N’oldu size yahu? Bu kadar güller, gülerler, gülenler arasında sapsarı oldunuz… Hani utandınız diyeceğim var ama… Yok, utanmadığınız çok açık… O duyguyu çoktan yitirmişsiniz… Her halinizden belli… Yılların bürokratı sevgili kocası, hem üç kızını üniversitede okutup hem de emekli ikramiyesiyle almış olduğu 100m2’lik kooperatif konutun taksitlerini ödemekte zorlanınca 40’ından sonra Şişli’de bir hazır giyim atölyesinde […]
N’oldu size yahu?
Bu kadar güller, gülerler, gülenler arasında sapsarı oldunuz…
Hani utandınız diyeceğim var ama…
Yok, utanmadığınız çok açık…
O duyguyu çoktan yitirmişsiniz… Her halinizden belli…
Yılların bürokratı sevgili kocası, hem üç kızını üniversitede okutup hem de emekli ikramiyesiyle almış olduğu 100m2’lik kooperatif konutun taksitlerini ödemekte zorlanınca 40’ından sonra Şişli’de bir hazır giyim atölyesinde çalışmak zorunda kalan güzel anacım hep derdi ki bize;
“Kızım insan olun… Kalırsanız el beğensin, giderseniz yer beğensin…”
Biz hep bu öğütlerle, o güzel insanların “Biz evlenirken bir at arabasının arkasını bile dolduramayacak kadar az eşyamız vardı” öyküleriyle büyüdük…
O iki aşık, altmış yaşını görmeden “yer”lerine gittiler…
Her ikisi de çiçek olup açıyorlar her bahar…
Bu günlerde her nedense hep aklımdalar… Hoş, iyi ki bugünleri yaşamıyorlar diyorum… Zar zor aldıkları alyanslarını bile bağışladıkları sevgili memleketleri nasıl bu hale geldi diyerek kahrolurlardı…
Çok utanırlardı çok…
Bütün utanmazlıklarınızı kapatacak kadar utanırlardı…
Anlamadınız değil mi? Zaten anlasanız şaşardım…
“İnsanın ar damarı çatlamaya görsün” derdi bir de annem… Çok çekinirdi ar damarının çatlamasından… “Anne ‘ar damarı’ nerededir ki?” diye sorardık, kızdırmak için… Bir türlü bu “ar damarının” yerini anlatamazdı garibim… Herkese nasip olmaz der geçerdi…
Ben şimdi anlıyorum herkeste olmuyormuş bu ar damarı…
Sizlerde yokmuş mesela…
Eğer olsaydı…
Bizlerin çok iyi bildiği ve yıllardır yazıp durduğumuz usulsüzlüklerinizin yolsuzluklarınızın sadece küçücük bir kısmı kirli pazarlıklarınızın sonucu ortaya saçıldıktan sonra hâlâ o koltuklarda oturur muydunuz?
“Tencere dibin kara, seninki benden kara” misali sürdürdüğünüz bu kirli iktidar savaş stratejisinin artık kimsenin yutmadığı “mağduriyet yaratma” taktiği uğruna, halkı salak ve röntgenci yerine koyup eşinizin dostunuzun yatak odasına film setleri kurar mıydınız?
Bütün bu yaşananlardan sonra kameraların karşısına geçip sırıtıp “Yahu, bu para sayma makinesi da ne? Sanki parayı çok seviyorlar da sayıp sayıp duruyorlar, mizansen mi ne bakıcaz bakalım…” mealinde birkaç laf edip bu rezaleti şakaya vurabilir miydiniz?
Evrensel bütün hukuk kurallarına ve sözleşmelere göre soruşturmayı yürütürken direkt savcıya bağlı çalışacakları açık olan; hak ve adalet arayan halkın çocuklarını öldürürken destanlar yazdığını söylediğiniz polislerinizi; sıra asli görevlerini yapmaya gelince görevi ihmalden soruşturmaya alır mıydınız? Onurlu, adil, kardeşçe ve güzel bir yaşam için, en temel demokratik haklarını kullanırken öldürülen daha toprakları bile kurumayan Ali İsmail, Ethem, Abdullah, Medeni, Mehmet, Ahmet, Hasan Ferit, Mehmet ve Reşit’in daha 14 yaşında ekmek almaya giderken başından vurulan ve hâlâ uyuyan Berkin çocuğun analarının babalarının;
Yıllardır daha çocuklarının mezarını bile bulamayan Cumartesi Annelerinin, çocuklarının neden gözaltında ya da tutuklu olduğunu bile bilemeyen yüzlerce ana babanın karşısına geçer de; “Bir İçişleri Bakanının, oğlunun gözaltına alındığını basından duyması kadar acı bir şey olabilir mi” diyebilir miydiniz?
Hele sizler yok musunuz sizler… Sizi anlamak hiç mümkün değil… Yıllarca bu ülkenin olanaklarını kullanıp okumuşsunuz, yazmışsınız, onur duyulması gereken mevkilere gelmişsiniz, çocuklarımız size “hocam” demiş, onlara mimarlık, mühendislik, kent plancılığı, hukuk öğretmişsiniz… Sizlere hayatımızı, geleceğimizi, adaleti teslim etmişiz savcı demişiz, hakim demişiz, vali demişiz, Emniyet müdürü demişiz…
Hiç mi çekinmiyorsunuz, bu ahlaksız sermaye düzenin iktidar sahiplerinin akıl almaz ilişkilerinde imzacı köle gibi kullanılmaya? Üstelik de; onların bu işlerden sıyrılıp sorumluluğun size kalacağını bile bile… Bakın, bu ülkenin onurlu insanları, meslektaşlarınız meslek örgütleriniz, sendikalarınız daha onurlu, daha aydınlık, daha güzel bir gelecek için direniyor. Duyuyor musunuz gençler size bağırıyorlar meydanlarda “Simit sat onurlu yaşa” diye…
Yol yakınken bir daha düşünün… Karar sizlerin… Biz yarın Kadıköy’deyiz…
Not: Merhaba annem, sakın merak etme, bizler hâlâ insan olmaya ve sizi utandırmamaya çalışıyoruz. Babama da bin selam. Sizlerle onur duyuyoruz. Çocuklarımıza iyi bakın. Onları güneşe, yanınıza gömdük…