Bazen bir şey bir şeye çok ama çok benzer. O vakit münasip ve aşina olduğumuz deyimi ya da ifadeyi yapıştırıp ilerliyoruz. Layıkıyla derinine inmeden. Aslına bakarsanız içinde yaşar ve birebir tecrübe ederken ülkede olup bitenle ilgili soğukkanlı ve öyle kapsamlı bir zihin haritası oluşturmak da kolay olmuyor. New York Üniversitesi’nden (NYU) Doç. Aslı Iğsız hem […]
Bazen bir şey bir şeye çok ama çok benzer. O vakit münasip ve aşina olduğumuz deyimi ya da ifadeyi yapıştırıp ilerliyoruz. Layıkıyla derinine inmeden. Aslına bakarsanız içinde yaşar ve birebir tecrübe ederken ülkede olup bitenle ilgili soğukkanlı ve öyle kapsamlı bir zihin haritası oluşturmak da kolay olmuyor. New York Üniversitesi’nden (NYU) Doç. Aslı Iğsız hem uzakta hem de 10 numara bir sosyal bilimci olmanın getirileriyle Gezi direnişine öyle bakarak çok çok önemli iki makale yazmış. Iğsız’ın analizini hem özetleyeceğim hem de bazı bölümlerini aynen sizinle paylaşacağım. Şöyle başlayalım: Medyada bir kesim Gezi Parkı protestolarını ‘Arap Baharı’yla ya da İspanya’daki ve Yunanistan’daki neoliberalizm karşıtı protestolarla karşılaştırdı. Bir kesim ise Erdoğan’a diktatör deme kolaylığına kaçtı. Bu tür ifadeler Türkiye’deki bu olayı oryantalist bir tavırla münferitmiş gibi tarif etmeye yarar… Halbuki AKP ne Türkiye’nin ilk otoriter partisi ne de bir diktatörlük şeklinde hareket ediyor. Erdoğan’a diktatör demek tabloyu açıklamak yerine gölgeliyor. Bu tür yaklaşımlar yüksek güvenlikli neoliberal ulus devletler arasındaki örgüyü ve onların Soğuk Savaş’a olan örtülü bağlantısını görmeyi engelliyor. Wendy Brown’ın hatırlattığı gibi “Neoliberal mantık sadece ve hatta birincil olarak ekonomiye odaklanmaz; pazar değerlerinin tüm kurumlara ve sosyal eylemlere doğru genişletilip yayılmasını içerir.”
* * *
Iğsız, bu kâr odaklı zihniyete ve sisteme karşı olan meslek erbaplarının soruşturmalarla cezalandırıldığını, bu soruşturmaların daha sonra davalara dönüşebildiğini, en çok gazetecilerin, avukatların, doktorların, akademisyenlerin bu manada mağdur edildiğini söylüyor. Ve örnekler veriyor. Vahşi bir neoliberalizm örneği olan yeni sağlık politikalarına itiraz eden doktorların nasıl sistem dışına itildiğini, bu nedenle artık bir kârhane mantığıyla işletilen üniversite hastanelerinde bırakın ders verecek hatta uzmanlık gerektiren alanlarda ameliyat yapacak hoca kalmadığını hatırlatmak isterim ben de. Iğsız da Kocaeli Üniversitesi Kamu Sağlığı Bölümü’nden Prof. Onur Hamzaoğlu’nu… Kendisi Dilovası ve çevresinde ‘anne sütünde ve yenidoğan dışkısında ağır metal’ tespit eden bir araştırma yayımlamış, ardından ‘halkı paniğe sevk etmek’ gerekçesiyle başına gelmeyen kalmamıştı. AK Partililerin darbe kalıntısı YÖK’ü Prof. Hamzaoğlu’na gerekeni yapması için ‘göreve çağırması’, hemen ardından bir soruşturma açılması filan falan. Iğsız bu noktada AK Parti’nin memlekete bakışındaki mantığa eğiliyor. Türkiye eşittir bir ürün, Türkiye eşittir itibarı korunması gereken bir marka. Keza AKP Siyaset Akademisi’nin kitapçığında da Türkiye markasının dünyadaki en değerli markalardan biri olduğunun altı çiziliyor. “İmajla ilgili endişeler yabancı yatırımın korunması için devlet gücünü devreye sokmak gibi girişimlere kadar genişleyebiliyor. Yetkililerin sorunlara odaklanmaktan çok, sorunları dile getirenleri susturmaya çalışmalarının ardında yatan sebeplerden biri bu olabilir mi” diye soruyor Iğsız.
* * *
“Mesleki aktivitenin kriminalize edilmesi Türkiye’de yeni değil, akademisyenler ve gazeteciler daha önce de sıkça hedef haline geldi. Yeni olan, kriminalizasyonun çevreci aktivizme ve terörist iddialarına kadar genişlemesi, ardında neoliberal çıkarların bulunması. Bununla birlikte nasıl ki ordunun pasifleştirilmesi ve bu yolda uygulanan yöntemler AKP’yi demokratik yapmayacağı gibi, AKP tarafından uygulanan otoritaryenlik de Erdoğan’ı diktatör yapmaz… Bu tür ifadeler otoritaryenliği besleyen neoliberal politikaların görülmesini engeller. Soğuk Savaş döneminde kapitalist menfaatleri koruma görevini üstlenen ordu, bugün birçok ülkede görevini polise devretmiştir. Yeni dünya düzeninde, demokrasinin önündeki yegâne engelin ordu olduğunu düşünmek polisin ve onun kullandığı ‘ölümcül olmayan teknolojilerin’ dünyaya nasıl yayıldığını görmemeyi beraberinde getiriyor. Sonuç olarak, Türkiye’deki neoliberalizmin kendine özgü unsurları bulunsa da dönüştüğü otoritaryenlik yerel dinamiklerden olduğu kadar uluslararası kapitalist ve siyasi menfaatlerden de besleniyor.”
UZUN AMA ÖNEMLİ NOT: Iğsız’ın konuyla ilgili makalelerine buradan ulaşabilirsiniz:
( 1.http://goo.gl/cXxNS ve 2. http://goo.gl/9Tmtw )
Yaklaşık bir yıl kadar önce Fransız felsefeci Pierre Dardot ve sosyoloji profesörü Christian Laval ile yaptığım ‘Neoliberal devlet vatandaşına şantaj yapar’ başlıklı röportaja da yeniden bakmanızı (burada: http://goo.gl/DflFJ) tavsiye ederim. Bir de şu var: Biliyorum Aslı bunu dile getirdiğim için kızacak ama belirtmeden geçemeyeceğim çünkü onun Erdoğan için “Hayır o bir diktatör değil, tam bir neoliberal” demesinin ayrıca bir önemi var. Çünkü Aslı, İrtica ile Mücadele Eylem Planı nedeniyle hapis yatan Orgeneral Hasan Iğsız’ın kızı. Soğukkanlı analiz ve akademisyen namusu böyle bir şey demek ki. Olması gerekeni yaptığı için Aslı’ya bravo diyecek değiliz ama ilkesi Şam’a karakteri Bağdat’a saçılmış, kutuplaşmadan, öfkeden, kinden nemalanan o kadar çok acınası ‘bilim insanı’ var ki, doğrusunu, zihin açanını görünce seviniyor insan.