devletinin ve ABD’deki Yahudi Lobisinin bu konudaki tutumu kabul edilebilinir değil. Vicdanları yaralamaktadır.
Sonuç olarak 24 Nisan’ın yüzyılına geri sayım başlamışken daha yüksek sesle başta ABD ve İsrail olmak üzere bütün devletleri Ermeni halkı için ‘Çin İşkencesi’ne dönüşen ‘tanıdım-tanımadım’ politikasından vazgeçmeye, soykırımı açıktan tanıyıp ve mahkûm ederek Türkiye’nin geçmişiyle yüzleşmesi için onu daha fazla cesaretlendirmeye davet etmesi gerekiyor. Bu yapılmadan son yüz yılda sayısız örnekleri görüldüğü gibi, soykırımcıların benzeri cinayet sofraları kurmalarının önüne geçilemez.
Her yıl aynı dönemde büyük bir pişkinlik örneği sergiliyorlar. Kendi bencil devlet çıkarları için yüzyı aşkın bir dramı, acıyı ve sızıntıyı kaşıyıp duruyorlar. Her 24 Nisan yaklaştığında bunu yapıyorlar.
24 Nisan bir soykırımın, facianın, bitmez tükenmez bir acının, dramın ve sızıntının temsili adı. 1915 yılında İstanbul hükümetinin planladığı, Almanya gibi batılı bazı güçlerin desteklediği uygulama sonucu yüz binlerce Ermeni sürgüne gönderildi. Tarihte eşi ve benzeri yaşanmamış bir soykırım yaşandı.
İnsanlık oldu olası maktulün kendisini katil karşısında ispatlaması kadar büyük bir zülüm görmedi.