Demokrasi ve hukukun üstünlüğüne güven erozyonu ile ekonominin tepetaklak gidişi arasında irtibatı görmek çok mu zor? Ekonomi ‘alarm zilleri’ çaldırıyor. Bunun bir ‘siyasi maliyeti’ olması ise kaçınılmaz. Siyasi iktidar ‘fatura’yı ödeyecek. Çaresi yok. Kaçışı yok. Türkiye’de ekonominin kötüleşmesi, insanların hayatını olumsuz etkileyecek sonuçlar ‘Allah’ın emri’ değildi. Zira dünya ekonomisi, genel olarak ‘iyiye’ gidiyor. Türkiye’nin ekonomisinin […]
Demokrasi ve hukukun üstünlüğüne güven erozyonu ile ekonominin tepetaklak gidişi arasında irtibatı görmek çok mu zor?
Ekonomi ‘alarm zilleri’ çaldırıyor. Bunun bir ‘siyasi maliyeti’ olması ise kaçınılmaz. Siyasi iktidar ‘fatura’yı ödeyecek. Çaresi yok. Kaçışı yok.
Türkiye’de ekonominin kötüleşmesi, insanların hayatını olumsuz etkileyecek sonuçlar ‘Allah’ın emri’ değildi. Zira dünya ekonomisi, genel olarak ‘iyiye’ gidiyor. Türkiye’nin ekonomisinin kötülemesi, dünya ile niçin ters bir trendde yol alsın?
Ekonomipolitik alanında dünyanın en saygın ve etkili yazarları arasında sayılan Martin Wolf’un önceki günkü Financial Times’da ‘The challenges of post-crisis world’ başlıklı bir yazısı yayımlandı. ‘Kriz-sonrası dünyada karşılaşılacak sorunları’ irdeliyordu, adından anlaşılacağı üzere.
Yazı, “Dünya ekonomisinin daha iyiye gittiğine çok haklı nedene dayanan konsansüs var. Yüksek gelir ekonomileri, en sonunda, havalanıyorlar ve bu özellikle ABD ve İngiltere için geçerli” cümlesiyle başlıyor. Dünya ekonomisinin küresel büyüme hızı için öngörülen oran yüzde 3.7.
Türkiye ekonomisi için 2014 büyüme oranları sürekli aşağıya çekildi. Resmi açıklamalarda daha önce öngörülen yüzde 4’ün de aşağısına, yüzde 3.5 dolaylarına çekildiği üç ay önce belirtildi. Önemli uluslararası finans kuruluşlarının kamuoyu ile paylaşılmayan ve iki hafta önceki tahminleri, bu rakamı yüzde 2.5’e kadar indiriyordu.
Son bir hafta içinde, eksiye düşme ihtimali de belirdi. Yani, negatif büyüme bile söz konusu olabilir.
Nereden bakılsa, Türk parasının dolar karşısında tepetaklak olması, artan kredi maliyetleri, yükselen siyasi risk primleri, büyümenin düşmesine, ekonominin daralmasına ve dolayısıyla işsizliğe yol açacak. Art arda seçim yaşayacak bir ülkede herhangi bir siyasi iktidarın en istemeyeceği tablo. Bir de buna enflasyonun yükselmesini ekleyin; Tayyip Erdoğan döneminin sonunu, herhangi bir ‘uluslararası komplo teorisi’ ya da ‘dış mihrakların içerdeki hain uzantıları’na bağlamadan, görebilirsiniz.
Türkiye, önemli bir ülke, son on-on beş yılın ‘yükselen’lerinden biri olduğu için, uluslararası basında ve özellikle ‘ekonomik-mali uzmanlık’ organlarında çok sıkça ve ayrıntılı biçimde yer buluyor. Bunlardan biri Bloomberg. Merkez Bankası’nın şok faiz arttırımı kararı üzerine –öncesinde tıpkı New York Times’ın başyazısında olduğu gibi- ‘Yazı Kurulu-Editors’ imzalı ‘Turkey’s Economy and Erdogan’s Shame’ (Türkiye’nin Ekonomisi ve Erdoğan’ın Ayıbı) başlıklı bir yazı yayımladı.
Merkez Bankası’nın kararını gecikmeli buluyor ve piyasaların bankanın bağımsızlığına güven kaybetmiş olduklarını ve ne yapmak istediğini pek anlayamadıklarını belirterek eleştiri getirdikten sonra, şu satırlara yer veriyor:
“Erdoğan, Merkez Bankası’nın kararından önce faizlerin artışına karşı olduğunu ve ülkenin büyümesine zarar verilmesi halinde bankayı sorumlu tutacağını söyledi. Bu konuda yanılıyor. Erdoğan’ın faiz artışına düşmanlığının kökünde dini inançları bulunmakla birlikte, Türkiye’nin ekonomisini mahvetmek için küresel bir komplo yapıldığına dair çılgın teorileri, çok önemli bir para siyaseti aracının kullanılmasını önledi. Dolayısıyla Erdoğan, bu gecikmenin her türlü sonucunun sorumluluğunu paylaşmaktadır.”
