On iki senedir beraber memleketi yönettiğiniz müttefiklerinizin çete olduğuna şimdi mi aydınız? Kavga mı ediyorsunuz” diye soranlara ‘fitneci’ diye beraber bağırdılar. İşler ortaya çıkınca, “Kavga edersek ikimiz de kaybederiz” diye yek diğerine yalvardılar. “Ne istediniz de vermedik” diye “yüzüne gözüne dursun” kartını çekip, gelinini nankörlükle suçlayan kaynanalar gibi dertlendiler. Güreş kaçınılmaz olunca koydular ellerini bellerine, […]
On iki senedir beraber memleketi yönettiğiniz müttefiklerinizin çete olduğuna şimdi mi aydınız?
Kavga mı ediyorsunuz” diye soranlara ‘fitneci’ diye beraber bağırdılar. İşler ortaya çıkınca, “Kavga edersek ikimiz de kaybederiz” diye yek diğerine yalvardılar.
“Ne istediniz de vermedik” diye “yüzüne gözüne dursun” kartını çekip, gelinini nankörlükle suçlayan kaynanalar gibi dertlendiler.
Güreş kaçınılmaz olunca koydular ellerini bellerine, çıktılar meydanlara, koşturdular mikrofonlara, parmaklarıyla saçlarını tarayıp kameraların karşısına kuruldular ve başladılar hep beraber bağırmaya:
“Çete var, cunta var, yetişin a dostlar bize komplo var.”
Bir umut belki beraber dövdükleri eski pehlivandan yardım gelir diye ‘maksadını aşa aşa’ “Milli orduya kumpas kuruldu” diye ağlaştılar.
Çeteyi evlerinde ayakkabı kutularında paralar çıkana kadar fark edemeyecek kadar kör müydünüz?
Çete var, hepimizin başını yakacak diye senelerdir yazıp çizenler içeri tıkılırken arkalarından teneke çalıp zevklenirken sağır mıydınız?
Aranız mı bozuk cicim diye sorulduğunda soranlara lanet edip çetenin boynuna sarılırken dilsiz miydiniz?
Dün mü öğrendiniz Yargıtay’ın imamı olduğunu, imamın hocaefendisinin önünde bağdaş kurup ondan emir beklediğini. Dün mü öğrendiniz polisin imamı olduğunu, ellerinde belgeler, bilgiler hocaefendisinden talimat almaya koşturduğunu.
Dün mü öğrendiniz de bize bunu bugün anlatıyorsunuz?
Kuzum hakikaten siz ne yapmaya çalışıyorsunuz?
On iki senedir beraber memleketi yönettiğiniz müttefiklerinizin çete olduğuna şimdi mi aydınız?
Ağzınızdan burnunuzdan para fışkırır, çirkin beton bloklarınızı zırhsız yumuşak etimize paslı hançerler gibi sokarken flaş patlayınca mı hidayete erdiniz.
Bakanların mahdumlarına, beraber oturulup kalkılan işadamlarınıza dokunan olmasa ne çeteyi dinleyecektik sizden ne de cuntayı.
Ne savcılara müdahale edilecekti ne de polisler görevden alınacaktı.
Ne istediler ise vermiştiniz.
Her işi müteahhitçe çözdüğünüz için yargıyı, emniyeti taşerona teslim etmiştiniz. Şartnameye mi uymadılar da kızdınız?
Efendiler bir söyleyin hele hangi ganimeti paylaşamadınız.
Fitne çıkartmak gibi olmasın. İki tarafın da sevdiği bir yazıyla girelim yeni yıla:
“Sizin sadrazamlıkla, seraskerlikle, nâzırlıkla gözleriniz doymamıştı, a padişah heveslileri… Şam’da, Halep’te az daha namınıza hutbe okutup, isminize sikke kestirecektiniz. Yenilik sizde, kahramanlık sizde, avurt zavurt sizde, caka tavır hepsi sizdeydi. şimdi böyle sinsi sansar gibi tavandan tavana nereye?
Siz âmir olmadınız, sergerdelik ettiniz. Siz valilik yapmadınız, asesbaşılık ettiniz. Efelere, taş çıkardınız; zorbalara parmak ısırttınız…”
Hakikaten efendiler nereye? Bu kavganın gidişatı nereye?
Düne kadar el ele, kol kola kuzu çevirip güler oynarken, testi testi ayranı gürbüz boğazınızdan midenize akıtırken bu ayrılık gayrılık, bu ölümüne dalaşla nereye?
İki pehlivan birinin adı Ali diğerininki Selim. İki alperen, iki kardeş tutuştular bir güreşe. Biri diğerini alt edemedi. Sadece namaz için ara vererek güreştikçe güreştiler. Gün akşam oldu, meşaleler yakıldı, ay ışığında güreşe devam ettiler. İkisinin de nefesi kesildi orada can verdiler.
Düştükleri yerde gür bir pınar doğdu. Kırkpınar böyle oldu.
Efendiler gür pınarlara, temiz sulara hasretiz.
Efendiler bir zahmet beraberce düşüveriniz.
Mutlu seneler.