Le Monde Diplomatique’in Arapça yayın yönetmeni ve Suriye Demokratik Forumu’nun kurucusu Samir Aita ile Türkiye’nin Suriye açmazına dair yaptığım sohbetin ardından bunları yazmak istediğimi söyleyince “Müsaade et, yazıya dökeyim, konu hassas” dedi. Le Monde Diplomatique’in Arapça yayın yönetmeni ve Suriye Demokratik Forumu’nun kurucusu Samir Aita ile Türkiye’nin Suriye açmazına dair yaptığım sohbetin ardından bunları yazmak […]
Le Monde Diplomatique’in Arapça yayın yönetmeni ve Suriye Demokratik Forumu’nun kurucusu Samir Aita ile Türkiye’nin Suriye açmazına dair yaptığım sohbetin ardından bunları yazmak istediğimi söyleyince “Müsaade et, yazıya dökeyim, konu hassas” dedi.
Le Monde Diplomatique’in Arapça yayın yönetmeni ve Suriye Demokratik Forumu’nun kurucusu Samir Aita ile Türkiye’nin Suriye açmazına dair yaptığım sohbetin ardından bunları yazmak istediğimi söyleyince “Müsaade et, yazıya dökeyim, konu hassas” dedi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Alevilerin huzurunda sürekli Nusayri ifadesini kullanması, mezhepçi yaklaşım ve örselenen etkin-dinsel mozaikle ilgili öfkeyi dün “Muhalif bir Suriyeliden one minute: Asıl Osmanlı biziz!” başlığıyla yazmıştım. Arapların Osmanlı hasretiyle kavrulduğunu vehmedenlere ters gelse de Aita’nın görüşlerinin Suriye’de yaygın olarak paylaşıldığını teslim etmeliyim. Üzerinde konuştuğumuz yer Arap milliyetçiliğinin beşiği. Geliştirdiğiniz argümanların Suriye’deki karşılığını idrak edemiyorsanız hep ofsayta düşer, cani bir rejime ilaveten ölüm makineleriyle baş başa kalırsınız. O yüzden ‘parayla yanınızda tuttuklarınız’ ya da ‘mezhepdaşlarınız’ değil harbi muhaliflerin, sizin onlara vaat ettikleriniz hakkındaki tepkilerine bakmalısınız. Aita bir ayna:
Sizce Türkiye nerede hata yaptı?
Türkiye’yi sorunun parçası ve Suriye’deki feci gidişatın baş sorumlularından biri haline getiren yanlışlıklar var. İsyanın başında Türk hükümeti İhvan’a (Müslüman Kardeşler) koşulsuz destek verdi ve Beşşar Esad ile İhvan arasında bir barışın sorunu çözeceğini sandı. Erdoğan’ın bunun işe yaramadığına şaşırmasına şaşıyorum. Daha sonra Türkiye muhalefetin bölünmesinde kararlı bir rol oynadı. Halbuki siyasi reformlarla isyanın başarısı için mutlak bir birlik gerekliydi. Türkiye’nin iddiası Demokratik Değişim İçin Koordinasyon Kurulu’nun PKK’ya yakın PYD’nin de bünyesinde bulundurduğu yönündeydi. Kaldı ki kendisi PKK ile müzakere yürütüyordu. Koordinasyon Kurulu ve PYD’ye karşı kapsayıcı olmak müzakereleri kolaylaştırabilirdi. Çeşitli vesilelerle Amerikalı ve Britanyalı diplomatların bana “Şimdi böylesi bir ortak adımı Suriye Ulusal Koalisyonu ile atabilirsiniz, çünkü Erdoğan ya da Davutoğlu buna karşı çıkmıyor” dediğini hatırlıyorum. Gülümseyerek verdiğim yanıt şuydu: “SUK’taki Suriyeli arkadaşlarımla mı müzakere edeceğim yoksa dolaylı olarak Türk hükümetiyle mi?” Bu tutum muhalefeti birleştirme hedefimize hizmet etmedi. Ayrıca Türk yetkililer barışçıl devrimin askeri bir çatışmaya dönüşmesinden yana oldular. Daha kötüsü silahlar ve yabancı savaşçıların Suriye’ye girmesine izin verirken ordudan ayrılan askerlerin Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) organize etmelerini engellediler. Askeri karmaşa ve aşırılıkçılık belasının ana müsebbibi bu kararlardır. Ve Türkiye’ye kaçan ve Suriye’ye teslim edilen Tuğgeneral Harmuş’un hikâyesi hâlâ belirsiz. Türk hükümeti bütün İslamcı savaşçıların Antakya sokaklarında dolaşmasına izin verip ilk mülteci kamplarını Hatay’a yaparak da büyük risk aldı. Bu içerdeki sosyal denge açısından da büyük risk. Ve kampları Kilis’e taşımak bir yıl aldı.
Türkiye’nin yaklaşımı neden mezhepçi olarak değerlendirildi?
