Önümüzdeki dönemde AKP-Cemaat çatışmasında tarafların ellerindeki daha büyük kozları masaya süreceği öngörülebilir. Bu “kaybet-kaybet sarmalında” kazananın halk olması, çatışmanın taraflarından birinin kaybetmesini beklemeksizin milyonların sürece dahi olmasıyla mümkün olabilir. Başta AKP kabinesinin önemli konumlardaki üç bakanının oğulları olmak üzere, bakanlık bürokratlarının, bir AKP belediye başkanının ve birkaç kent rantiyecisinin gözaltına alınmasıyla başlayan operasyon hali hazırda […]
Önümüzdeki dönemde AKP-Cemaat çatışmasında tarafların ellerindeki daha büyük kozları masaya süreceği öngörülebilir. Bu “kaybet-kaybet sarmalında” kazananın halk olması, çatışmanın taraflarından birinin kaybetmesini beklemeksizin milyonların sürece dahi olmasıyla mümkün olabilir.
Başta AKP kabinesinin önemli konumlardaki üç bakanının oğulları olmak üzere, bakanlık bürokratlarının, bir AKP belediye başkanının ve birkaç kent rantiyecisinin gözaltına alınmasıyla başlayan operasyon hali hazırda ülke siyasetinde bir süredir başat gündem maddesi olarak tartışılagelen; AKP-Cemaat çatışmasında bir başka aşamaya geçildiğini gösteren bir kırılma noktası olarak kabul edilebilir.
En az bu çekişmenin alt başlıkları olarak sıralanabilecek dershane tartışması, yerel seçimlerde cemaatin alacağı tutum, AKP milletvekili İdris Bal’ın istifası vs. kadar önemli olan halkın kurulan bu denklemde AKP-Cemaat çatışmasının bir tarafı veya pasif izleyeni olmanın ötesinde nasıl bir rol oynayabileceğine ilişkin tahayyüldür.
Gezi Parkı’nda başlayan ve Haziran İsyanı’yla tarihsel bir referans noktasına dönüşen muazzam halk hareketinin ortaya çıkardığı siyasal ivmelenme ile birlikte düşünülecek olursa -henüz arayış ve muğlaklık düzleminde bağımsız siyasal bir çizgiye oturmuyor olsa da- geniş kesimlerin politikaya karşı uyanan ilgisi sürecin çok daha yakından takip edilmesine sebep oluyor.
Ciddi bir sermaye gücünü elinde bulunduran, uluslararası sermaye ile güçlü maddi-politik bağları olan ve geniş bir toplumsal ilişkiler ağına dayanan Cemaat ile politik alanda burjuvazinin temsilcilerinden biri olarak büyük bir sermaye kesiminin uzunca süre üzerinde mutabık kaldığı AKP hükümeti arasındaki çatışmanın geldiği aşama tarafların çıkınındaki kirlilerin ortaya saçıldığı bir hal aldı. Ancak yaygın söyleyişle “Gezi isyancılarının“ bu denklemin neresinde yer alacağı tartışmanın belki de en önemli yanıdır. Burjuva siyaset tarzının geniş yığınları politikadan dışlayan, edilgenleştiren ve seçim- parlamentoya endeksli doğasının böylesine kırılganlaştığı anlarda halkın alacağı tutum belirleyici önemdedir. Sermaye içi mücadelelerin birer argümanına dönüşen ve her bir tarafın diğerini zayıflatmak için gündeme getirdiği başlıklar esasen rakip kamp kadar kendi sınıfsal ideolojik perdelenişini de aşındıran bir “açık ederken açık olma” durumunu da beraber getiriyor. Dershane üzerinden yürüyen hesaplaşma eğitimin piyasaya devredilmesi yönündeki neo-liberal uygulamaların teşhir edilmesine belki de ilk kez bu oranda olanak sağlamıştır. Dahası son operasyonla da devlet olanaklarını kullanarak bir avuç kent rantiyecisine halkın ortak alanlarının nasıl peşkeş çekildiğini veya Ahmet Tonak’ın 9 Haziran’da BirGün’de yayınlanan yazısında ifade ettiği biçimiyle “kamu(nun) mülksüzleştirilerek sermayeye birikmiş servet(in) altın tepsi içinde…” sunulduğunu gözler önüne sermiştir. Sermayenin çatışan unsurları eğer başka türlüsü mümkün olsa mücadeleyi kendi etki alanında bulunan emekçilerin burjuva siyasal entegrasyonunu da tehlikeye atan böylesi bir tarzda yürütmeyi tercih etmezlerdi. Yalçın Akdoğan’ın operasyon hemen ertesinde Twitter üzerinden “Fenalığa fenalıkla mukabele etmek kaybet-kaybet sarmalına sürükler” biçimde ifade ettikleri de bu bağlamda okunabilir. Uzlaşmaz bir siyasal figür görünümü çizen Tayyip Erdoğan’ın şimdilik takındığı tutum ise başka bir tartışmanın konusu.
