Bölgenin iki temel gündemi var. Birincisi, Kürt Sorununun Demokratik Çözüm Süreci’nde gelinen aşama. İkincisi ise Mısır’daki darbeden sonra Suriye’deki şiddet sarmalının “dış askeri müdahale” ile giderek boyutlanması… İki temel gündemde de Kürtler temel ve belirleyici bir role sahip. Türk devleti ve AKP iktidarı da bu iki gündemden kendince nemalanma noktasında. Peki AKP bu iki gündemi […]
Bölgenin iki temel gündemi var. Birincisi, Kürt Sorununun Demokratik Çözüm Süreci’nde gelinen aşama. İkincisi ise Mısır’daki darbeden sonra Suriye’deki şiddet sarmalının “dış askeri müdahale” ile giderek boyutlanması… İki temel gündemde de Kürtler temel ve belirleyici bir role sahip. Türk devleti ve AKP iktidarı da bu iki gündemden kendince nemalanma noktasında. Peki AKP bu iki gündemi kendi lehine nasıl kurtarabilir? Zor. Çok zor.
Bu sürece nasıl gelindiğini tekrar da olsa hatırlatmakta fayda var. Kürt sorununun demokratik çözüm süreci gerillanın 2012 yılındaki Devrimci Operasyonları ve cezaevlerindeki büyük direnişin ardından Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın devreye girmesi ile başladı. Sürecin başlamasıyla Türkiye büyük bir nefes aldı. Toplumun gerilen sinir uçları yumuşadı. Yüzyıllık sorun olan Kürt meselesi sağduyulu bir şekilde gündeme geldi. Etraflıca tartışıldı. Gözler devletin statükocu ret/inkar ve imha siyaseti ile yoğrulan devlet aklındaydı. Devlet aklı/politikası çözüme ve barışa mı evrilecek yoksa kendisini gizleyip Kürtleri oyuna mı getirecekti! Kürtler süreci başlatan taraf ve temel dinamik olduğu için doğal olarak kendinden emin adımlar atarak devleti çözüm/barış konusunda samimiyet testine tabii tuttu. Ancak AKP iktidarı ve Türk devleti devletin aklı ret/inkar siyasetinin çeperini aşamadı. Devlet daha doğrusu AKP iktidarı kendi tabanına “Ölümler olmuyor, gerillalar sınır dışına çekiliyor” dedi. Kürtlere ise “çözüm süreci olduğu gibi işliyor. Gereken adımlar atıldı, atılacak” diyerek oyalamaya girişti. Bu temel söylemlerle AKP’nin ve Türk devletinin 40 yılda 40 bin insanın ölümüyle sonuçlanan Kürt sorununun hala bütün evreniyle anlamadığını gösteriyor. AKP bunu anlamamakta direnince ve samimi bir tavır içine girmeyince de başta Fethullah Gülen Cemaati olmak üzere, eski statükonun Ergenekoncu kanatları da Kürt dinamiğinin açığa çıkardığı siyaset potansiyelini kriminalize edip, devletin “klasik inkarcı” korkularını tazelemekle süreci provoke potansiyeli daha da fazla etkili hale geliyor.
Eski polis kuruları, özel savaş kalemleri “PKK’nin bu süreçte güçlendiğini, kimyasal silah sahibi olduğunu; Kandil ile İmralı arasında farklılıklar” olduğu konusunda hareketlenip duruyor. AKP ise sağlam ve samimi durmadığı için süreci kriminalize eden söylemler yeniden tedavüle sokuyor. Zaman ve Bugün gazetelerinin tümü, Taraf’ın Emre Uslu’su, Ergenekoncu Aydınlık ve Sözcü gazeteleri tamamıyla buna kendini yatırmış durumda. Burada altını kalın harfle çizelim ki 2009 yılında KCK operasyonlarına zemin hazırlayan “derin akıl” yeniden faaliyette ve PKK’nin gelişimini engellemek için yeni bir “güvenlikçi politika” oluşturma eğilimine girmiş durumda. Devlet içindeki hegemonya/iktidar çekişmesi Kürt dinamiği üzerinden bir hesaplaşma içine giriyor. Önceki dönemlerdeki hesaplaşmalarda Turgut Özal, Necmettin Erbakan vb. siyasette tasfiye edilmiş, askeri politikalar devreye girmişti. Ancak gelinen nokta yine “müzareke ve siyasal çözüm” olmuştu. Şimdi AKP de aynı çelişkiyi yaşıyor. Kendisinden emin olmadığı için “bahaneler” üreterek ayak diriyor. Ancak AKP, bu sürecin stratejik önemi ve büyüklüğünü şu ana kadar çıkardığı gelişme düzeyini iyi okuyamaz ve anlayamazsa; süreç bozulduğunda Türkiye tarihin en büyük kaybını yaşayacaktır. Süreç bozulursa da “eskiye dönme” denilen şey eskinin kendisi olmayacaktır. Yeni stratejinin yeni meşru savunma ve siyaset biçimi daha derinlikli, daha kapsayıcı ve daha etkileyeci olacaktır. Ve Türkiye de bunun altından kesinlikle kalkamayacaktır.
Bu durumun Suriye’deki gündemle de bire bir ilişkisi var. Suriye’de ki Rojava devrimi artık üçüncü bir seçeneğin kendisini ete kemiğe bürüdüğü bir süreçtir. Dışarıdan askeri müdahale girişimleri Esad karşısında güç kaybeden muhaliflere nefes aldırmayı hedefliyor. ABD, İngiltere ve Fransa’nın yapmayı planladığı müdahale, muhaliflerin El Nusra çete bileşenlerini de güçlendirme potansiyeli taşıdığını da belirtmek durumundayız. Türkiye ise Suriye’ye yapılacak müdahalenin kendi lehine sonuçlar doğuracağını sanmaktadır. Irak’taki müdahale Türkiye’ye ne yaptıysa Suriye’deki dış müdahale de Türkiye’yi iki kat daha da zora sokacaktır. Kürtler ise zaten direndikleri için kendi konumlarını daha fazla güçlendirecektir.
Yani Türkiye’nin izlediği strateji ve taktikler hiç de hesap ettikleri sonucu vermeyecektir. Çünkü Mısır’daki son gelişmeler ve Mursi’ye yapılan darbe ile Türkiye’de AKP’nin içinde bulunduğu ruh hali çok büyük etki-tepki ilişkisini barındırmaktadır. Mursi ya da Müslüman Kardeşler, iktidarı alınca Erdoğan gibi kibirli ve kendine demokrat, kendine müslüman davranışlarıyla politik kaosu derinleştirdi. Özgürlük ve demokrasiyi geliştirmek yerine kendilerini merkeze alarak iktidar blokunda tek olmak istediler. Böyle olunca da kaos ve darbe ile başbaşa kaldılar. AKP de aynı durumdadır. Kibirli; kendine demokrat, kendine müslüman politikası ile tekçi CHP’nin tarihsel mirasını güncel kılmaktadır. Ancak Kürt meselesinde geldiği durum ile Suriye’deki gelişmeler AKP’ye eskisi gibi olunamayacağını gösterecektir. Ya AKP çözümü demokratik zemine girerek geliştirecek, ya da AKP kibirinin ve iktidarının esiri olarak eriyip yok olacaktır. Başka da çıkış yoktur.