Sanki üzerinde uzun uzun konuşulsun, çiğnensin gibi düşünülmüş düzenleme önerileri saçıldı her tarafa. Takvim belirsizliği cabası. Ne yapacağını bilememe ama bir şey yapıyor görüntüsü verme ihtiyacı hissetme Hakan Bıçakçı kişisel olduğunu düşündüğü ama kolektif bir nitelik taşıyan travmasından, boşluk korkusundan resim dersi aracılığıyla bahsettiği bir yazı yazmıştı uzun zaman önce.[1] Boşluk korkusunun resim dersindeki yansıması şöyle […]
Sanki üzerinde uzun uzun konuşulsun, çiğnensin gibi düşünülmüş düzenleme önerileri saçıldı her tarafa. Takvim belirsizliği cabası. Ne yapacağını bilememe ama bir şey yapıyor görüntüsü verme ihtiyacı hissetme
Hakan Bıçakçı kişisel olduğunu düşündüğü ama kolektif bir nitelik taşıyan travmasından, boşluk korkusundan resim dersi aracılığıyla bahsettiği bir yazı yazmıştı uzun zaman önce.[1] Boşluk korkusunun resim dersindeki yansıması şöyle olur: resim kağıdında hiçbir boşluk bırakılmamalı, her alan boyanmalıdır. Aslında bu biraz ezbere dayalı eğitim sisteminin tek bir tezgahtan çıkmış insan yetiştirme düşüncesinin de yansımasıdır. Öğrenci boş bırakılmamalı, öğrencinin kendisi de boş bırakmaya karşı durmalıdır. Milli manevi değerler, her daim ileriye gitme vs. Resim öğretmenimin biraz sıra dışı niteliği nedeniyle bu travmayı birebir yaşamamış olsam da eğitim sisteminin tornasından geçmiş birisi olarak ne kast ettiğini anlıyorum. Bu baskının Latince bir adı da varmış: “Ortaokuldaki ve lisedeki resim öğretmenlerimin bu yaklaşımı, adı ansiklopedilere geçmiş bir tür hastalık aslında: ‘Boşluk Korkusu’ (Latincesi ‘Horror Vacui’)… İtalyan eleştirmen Mario Praz’ın Viktoryen dönemin iç mimari anlayışını tanımlamak için ürettiği bir terim olan Boşluk Korkusu, sanatta bir yüzeyi boş alan bırakmaktan ürkerek hınca hınç doldurma saplantısı olarak kabul ediliyor. Boş alanlara karşı gelişen bir fobi çeşidi…”
Bu fobi çeşidinin siyasal alanda kendini var edebilmesi ancak muhafazakar ve dogmatik bir düşünce sistemine yaslanan ideoloji yorumları aracılığıyla gerçekleşebiliyor. Siyasal ve kültürel alanın boşluk bırakmaya gelmeyeceği, bu alandan geri çekilenin muarızına yaşam alanı tanımanın da ötesinde kendi sonunu hazırlayacak bir edilgenliğe hapsolacağı reel politik nedir bilenlerin malumu. Ancak muhafazakar ve dogmatik bir düşünce sistemi söz konusu olduğunda muarızına alan bırakmama isteğinin ötesinde kendi “çağrılanını” tepeden tırnağa biçimlendirmek gibi bir istek ön plana çıkıyor. Bu isteği katı örgütlenme tarzlarına sahip görece ufak siyasal yapılanmalarda gördüğümüz efsanesi, bunlardan daha ziyade kitle partilerinin mümessilliğine soyunmuş zevatın açıklamalarını es geçmeye meylediyor.
Türkiye’de merkez sağ siyasetin başarısının ardında çağrılanı için pragmatizme olanak tanıyan bir esnekliğe sahip olması yatıyor denilebilir. Fakat siyasal iktidarı tekeline almaya niyetli AKP ve uzantıları açısından bu esnekliğin ötesinde bir katılık bir süredir yeri göğü kaplamış durumda. Kamusal yaşamı Sünni İslamlaştırma peşindeki Türkiye’deki modern selefilerin her daim dogmatik bir düşünce sistemleri olduğu ileri sürülebilir. Popüler algı tercümanları değişim rüzgarının artık AKP yelkenlerini doldurmayacağını kendisine yeni odaklar aradığını iddia ederken aslında öteden beri muhafazakar ve milliyetçi yapılanmaların dogmatik niteliği yokmuş da, değişen dengeler ve konjonktür sonucunda bu ortaya çıkabilirmiş gibi bir izlenim veriyor. Oysa siyasal alanda manevra kabiliyeti sunan pragmatizmle bir arada yer alan muhafazakar ve milliyetçi katılık müthiş yalpalamalara yol açabiliyor.
