Savaş olmadı ama 2013 yılı boyunca siyaset çok yoğun geçti. Şimdi için girilen yerel seçim süreciyle söz konusu yoğunluk daha da artmış bulunuyor. Her gün neredeyse insanı şoke edici olaylar yaşanıyor. Birbirine taban tabana zıt açıklamalar yapılıyor. Baş döndürücü süreç herhalde buna deniyor. AKP adına yapılan açıklamalarda durum son derece normal, süreç kendi mecrasında işler […]
Savaş olmadı ama 2013 yılı boyunca siyaset çok yoğun geçti. Şimdi için girilen yerel seçim süreciyle söz konusu yoğunluk daha da artmış bulunuyor. Her gün neredeyse insanı şoke edici olaylar yaşanıyor. Birbirine taban tabana zıt açıklamalar yapılıyor. Baş döndürücü süreç herhalde buna deniyor.
AKP adına yapılan açıklamalarda durum son derece normal, süreç kendi mecrasında işler gösteriliyor. Neredeyse her şey tozpembe sürüyor. Fakat KCK adına yapılan açıklamalar hiç de böyle değil. KCK’den uyarı üstüne uyarı geliyor. Açıkça “AKP böyle yaklaşırsa sonu savaş olur” deniyor. AKP’nin çözüm sürecinin gereklerini yerine getirmediği ifade ediliyor.
Dahası KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı açıkça “AKP’nin hile yaptığını” söylüyor. AKP tarafından “İmralı’da anlaşma yapıldığı” bilgisinin yayıldığını, fakat bunun doğru olmadığını, bu yöntemle Kürt halkının aldatılıp seçimde oylarının alınmak istendiğini belirtiyor. Bu temelde aldanmamaları için Kürtlere çağrı yapılıyor.
Peki bunların hangisi doğru? Tabi hiç kimse tam olarak bilemiyor. Herkes kendi penceresinden söylenenleri anlamaya çalışıyor. Bu da görüş farklılıklarını ve düşünce karmaşasını ortaya çıkarıyor. Kısaca toplumun kafası epeyce karışık. Söylenenleri anlamakta ciddi biçimde zorlanıyor.
Diğer yandan AKP yöneticilerinin söyledikleri de birbirini tutmuyor. Özellikle de Başbakan Erdoğan’ın sözleri böyle. Hem ayrı kişilerin söyledikleri birbirinden farklı, hem de aynı kişinin ayrı yer ve zamanda söyledikleri birbirinden farklı. Dolayısıyla toplum kime, hangi AKP’ye inanacağını fazla kestiremiyor.
Başbakan Erdoğan Diyarbakır’a gidiyor, yanına KDP Başkanı Mesut Barzani’yi alarak Kürdistan’dan söz ediyor. Barzani’yi henüz eğitim dili olmasına izin vermediği Kürtçe kelimelerle selamlıyor. Şivan Perwer ile İbrahim Tatlıses’e Kürtçe düet yaptırarak Kürt toplumunun gönlünü fethetmeye ve yerel seçimde oylarını almaya çalışıyor.
Aynı Tayyip Erdoğan Trakya’ya gidiyor, tekrar faşizmin bildik tekçi tekerlemelerini sıralamaya başlıyor. “Tek devlet, tek vatan, tek millet, tek bayrak” diyerek Diyarbakır’da söylemiş olduklarını çoktan unuttuğunu ortaya koyuyor. Kürtlerin kendilerini sembolize eden renklerine bile tahammül edemediğini hiddetle gösteriyor. Halbuki Almanya gezisi ardından Kenan Evren bile Kürtlerin kendilerine özgü ayrı bayraklarının olabileceğini söylemişti. Çünkü Almanya’da Bavyera Eyaleti’nin ayrı bayrağının olduğunu görmüştü. Tayyip Erdoğan cunta şefi Evren’in bile gerisine düşüyor.
Peki insanlar hangi AKP’ye ve hangi Tayyip Erdoğan’a inanacaklar? Oysa KDP Başkanı Mesut Barzani Diyarbakır’daki Tayyip Erdoğan’a inanmıştı. Diyarbakır sokaklarında kendi bayraklarının birkaç tane olarak asılmasından çok memnun olmuş, bu durumu geri döndüğünde Hewler’de anlatmakla bitirememişti. Tayyip Erdoğan’ın Kürt halkının varlığını kabul ettiğini ve Kürt sorununu çözeceğini sanmıştı.
Ama Başbakan Erdoğan’ın Trakya’daki sözlerini duyunca herhalde bütün umutları kırılmıştır. Şimdi muhtemelen tam bir hayal kırıklığı yaşıyordur. Kuşkusuz hayal kırımlığı yaşayan sadece Barzani değil. KDP Başkanı Mesut Barzani gibi milyonlarca insan şimdi Tayyip Erdoğan’ın farklı ve çelişkili açıklamalarından duyduğu hayal kırıklığını yaşıyor.
