Bugüne kadar Belgrad Ormanı’yla ilgili çok sayıda yazı yazdım. Genelde haber niteliğindeydi ve kaynaklarımdan aldığım bilgilere dayanıyordu. Yani kalkıp Belgrad Ormanı’na gitmemi gerektirmiyordu. * Atlas Dergisi benden eylül sayısı için Belgrad Ormanı’yla ilgili bir yazı isteyince bu kez fotoğrafçı Turgut Tarhan ile beraber ormana yollandım. Turgut ormanı avcunun içi gibi biliyor. Sayesinde, normalde bir başıma olsam […]
Genelde haber niteliğindeydi ve kaynaklarımdan aldığım bilgilere dayanıyordu.
Yani kalkıp Belgrad Ormanı’na gitmemi gerektirmiyordu.
*
Atlas Dergisi benden eylül sayısı için Belgrad Ormanı’yla ilgili bir yazı isteyince bu kez fotoğrafçı Turgut Tarhan ile beraber ormana yollandım.
Turgut ormanı avcunun içi gibi biliyor.
Sayesinde, normalde bir başıma olsam asla gidemeyeceğim derinliklerine, ücra köşelerine kadar dolaştık ormanı.
*
Araçların normalde asfaltın bittiği noktadan geri döndüğü yerlerden arazi aracıyla ilerledik…
Bizans’tan kalma su kuyularına girdik…
Yükseklerin uğultusunu dinleyerek, merdivenleri pas tutmuş, artık kullanılmayan eski bir gözcü kulesine tırmanıp uçsuz bucaksız ormanı seyrettik.
Geyik üretim bölgesi tabelasının ardında tellerle çevrilmiş alana başımızı uzatıp geyik görmeye çalıştık ama nafile, hiç geyiğe rastlamadık.
*
Bayram arifesiydi.
Piknikçi tayfa bayram telaşında olduğundan orman olabildiğine tenhaydı.
Yaprak hışırtıları, kuş sesleri, bentlerden akan suyun gürültüsü içinde sanki biz bile fazlaydık ormana.
Hani hep diyoruz ya “Orman ağaç değildir” diye…
Bunu otoritelere anlatmaya çalışıyoruz ya?
Anlamaları için gitmeleri, görmeleri, ormanın derinliklerine dalmaları, oradaki canlı birliğine şahit olmaları gerek.
Gitmeden, görmeden orman alanlarını inşaat sahası, ağaçları odun, suları HES görmeleri kaçınılmaz.
Lakin gidip gören, o kuleden ağaç denizine bakan ve hâlâ ormanın canlı bir organizma olduğuna ikna olmayanın insanlığından şüphe edebilirsiniz.
*
Nitekim, ormanın içinden ilerleyip bir noktada 3’üncü köprü yolu için ağaçların kesildiği kel araziyle karşılaştığınızda karnınıza bıçak saplanmış gibi oluyor, göğsünüz ağrıyor, nefes almakta güçlük çekiyorsunuz.
Oradan kesilmiş binlerce ağacın odunları yol kenarında kilometrelerce uzanırken bir katliama şahit olduğunuz hissine kapılıyorsunuz. Benim için onlar odun değil. Kilometrelerce yan yana dizilmiş ağaç cesetleri. Canlıların cansız bedenleri.
*
O sırada aklınıza türlü sorular geliyor.
Diyorsunuz ki…
Ormanlık alanın ilerisinde eskiden taş ve kömür ocağı olarak kullanılan, şimdilerde terk edilmiş kel araziler var… Yol neden buralardan geçmedi, diye soruyorsunuz. Buraları doldurma zahmetine mi girilmek istenmedi? “Bir an evvel şu köprüyü bitirip hizmetimize hizmet katalım” kaygısı mı güdüldü?
Diyorsunuz ki…
Ormanlarla çevrili arazinin ortasından dev otobanlar geçecek. Bütün ağaçlar kesilmemiş olsa da ne fayda? Orman egzoz soluyacak, yaprak hışırtılarının yerini trafiğin uğultusu, araçların motor sesi alacak, kuşlar bile birbirlerine seslerini duyuramayacak.
*
Belgrad Ormanı hâlâ çok güzel.
Ama ben büyük bir kalp kırıklığıyla ayrıldım oradan.
Düşündüm, Başbakan’ı şu kuleye çıkarsalar, o tadı o da alsa, ormana saygıyı hatırlar, belki vazgeçer bu güzergâhtan.
Yine saflığım tuttu işte.
Başımıza ne geliyorsa herkesi kendimiz gibi sanmaktan geliyor…
Hep unutuyorum.