“Bu daha başlangıç” sloganına iktidar da inanmış durumda ve harıl harıl hazırlık yapıyor: AKP aleyhine slogan atamayacaklarına dair taraftarlara imzalatılan sözleşmeler, “üniversiteler açılınca eylemler başlayacak” endişesiyle hazırlanan istihbarat raporları, mahallelerde oluşturulan “polis ihbar noktaları” halk korkusunun alametleri. Onların korkusu direnenlerin şenliğini daha da şenlendirir, devam etsinler. Öte yandan ekonomideki gelişmeler korkuyu daha da büyütüyor. Malum […]
“Bu daha başlangıç” sloganına iktidar da inanmış durumda ve harıl harıl hazırlık yapıyor: AKP aleyhine slogan atamayacaklarına dair taraftarlara imzalatılan sözleşmeler, “üniversiteler açılınca eylemler başlayacak” endişesiyle hazırlanan istihbarat raporları, mahallelerde oluşturulan “polis ihbar noktaları” halk korkusunun alametleri. Onların korkusu direnenlerin şenliğini daha da şenlendirir, devam etsinler.
Öte yandan ekonomideki gelişmeler korkuyu daha da büyütüyor. Malum iktidar ne zaman köşeye sıkışsa, halk eşitlik, özgürlük, adalet sloganlarıyla kapısına dayansa kalkınmacı zafer masallarını anlatıp durdu.
“Taşeron Cumhuriyeti’ne hayır”… “İhracatımız katlandı”
“Doğanın talanına son”…. “Büyüme rekorları kırdık”
“Parasız eğitim”… “Köylere bile üniversite açtık”
“Roboski?”… “Hakkari’ye havalimanı yaptık”
Ve bu cephede ne zaman başı sıkışsa özelleştirme gelirleri ve yoğun dış kaynak kullanımıyla paçasını kurtaran iktidar için bu kez pabuç pahalı görünüyor. Bugüne kadar AKP’nin yüksek faizle cezp ettiği “sıcak para” küresel daralma ile beraber artık daha risksiz ve güvenli limanlara yöneliyor ve daha da kötüsü bu geçici bir eğilim değil. AKP iktidarı dönemine can veren 40 milyar dolarlık özelleştirme gelirinin tükenmesinin ardından satacak tek şey ise doğa ve kentsel mekanlar. Bu nedenle iktidar baktığı her yeri “arsa” olarak görüyor ancak bu kez karşısında halk var.
İktidarın korkusu sözcülerinin diline de yansıyor, ağızlardan çıkanı kulakları duymuyor. Ekonomideki tüm söylemlere Yiğit Bulut kalitesi damgasını vuruyor. Faizle cezp edilen 420 milyar dolarlık sermaye girişiyle iktidarda kalan Erdoğan, “faiz lobisi” lafını ağzından düşürmüyor. Aynı sıralarda hiç utanıp sıkılmadan ABD tekeli NASDAQ ile İstanbul’u finans merkezi yapmak için anlaşma imzalanıyor.
Başbakan yüksek faiz ve faiz dışı gelirleri nedeniyle bankalara kükrüyor, “paralarınızı devlet bankalarına yatırın” diyor. Ancak muteber bankalarından Ziraat Bankası, Vakıfbank ve Halk Bankası’nın attıkları kazıklar nedeniyle rekabet kurulundan ceza aldıklarını kimse bilmez zannediyor. Başbakan’ın “Faiz lobisinin 642 milyar lirayı cebine atma hedefi vardı ancak bu para vatandaşımın cebinde kaldı. Onları çıldırtan bu” sözlerindeki rakamın nasıl hesaplandığını hiçbir iktisatçı çözemiyor. (Hazine’ye göre Türkiye’nin iç borç faiz ödemelerinin toplamı 161 milyar lira. Türkiye’nin 2013’deki toplam harcama bütçesi 400 milyar TL)
Kısacası ateş bacayı sarıyor. İşler iyi giderken AKP’nin arkasında saf tutan ve övgü yarışına giren egemen sınıf bloğundaki çatlaklar da artık sıvanamaz hale geliyor. İktidarın Koç’la dalaşması, tekelci sermaye çevrelerinde sadece Gezi’nin intikamı olarak görülmüyor. Bir krizin eşiğinde AKP’nin elindeki az sayıdaki cam simidini kendilerine değil “daha küçük ama yandaş” sermayeye fırlatacağının işareti olarak algılanıyor ve sesler yükseliyor.
TÜSİAD’a girdiğinde AKP’nin bu örgütteki sesi olarak sunulan Kayserili Boydaklar’ın 28 Şubat’taki İslamcı sermaye operasyonunu hatırlatarak, Koç’a yönelik operasyonu “bunun tersi” olarak değerlendirmesi hiç de yabana atılır bir çıkış değildi.
Benzer şekilde, iktidarla uyum vaadiyle İstanbul Sanayi Odası Başkanlığı’na seçilen Erdal Bahçıvan’ın “faizler” ile ilgili sözleri de hükümeti yerinden zıplatacak cinstendi. Hükümet sözcüleri her gün Merkez Bankası’nı günah keçisi ilan ederken “O kurumun faizlerle ilgili değişikliği hakkında yorum yapmayı, o kurum adına da kendi adıma da saygı anlamında eksiklik kabul ederim” diyen Bahçıvan, bir yandan da “arsa rantı ile değil sanayi ile büyüme” söylemiyle önemli bir çatlağı gözler önüne serdi. Kriz çanları çalarken, sınırsız bir küresel ekonomi ütopyalarının yerini “her koyun kendi bacağından asılacak” eğilimleri alırken, dış kaynağa bağımlı bir büyüme sürecinde durumu idare eden AKP belli ki sermaye içi çelişkileri de yönetemez hale geliyor.
Döviz kuru fırlayınca 150 milyar dolarlık kısa vadeli borcu olanlar bağırıyor. Piyasa döviz sürüyor, olmuyor, TL’yi muteber hale getirmek için faizleri artırıyor. Faiz yükselince de krediye bağımlı tüketim ve yatırımın dibe vurmasıyla “büyüme duracak” çığlıkları yükseliyor. Faizleri düşük tutunca doların yanında, fiyatlar da fırlıyor, enflasyon telaşı başlıyor. Yorganı nereye çekiştirse diğer yanı açık kalıyor.
Kısacası artık o yorgan tüm sermaye kesimlerini ısıtamayacak ve birileri dışarıda kalacak. AKP’nin tercihlerine bağlı olarak bol zamlı veya düşük büyümeli (işsizliğin arttığı) aylardan geçilecek. İkisinin beraber yaşanması ihtimali de hiç az değil.
Gezi isyanı ülkeni dört bir yanındaki forumlarda soluklanırken herkes önümüzdeki dönem sokak muhalefetinin birleştirici, sürükleyici gündeminin ne olacağını tartışıyor. Kısacası halk artık gözüne kestirdiği AKP’ye maraz çıkaracak ortak gündemini ararken bunlardan hangisinin öne çıkacağını iktidar bloğu içindeki mücadelenin gidişatı belirleyecek. Bu gidişat gündemi belirleyebilir fakat sonucu değiştirmeyecek. AKP için mevsim artık sonbahar, kış… Ötesi yok.