Geleneksel asker-bürokrat/sivil toplum ikiliği perspektifine dayanan ve AKP dönemindeki güncel karşılığını özellikle de Ergenekon davaları sürecinde “askeri vesayete karşı sivilleşme” olarak bulan sol liberal yaklaşım ile “AKP’nin devletleştiği” tezi üzerinden güncel siyasal gelişmeleri anlamaya çalışan sol yorumların ortak yanı devleti sınıf mücadeleleri bağlamından yalıtarak ele almasıdır. Teorik açıdan sorunlu olmaları bir yana bu iki anlayışın da devletin ve üst yapı kurumlarının sınıfsal niteliğinin teşhir olanaklarının arttığı bu anda geniş kesimlerin politikanın öznesi olarak sahne almalarına yardımcı olacak kolaylaştırıcı bir rol oynayamayacakları açıktır. Haziran İsyanı’nın harekete geçirici dinamiklerinden biri olan kent yağmasının hem de yalnızca Gezi Parkı ile sınırlı kalmayan biçimde yakın geçmişte ve şu anda büyük bir hızla sürdürüldüğü, olay özgülünde görünüş olarak hukuk süreçlerinin sermaye çıkarlarına ters biçimde işletilmesi ve özelleştirmeye kapı açan kendi yakın zaman pratiklerini yadsıması başka bir söyleyişle örneğin dün palazlanması için yasal olanakları hizmetine sunduğu Ağaoğlu gibi rantiyecilerin bugün “dolandırıcı” sıfatıyla soruşturmalara konu ediliyor olması “AKP’nin devletleşmesi” önermesi üzerinden açıklanamaz. Mehmet Baransu örneği de tersten bir okuma açısından devlet-siyaset-cemaat ilişkisi tartışmalarına malzeme sağlamaktadır. Ancak bu yazı sınırlarında tartışılmak istenen mesele bu değildir.
Söz konusu olan, burjuvazi içinde cereyan eden çatışmalarda geniş kesimlerin siyaset dışına itilmesine hizmet eden tutumlar olduğu için operasyonun hemen ardından çeşitli çevrelerce dile getirilen yalnızca Cemaat-AKP çatışması bağlamında operasyona odaklanan ve bu yönüyle güncel siyasetin sınırlarına hapsolan yorumların en az burjuva anlayış kadar kitle pasifizasyonuna yol açtığı söylenebilir. Geniş kesimlerin düne göre politikayı; konu öznelinde Cemaat-AKP kavgasını artan bir ilgiyle takip edip değerlendiriyor olmasına rağmen, sınıf mücadeleleri perspektifinden uzak anlayışların, bu kesimleri aktif politik bir dinamik haline getirememesi ve Haziran öncesi izleyici konumuna iade etmesi kaçınılmazlaşıyor.
Neredeyse bir ayı bulan ve eşine az rastlanır yaygınlık, kitlesellik, süreklilik gösteren ve motivasyonunu park forumlarına taşıyan toplumsal enerjinin, halkçı yönü parlatılmaya çalışılan Sarıgül figürünün seçim malzemesi haline getirilip içeriksizleştirilmesi, Haziran dinamizminin devamlılığı açısından en önemli tehditlerden biri olarak durmaktayken CHP’nin operasyona karşı takındığı tavır, yargısal süreçlerin işletilmesi talebinden öteye gitmemiştir, gitmeyeceği de aşikâr olduğu kadar anlaşılırdır. Dershane tartışmasında olduğu gibi süreci desteklemek veya karşı durmak dışındaki tek seçeneğin, sermayeye karşı tutum almak olması CHP’yi bu konuda seçeneksiz bırakmaktadır. CHP’nin haziran sürecinde tek umudun sandık, CHP veya bir başka parlamento içi alternatif olmadığını gören milyonları yeniden sandığa çağırmak ve sadece seçmen kimliğiyle politikaya dâhil olmasını talep etmek dışında ne çıkış yolu ne de niyeti vardır.
Önümüzdeki dönemde AKP-Cemaat çatışmasında tarafların ellerindeki daha büyük kozları masaya süreceği öngörülebilir. Bu “kaybet-kaybet sarmalında” kazananın halk olması, çatışmanın taraflarından birinin kaybetmesini beklemeksizin milyonların sürece dahi olmasıyla mümkün olabilir.
atalamehmet@gmail.com