Davutoğlu, Alevileri Nusayri olarak isimlendirmekte ısrar etti. Suriye’dekilerin de Türkiye’dekilerin de bundan hoşlanmadığını biliyor. Bu, bugünün Türkiye’sinde Alevilere Kızılbaş demek gibi bir şey. Bu tipik mezhepçi bir tutum. Erdoğan, Esad’ın gerçek bir Müslüman olmadığını dile getiriyor. Esad bir diktatör, katil ve suçlu, bu doğru. Bunun İslam’la ne alakası var. IŞİD’ın adamları da Müslüman ama suçlu.
Türkiye’nin durumu kötü idare etmesinin rejimin eline çok fazla kart verdiğini düşünüyor musunuz?
Türkiye’nin derin dahli, devrimin sosyal ve özgürlükçü yanını inkâr eden Esad’ın kendi oyununu oynamasına yaradı. Esad şiddet, mezhepçilik ve dış müdahaleden bahsetti. İktidarda kalmak için bu 3 şeyi öne çıkardı. Türk hükümeti tam da Esad’ın oyun alanına gitti: Muhalefetin politikasına detaylıca karıştı, şiddet ve mezhepçiliği tercih etti. Askeri çözümü savundu, devrimsel dönüşümü iç savaşa sürükledi. İşte Esad’ın tam istediği buydu.
Peki Türkiye’nin derdi neydi?
Dürüst olursak bilmiyorum. Amacı devrime yardım idiyse başarısız oldu: Devrimi iç savaşa dönüştürdü. Hedefi uzun vadede Suriye’de nüfuz sahibi olmak idiyse başarısız oldu: Sosyal ve siyasi dengeleri tehlikeye soktu. Kürtlerle hatta Halep’le ilişkileri bozuldu. Halepliler fabrikalar ve işyerlerinin sökülüp Türkiye’de satılmasını, Kaide savaşçılarının tamamının Türkiye üzerinden gelmesini asla affetmeyecek. Türkiye’nin hedefi Körfez ülkelerinin yatırımı çekmek idiyse bu da basiretsizlik. Başlangıçta Katar ve Türkiye’nin tercihi olan İhvan’dan S. Arabistan nefret eder.
Sizce de İhvan, Türkiye ile rejim arasında bir pazarlık konusu muydu?
Erdoğan ve Davutoğlu Türkiye’nin uzun vadeli çıkarları değil İhvan’a çok yakın olan AKP’nin çıkarları için hareket etti. İhvan, 1970 ve 1980’lerde Saddam’ın müttefikiydi ve Suriye’nin yakın siyasi tarihinde büyük hatalar yaptı. Türkiye’deki gibi İhvan’ın Suriye’nin yeni siyasi sisteminin belkemiği olacağını sanmak sadece yanlış bir bahis değil siyasi İslam açısından da Türk modelinin sonu olur.
Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın muhalefet cephesindeki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fransa ve Katar, Libya senaryosunu Suriye’de de uygulamak istedi. Bunun için Türkiye’ye ihtiyaçları vardı ve bu üçlü Libya Geçiş Konseyi’ne benzer bir muhalefet modeli oluşturmak için çalıştı. Mantık, barışçıl devrimi havadan dış müdahaleyle desteklenen askeri isyana dönüştürmekti. Haliyle Türkiye, Katar ve Fransa’nın Suriye Ulusal Konseyi’nin oluşturulmasında dahli büyük. Konsey başarısız olunca yerini Suriye Ulusal Koalisyonu aldı. Başlangıçta Suudi Arabistan’ın desteği azdı çünkü Yemen, Bahreyn ve Mısır’daki devrimler yüzünden çok meşguldü. Suudi Arabistan daha geçen sene sahneyi Katar’dan devraldı ve savaşçıları sahada toplayarak doğrudan işin içine girdi. General Selim İdris’le ÖSO Genel Komutanlığı’nı organize etti, başarısız olunca bu kez İslami Cephe’yi kurdu. Bu 4 ülke işbirliği yapıyor ama zaman zaman rekabet içine giriyor: Katar, İslami Cephe’yi yeniden ele geçirdi. 4 finansör arasındaki rekabetten dolayı bazen Koalisyon’da ve silahlı gruplar arasında komik çatışmalar oluyor. Kriz vekalet savaşına dönüştü: Bir tarafta İran ve Hizbullah, diğer tarafta Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye. Maalesef Suriye ile tarihsel ve sosyal bağları Türkiye’ye istikrar rolü biçerken o çözümün değil sorunun bir parçası haline geldi.
Cenevre-2 Konferansı ile ilgili senaryonuz nedir?
Uzun ve yorucu bir süreç olacak. Suriye savaş ağaları arasında bölündü ve Kaideci üretiyor. Bu komşular için de çok tehlikeli. Siyasi çözümden başka yol yok. Muhalefetin birleşmeye ve net bir liderliğe ihtiyacı var. Ateşkes olsa bile siyasi uzlaşma zaman alacak.