Dünkü yazıda, yolsuzluk ve rüşvetin neden olduğu meşruiyet krizini çözmek için “Erdoğan’ın bir çıkış stratejisi var mı?” diye sormuş ve “Seçim sandığı aklamaz” cevabını vermiştik… Sandıktan çıkan oy, karşılaştığı yolsuzluk ve rüşvet suçlamaları karşısında yargı yolunu kapatarak şaibeli duruma düşen bir hükümete böylece yitirdiği meşruiyeti geri vermez; çünkü bu sonuca yol açan olguları ortadan kaldırmaz. […]
Dünkü yazıda, yolsuzluk ve rüşvetin neden olduğu meşruiyet krizini çözmek için “Erdoğan’ın bir çıkış stratejisi var mı?” diye sormuş ve “Seçim sandığı aklamaz” cevabını vermiştik…
Sandıktan çıkan oy, karşılaştığı yolsuzluk ve rüşvet suçlamaları karşısında yargı yolunu kapatarak şaibeli duruma düşen bir hükümete böylece yitirdiği meşruiyeti geri vermez; çünkü bu sonuca yol açan olguları ortadan kaldırmaz.
Varsayalım ki iktidar yerel seçimi kendi meşruiyetinin ihyasına dair bir referanduma dönüştürmeyi başardı… Hırsızlık ve rüşvet soruşturmalarının engellendiği, delillerin karartıldığı, muhalefetin ana akım medyaya erişiminin kısıtlandığı bir ortamda bu sözde referandum esprisinin de bir kıymet taşımayacağı aşikardır.
Cumhuriyet tarihinde hiçbir hükümetin yüz yüze kalmadığı nispette ağır ve vahim olgularla destekli yolsuzluk ve hırsızlık suçlamaları karşısında çalıştırılmaları gereken müesseseler, istifa ve yargıdır ama iktidar bu mecralardan kaçmak için elinden geleni yapıyor.
İktidarın gözüne “kaçış yolu” gibi görünenlerden biri, işte yazdık, seçim sandığında sözde aklanmaya çalışmaktır.
Diğer sözde kaçış yolu ise daha koyu bir baskı rejimi kurmaktır ki şimdi yapılmak istenen bu…
Sonda değil, başta söyleyelim: İnternet yasakları, yargıya el koymalar ve MİT hegemonyası gibi yollarla da kopkoyu bir baskı rejimi kurmaya tevessül eden Erdoğan’ın hiçbir başarı şansı yoktur. Bu yolun sonunda Erdoğan’ın partisi, Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan da olabilir. Yani AKP seçmen tabanını büyük ölçüde kaybedebilir ve bu partinin geleceğe intikali için yegane formül olan “Erdoğan’sız AKP” de işe yaramaz hale gelebilir.
“Daha koyu bir baskı rejimi” Erdoğan’ı ve partisini şu nedenlerle kurtarmaz:
Birincisi, sürdürülemez de ondan…
Çünkü Erdoğan ve partisinin böyle bir rejim için halkın rızasını satın alma imkanı yoktur.
Bakınız, Türkiye, bir Rusya, bir Suudi Arabistan ya da İran gibi petrol ve doğal gaz rantiyesi değil. Bir zenginliğin üzerine oturup, bunun bir kısmını halka itaat ve biat rüşveti kabilinden dağıtarak varlığını sürdürme imkanı bulacak bir rejim kurulamaz Türkiye’de.
Enerji rantiyesi ülkelerin bir de uluslararası sisteme karşı bağışıklıkları oluyor. Buralarda kapalı rejimler kurulabiliyor ve pekala uzun ömürlü olabiliyorlar.
Öte yandan Türkiye, bir Çin gibi mesela, olağanüstü rekabetçi ve muazzam üretim gücüyle dünyaya karşı siyasi bağışıklık geliştirebilecek bir ülke de değil. Ya da Türkiye, Moğolistan gibi hiç kimsenin umurunda olmadığı bir coğrafi bağışıklık ülkesi hiç değil. Ve Türkiye, kokuşmuş, çürümüş bir hakim zümrenin sırf rejimleri yıkılmasın diye bilerek ve isteyerek dünyaya kapatabildiği, izolasyonist bir Cezayir de olamaz.
Türkiye’nin yukarıda saydığım örneklerden birine benzemesi coğrafi, iktisadi, tarihi ve içtimai sebeplerden ötürü imkansızdır.
Erdoğan ve partisi bugüne kadar olduğu gibi halkın hatırı sayılır bir kısmının rızasını, refah artışı ve ekonomik büyümeyi sürdürebilmesi sayesinde alabilir. Ama bunu bir baskı rejimi altında başarması mümkün değildir.
Enflasyonist büyüme modeli 2001 kriziyle tamamen çöken Türkiye, cari açığının finansmanına dayalı bir büyüme modeline geçmek zorunda kaldı ve böylece uluslararası konjonktürün de yardımıyla nispeten başarılı oldu.
Cari açığını uluslararası mali piyasalardan veya direkt dış yatırımla finanse edebilmesi için Türkiye’nin rejimi, hukukun üstünlüğüne dayalı, insan haklarına ve temel hak ve özgürlüklere saygılı, demokratik, kurumsal ve öngörülebilir olmak zorunda. Yoksa Türkiye’ye cari açığını kapatmaya yetecek kadar para girişi olmaz; bu kez hükümet batmamak için o yabancı parayı piyasadan toplamaya başlar, devalüasyon olur, yoksullaşırız, büyüme daha da düşer ve bunlar çok kısa sürede yaşanabilir.
Kısmen yaşanıyor da zaten.
Bunlar olursa, Erdoğan’ın kendi seçmeninin rızasını satın almakta kullandığı refah artışı ve büyüme ayağı kesilir. Erdoğan’ın öteki ayağı “kimlik”tir. Erdoğan, kendi seçmenine sunarak onlarla özdeşlik sağladığı Sünni-muhafazakar İslami kimlikle idare edemez. Tek ayak üzerinde durarak ülkeyi yönetemez, gider.
Görüldüğü gibi “Erdoğan’ın bir çıkış stratejisi var mı?” sorusuna cevap arayışımızda son noktayı koymuş bulunuyoruz: Yoktur.