Bir değişim ve dönüşüm partisi olduğu kadar kendisini muhafazakar olarak tanımlayan kadrolar ve kitlelerin partisi AKP’nin hedef koyma, gündem belirleme isteği sürekli olarak bizi meşgul etmeye çalışırken bütün toplumun yapısını değiştirip toplumsal tepkileri bastırmayı hedefliyor. Erdoğan’ın çok sevdiği 2023, 2053 ve 2071 hedefleri içinde sadece ihracatı bilmem kaç yüz milyar dolara ulaşmış bir ekonomi yok aynı zamanda eğitim süresi ortalaması OECD’ye yaklaşmış bir ülke de var. İktidar kadrolarının fantezilerinde, ileri teknoloji araştırmalarının büyük yer kapladığı bir ar-ge faaliyetinin önemli çıktılar sunmasının beklendiği önümüzdeki yıllarda, rekabet gücü yüksek bir ekonominin donanımlı emekçilerinin yetiştirilmesi ve bunların dini değerlere üst düzeyde bağlılık sergileyip durmaksızın çalışması isteniyor.
Erdoğan’ın sansür ve ceza tehdidi nedeniyle açıktan tartışılamayan kişisel ihtiraslarına karşın bu hedefi gerçekleştirebilecek bir performans sergilediğini ve partisini bu doğrultuda harekete geçirebildiğini düşünmek için elde pek fazla veri yok. Sadece kerli ferli anayasa profesörlerinin yaptığı açıklamalar ya da iktidarın neşe kaynağı bazı bakanların saçmalamaları değil sorun. Genel bir algı sıkıntısı yaşıyor kadrolar. Kendileri hızlı dönüşüme uyarlık sağlayamayan, idare-i maslahatçı muhafazakar düşün dünyası fidanları kurumamak için nereye uzanacaklarını şaşırmış durumdalar. Bu şaşkınlığa rağmen her şeyin yolunda gittiğini düşündürmenin yolu, sürekli konuşmak ve uğraşmak zorunda kalacağımız, kamusal alanı düzenleme adımları ve bunun ötesinde kişisel olarak kodlanan alanlara girmek. “Demokratikleşme paketi” dedikleri düzenleme önerileri de bu tarz bir yaklaşımdan nasibini alıyor. Toplanma hakkının kullanımına ilişkin göstermelik düzenleme, bir üniversite adının değişmesi gibi önerilerin bu kadar reklamı hak ettiğini kim düşünebilir? İnanç özgürlüğü önündeki engelleri kaldırmak adına nereye çekilebileceği belli olmayan muğlak bir değişiklik, hali vakti yerinde Kürtlere anadil öğrenme ayrıcalığı ve Kürtler arasında bir bölünme yaratma manevrası gibi girişimler seçim sath-ı mailinde hızla yol aldığımızın göstergeleri olarak okunabilir.
Sanki üzerinde uzun uzun konuşulsun, çiğnensin gibi düşünülmüş düzenleme önerileri saçıldı her tarafa. Takvim belirsizliği cabası. Bu bahsettiğim algı sıkıntısının bir yansıması olsa gerek. Ne yapacağını bilememe ama bir şey yapıyor görüntüsü verme ihtiyacı hissetme. Öğretmen ona yüzünü döndüğünde boş boş tavana bakmayıp zeki görünmeye çalışan, o an çok önemli bir soruyu çözme aşamasındaki ciddi surat ifadesini hemen yüzüne yerleştiren öğrenci icraatı gibi. O ezberci sistemin ürünü kadrolar tarafından yönetiliyoruz, ne de olsa. Talebe birliği ya da ocakların rahle-i tedrisatından 1970’lerde, kısmen de 1980’lerde geçmiş olanlar. Kendileri bizi boş bırakmak istemiyorlar ama kendilerinin de boş durduğu görüntüsünü zinhar vermemeleri gerekiyor. Boşluk korkusunun çifte kavrulmuşunu yaşıyorlar.
* Ali Rıza Güngen
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Araştırma Görevlisi
[1] Bıçakçı, H. (2011, 18 Ekim) “Resim derslerinin içimize saldığı boşluk korkusu: horror vacui”, http://www.afilifilintalar.com/resim-derslerinin-icimize-saldigi-bosluk-korkusu-horror-vacui, indirilme tarihi 22.8.2013
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.