Erdoğan bugün nasırına basılmış gibi, “paralel devlet”ten bahsetse de, on bir yılık iktidarında, böylesi derin bir ilişkiden habersiz olması, hayatın olağan akışına uymamaktadır Son günlerde Cemaat, iktidar ve devlet etrafında artık üstü örtülmeyecek düzeye gelen bir kavgayı tetikleyen yolsuzluklar, giderek bir sistem sorunu haline gelmiş durumda. Çünkü yıllarca ülkeyi yöneten sağ iktidarlar, demokratikleşme konusunda ayak […]
Erdoğan bugün nasırına basılmış gibi, “paralel devlet”ten bahsetse de, on bir yılık iktidarında, böylesi derin bir ilişkiden habersiz olması, hayatın olağan akışına uymamaktadır
Son günlerde Cemaat, iktidar ve devlet etrafında artık üstü örtülmeyecek düzeye gelen bir kavgayı tetikleyen yolsuzluklar, giderek bir sistem sorunu haline gelmiş durumda.
Çünkü yıllarca ülkeyi yöneten sağ iktidarlar, demokratikleşme konusunda ayak direyip, temiz toplum, temiz siyaset kanallarını açmadılar.
Demokrasiden uzak bu anlayış sayesinde, yozlaşma daha da derinleşti.
Zira yaşanan yozlaşma, sadece günümüzle sınırlı değildir.
Yolsuzluklar ve paralel devlet ilişkileri, geçmişten bu yana var olagelmiştir.
Öyle ki halk; rüşvet, yolsuzluk, iltimas ve çeteleşmeleri kanıksamış durumdadır.
Siyaset, sermaye, mafya ve militarizmin oluşturduğu devlet oligarşisi, adeta ülkenin kaderini belirler duruma gelmiştir.
Bugün devlet bakanlarının, bürokrasinin, mafyanın karıştığı kirli ilişkiler, aysbergin sadece görünen yüzüdür.
Kamu ihaleleri, KİT’lerde yaşanan vurgunlar, yerel yönetimlerdeki yolsuzluklar, ordu ve polisin denetlenememesi, Türkiye’yi yolsuzluk listesinin 64. sırasına oturtmuştur.
AB kriterleri çerçevesinde yeni yürürlüğe konan “Etik sözleşmesi” ile devlet içerisindeki rüşvet ilişkileri azaltılmaya çalışılsa da, Türkiye dünya yolsuzluk listesinde yerini korumaktadır.
Ama asıl çürüme, Evren ve Özal paralel devletinin “benim memurum işini bilir” anlayışını zihinlere yerleştirmesiyle başlamıştır.
Özal döneminde yolsuzluklar ve rüşvet adeta resmileşmiş, iktidar gücünü de kullanarak, yeni yetme zengin bir sınıf yaratılmıştı.
Özal’dan sonra gelen, Çiller, Güreş paralel devletinin, Kürdistan’da yürüttüğü özel savaşta her tür hukuksuzluğu mubah sayması, çeteleşmeleri artırmıştır.
Susurluk kazası ile açığa çıkan devlet, mafya, bürokrasinin karıştığı çeteleşme, “derin” ya da “paralel devlet” imajını güçlendirmiştir.
Kürdistan’da katliamlara karışmış yöneticilerden, ordu ve polisten, koruculardan hesap sorulmaması, Roboski Katliamı’nın arkasındaki gerçeğin henüz açığa çıkarılmaması, Gezi direnişinde öldürülen gençlerin faillerinin korunması, hangi devletin gerçek, hangisinin derin ya da paralel devlet olduğunu sorgulatır duruma getirmiştir.
Erdoğan bugün nasırına basılmış gibi, “paralel devlet”ten bahsetse de, on bir yılık iktidarında, böylesi derin bir ilişkiden habersiz olması, hayatın olağan akışına uymamaktadır.
Herkesin yatak odalarına kadar dinlenip izlendiği bir ülkede, eğer Erdoğan “paralel devlet”ten habersizse, “kardeşim orada niye oturuyorsun” diye sorarlar adama.
Her ne kadar Erdoğan bu ittifakı saklasa da, paralel devleti kurmak isteyenin, Gülen kliği olduğu bilinmektedir.
Ve Gülenciler on bir yıllık AKP iktidarının en temel ittifak ortağıdır.
Çünkü eski statüko, yeni ittifak gücüyle geriletilmiştir.
Ordu, paralel devletten uzaklaştırılırken, yerine cemaat getirilmiştir.
AKP- Gülen ittifakı; Kürtlere, emekçilere, sol sosyalist kesimlere kadar muhalif olan her kesimi tasfiye etmeye çalışırken ses çıkarmayan Erdoğan, okun ucu kendine dayandığında mağduriyet sopasına sarılmaya ve feryat figan etmeye başladığı görülüyor.
Ama toplum bu ikiyüzlülüğü yemiyor.
Fakat altı çizilmesi geren en kritik nokta şudur!
TC hiçbir dönem, tek devlet yapısıyla yönetmedi, hep “derin bir odak” devletin yanında “paralel güç” olarak yönetimde söz sahibi oldu.
Bu durum İttihat Terakki’den beri böyledir.
Bazen ordu, polis, bazen sermaye, bazen de Cemaat iktidarın ortağı olmuştur.
Geçmişte Özal’ın orduyla, Çiller’in Güreş’le, mafyayla kurduğu paralel devlet ilişkisi neyse, bugün Erdoğan karşısındaki Gülen paralel devleti de odur.
Sadece bu ittifakın diğerlerinden fakı, Gülen’in; küresel kapitalizmi arkasına alarak, açıktan devlete hakim olmak isteğidir.
Kuşkusuz ki bahsedilen derin devlet, paralel devlet yapısı anti demokratiktir, dağıtılması şarttır.
Ancak bu anti demokratik yapıyla mücadele etmek, Erdoğan’ın değişiyle “inlerine inmek” yeterli değildir, sorunu köklü olarak çözmeyecektir.
Yapılması gereken ‘inlerini’ dağıtırken, aynı zamanda Kürt sorununun çözümünün ve demokratikleşmenin esas alınmasıdır.
Devletin yozlaşması, çeteleşmeler, yolsuzluklar, Kürt sorunu ve diğer toplumsal sorunların çözümsüzlüğündendir.
Sözün özü şudur!
AKP eğer samimi ise bir yandan bu kirli ittifakı tasfiye eder, yolsuzlukların, çeteleşmenin üzerine sonuna kadar gider.
Eğer böyle yapmazsa, diğerleri gibi yok olup gitmekten kurtulamayacaktır.
Ama asıl görev Türkiye toplumsal güçlerine düşmektedir.
Demokrasi güçleri seyirci konumundan çıkıp sürece ağırlığını koyarak, paralel devlet ve yolsuzlukların hesabını sormak zorundadır.
AKP ve Gülen’in iktidar çatışmasını seyretmek, beklemek yerine üçüncü bir yol bulunmalıdır.
Üçüncü yol kuşkusuz ki Kürtler, Aleviler, demokrasi güçleri ile kurulacak bir mücadele birlikteliğidir.
Ancak bu üçüncü yol, Türkiye’yi mevcut krizden, çatışmadan, yolsuzluklardan çıkarabilir, halklara yeni bir seçenek sunabilir.