Bloomberg değerlendirmesinin şu bölümü özellikle not edilmesi gereken cinsten:
“Türkiye, gelişmiş ülkeler merkez bankalarının –özellikle Amerikan FED’inin- tahvil alımlarını kıstığı durumda, her zaman tehlikede olacaktır. O sıcak para denilen, mali kriz sırasında Türkiye’ye daha büyük getiri elde etme amacıyla akmıştı. Türkiye’nin cari işlem açığı, gayri safi milli hasılasının yüzde 7’si kadar ve bunun yüzde 80’i kısa vadeli (sıcak para) ile finanse ediliyor.
Bununla birlikte, Türkiye hâlâ küçük oranlarda sermaye girişlerinden istifade ediyor. Bu bakımdan, sıcak paranın kaçışı geçen yılbaşı ile geçen hafta arasında liranın yüzde 30’dan fazla değer kaybetmesinin baş nedeni olamaz. Bu durumun şerefi, artan siyasi risk algısına aittir ki bu da para politikasındaki çarpıklıkları kadar, büyük ölçüde, geçen yaz sırasındaki halk protestoları üzerine ve daha da yakın tarihte hükümetine yönelik yolsuzluk iddialarına karşı, Erdoğan’ın ortaya koyduğu istikrarı bozucu tepkilerle ilgilidir.
Büyümeyi sağlamak için, Erdoğan Türk ekonomisinin yönetimine ait inancı tekrar yerleştirmek zorundadır. Bunun olabilmesi için, Erdoğan’ın siyasi muhalifleriyle ilişkili iş çevrelerini üzerindeki baskılarına son vermesi, hukukun üstünlüğünü ayaklar altına alan yargı ve polis güçlerindeki temizliği durdurması, para politikasının ayarlanmasına siyasi müdahaleyi kesmesi ve Avrupa Birliği’ne üyelik müzakerelerini, onun için gerekli olan ekonomik ve kurumsal reformlar uğruna, canlandırması gerekiyor.”
Bu satırların dünyanın her köşesinde okunmasından 24 saat geçmeden, Ankara, İstanbul ve İzmir’de 800 emniyet görevlisinin yeri değiştirildi. Sayının 17 Aralık’tan bu yana 6500’e vardığı, bazılarının ikinci hatta üçüncü kez yerlerinin değiştirildiği haberi geldi. Rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarına elini süren tek bir savcı bile görevinde bırakılmadı. Herhangi bir savcının konuya elini sürmesi de yeni İstanbul Başsavcısı’nın talimatı ile önlenmiş durumda.
Yolsuzluk soruşturmasını kapatan ve her gün hukukun üstünlüğünün üzerinde tepinen bir iktidarımız var. Yine de bazı gazete ve televizyonların nasıl satın alındığı ya da el değiştirildiğine, Başbakan için nerede, nasıl yazlık inşaat edilmekte olduğuna dair ses kayıtları ise internette dolaşıyor. Bunun önlemi olarak, Türkiye’yi Kuzey Kore ve Suudi Arabistan (ve de Çin ve İran) aynı ‘lig’e sokacak bir internet kanunu hazırlanıyor.
Merkez Bankası’nın ‘şok’ faiz artışına rağmen, paranın (ve de ekonominin) dikiş tutmayacağının sebebini anlamak çok mu zor? Sebebin ‘siyasi’ olduğunu, Türkiye’nin demokrasisi ve hukukun üstünlüğüne güven erozyonu ile ekonominin tepetaklak gidişi arasında irtibatı görmek çok mu zor?
17 Aralık ‘darbe’ idiyse, konu ‘paralel devlet’e son vermek ise Cafer Solgun’un dünkü Taraf’taki şu satırlarına ne cevap bulunacak?
“… O ‘paralel devlet’ de iktidar mensuplarının adlarının karıştığı rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarını yürüten savcılar ile emniyet mensupları olsun; oradan oraya sürülsünler ama ‘darbe girişimi’ nedeniyle haklarında soruşturma açılmasın, iddianame hazırlanmasın, yargı önüne de çıkarılmasınlar…”
Benim verdiğim ‘hüküm’ ise şöyle: Böyle bir durum, Venezuela’nın Chavez’i için, İran’ın Ahmedinecad’ı için, hatta Rusya’nın Putin’i için söz konusu olabilir. Türkiye’nin Recep Tayyip Erdoğan’ı için niçin olmasın? Olamaz, çünkü Türkiye NATO üyesi ve AB’nin aday üyesi.
New York Times’ın ‘Türkiye’nin Yanlış Dönüşü’ başlıklı başyazısında, tam da bu nedenle, Türkiye’nin gelişmelerinin ‘NATO için tehdit’ olduğu algısına yer veriliyor.
Yani, Türkiye’yi Kuzey Kore gibi içe kapatamazsınız. Denemeye kalkarsanız, sadece siyasi değil ekonomik felakete de büyük ölçüde Erdoğan’ın, yol açarsınız.
O da sizi, önünde sonunda, götürür…