Tabi sorun sadece söz konusu çelişkili açıklamalar da değil. Bunun bir de pratiğe geçiş durumu var. Başbakan Erdoğan sık sık, “Akan kanı durdurduklarını, ülkede sükunet ortamı yarattıklarını” söylüyor. “Türk toplumu üzerindeki baskıyı azalttıklarını, artık cenazelerin gelmediğini” ifade ediyor.
Fakat yaşanan pratik Başbakan Erdoğan’ı doğrulamıyor. İstanbul’dan Hakkari’ye kadar muhalif kesimler üzerinde uygulanan tam bir polis terörü var. İnsanlar seslerini duyurabilmek için rahat bir basın açıklaması bile yapamıyorlar. Haklarını aramak amacıyla meydanlara bile çıkamıyorlar.
Dahası Kürtlere yönelik ev baskınları ve tutuklamalar devam ediyor. Kürtlerin siyasal soykırım operasyonları adını verdiği tutuklama furyası sürüyor. Yine yargısız infaz konumunda olan sözde KCK yargılamaları ve Kürt siyasetçilerin tutukluluk durumları devam ediyor. Hatta cezaevlerinde neredeyse ölüm döşeğinde olan hasta tutsakların tutukluluk hallerinde bile bir değişiklik yok.
6 Aralık günü Yüksekova’dan gelen haberler ise herkesi şaşkınlık ve öfke içine soktu. Gerilla mezarlarına yönelik saldırıları protesto eden halk kitlelerine yönelik bu sefer AKP polisinin ateşli silahlarla saldırdığı ve iki kişiyi katlettiği bilgisi tüm gündemi belirler hale geldi. Özgürlük mücadelesinin en çok geliştiği alanlardan biri olan Yüksekova’da Kürtler iki demokrasi şehidi daha vermişti.
Kısaca AKP çelişkili ve Kürt karşıtı açıklamalarını sadece söz düzeyinde de tutmuyor, polis terörüyle sivil insanları katletme ve tutuklama biçiminde pratikleştiriyordu. Dahası kendini Müslüman saymasına rağmen, yönetimi altında mezarlıklara bile saldırı oluyor, toplumun insanlık dışı bu uygulamalara karşı sessiz kalacağını sanıyordu.
Kuşkusuz bunlar rastgele ve kendiliğinden olmuyor. Hem çelişkili açıklamalar ve hem de polis terörü ve katliamlar AKP zihniyetinin ve politikalarının sonucu olarak gerçekleşiyor. Gerçek AKP’yi abartılı ve övgü dolu sözlerine bakarak değil, başta Kürtler olmak üzere tüm ezilenler üzerindeki bu baskı ve katliam uygulamalarına bakarak anlamak gerekiyor.
Başbakan Erdoğan’ın faşist ulus-devlet sisteminin tekçi söylemini devam ettirmesi gösteriyor ki, AKP hala Kürt ulusal varlığını kabul etmiyor. Dolayısıyla buradan doğan bir Kürt sorununun var olduğunu ve Kürt halkının ulusal-demokratik hakları temelinde çözülmesi gerektiğini reddediyor. Bu nedenle demokratik bir zihniyete ve politikaya sahip değil ve ülkemizi demokratikleştiremez.
O halde geriye kalan ne? Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’da söyledikleri ne anlama geliyor? Besbelli ki bunların hepsi bir oyun! Bu sözler Kürt direnişi karşısında zorlandığı için söylenen aldatıcı sözler. Bunlar yerel seçimlerde daha çok oy kapabilmek için söyleniyor. Yani aslında Kürt direnişini kırma ve Kürtler üzerindeki kültürel soykırımı daha etkili yürütme amacının bir gereği oluyor. Yani özel savaşın bir gereği!
Zaten Tayyip Erdoğan’ın Barzani ile yaptığı Diyarbakır konuşması iyi irdelenirse, orada açıkça “PKK’ye karşı bir alternatif oluşturmaktan” söz ediyor. Yani Barzani ile ilişkilerin geliştirilmesi ve söylenen “Kürdistan” kavramının hepsi PKK’yi tasfiye amacıyla yapılıyor. Yoksa Kürt sorununu çözme ve ülkemizi demokratikleştirme amacıyla değil.
O halde AKP’nin hesaplarını doğru anlayalım! Yüzde elli oy aldığı 12 Haziran 2011 genel seçimi ardından ne yaptıysa, eğer aynı biçimde kazanırsa 30 Mart 2014 yerel seçimi ardından da onu yapacak. Bunun savaş ve tasfiye olduğu açık. Ülkemiz için nasıl ciddi bir tehlike oluşturduğu ortada. O halde AKP’nin tehlikeli hesaplarına fırsat vermemek, dolayısıyla yerel seçimlerde kazanmasını önlemek lazım!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.