Taksim Gezi Parkı’nda başlayan olaylar bütün ülkeye yayılmış durumda. Toplumda tam bir öfke patlaması yaşanıyor. Başta gençler ve kadınlar olmak üzere halk, hükümeti ve toplum yaşamıyla ilgili olan herkesi uyarıyor. Yakın zamanda böyle bir şey görülmediği için belli bir şaşkınlık da yaşanıyor. Aslında Gezi Parkı’nın fitili ateşleyen bir kıvılcım olduğu anlaşılıyor. Uzun süredir dolan ve […]
Taksim Gezi Parkı’nda başlayan olaylar bütün ülkeye yayılmış durumda. Toplumda tam bir öfke patlaması yaşanıyor. Başta gençler ve kadınlar olmak üzere halk, hükümeti ve toplum yaşamıyla ilgili olan herkesi uyarıyor. Yakın zamanda böyle bir şey görülmediği için belli bir şaşkınlık da yaşanıyor.
Aslında Gezi Parkı’nın fitili ateşleyen bir kıvılcım olduğu anlaşılıyor. Uzun süredir dolan ve şovenist etkiyle içine atan toplum tepkilerini ortaya koyuyor. Bu durumun çok iyi analiz edilmesi ve doğru politikalarla yaklaşım gösterilmesi gerekiyor.
Başlangıçta durum tam fark edilemedi. Hatta eyleme girenler bile ne yaptıklarının tam farkında değillerdi. AKP hükümeti Kürtlere yaptığı gibi küçümsemek ve zalim bir üslupla anında bastırmak istedi. Gerçek anlaşılınca da biraz geç kalınmış olduğu ortaya çıktı.
Şimdi geçen zaman içinde olay daha iyi anlaşılmaya çalışılıyor. Yaşananlar değişik boyutlarıyla tartışılıp, doğru sonuçlar çıkarmak için çaba harcanıyor. Bu çerçevede herkes duruşunu ve politikalarını yeniden gözden geçirmek ve düzeltmek zorunda kalıyor.
Yaşananın kelimenin tam anlamıyla bir öfke patlaması olduğu açık. Toplum tepkilerini ortaya koyuyor ve ‘Artık yeter’ diyor. Daha çok özgürlük ve demokrasi istiyor. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbelerinin yarattığı faşist özel savaş sistemi altında daha fazla yaşamak ve ezilmek istemiyor.
Buradan bakınca yaşananları anlamak ve ifade etmek çok zor değil. 12 Mart 1971 darbesinden bu yana kırk iki yıldır toplum faşist-askeri bir cendere altında tutuluyor. 12 Mart darbesiyle başlatılan özel savaş uygulamaları günümüze kadar olabileceği oranda derinleştirilmiş ve genişletilmiş bulunuyor.
Ülkeyi ve toplumu yönetenler bu işi nasıl yaptıklarını hiç sorgulamıyorlar. Dönüp geriye bakarak kırk yıldır yaptıklarını hiç görmüyorlar. Hitler gibi “Toplum sürüdür” diyerek, ne yaparlarsa toplumun kabul edeceğini sanıyorlar. Şimdi yaşanan şaşkınlığın nedeni bu.
Dokuz yıl 12 Mart darbesinin zulmü ve buna dayanan MHP sürülerinin saldırısı. Yedi yıl 12 Eylül darbesinin her şeyi ezen ve kendine göre yeniden yapılandırmaya çalışan saldırısı. Onbeş yıl Olağanüstü Hal düzeni. Kürtlere karşı yürütülen özel savaşın toplumun diğer kesimlerine yansıyan kısmı. Yani ırkçı-şoven milliyetçi propaganda ve bu temelde toplumu susturma.
2002 sonunda AKP iktidar olurken durum buydu. Fakat belli ki niçin ve nasıl iktidar olduklarını AKP yöneticileri bile anlamadı. Halbuki daha birinci kongrelerini bile yapmadan iktidara geldiler. Bu durumu AKP yöneticileri kendi kişiliklerine vehmettiler. Oysa gerçek çok farklıydı. Toplum 12 Mart 1971’den sonra olup bitenlerden kurtulmak istiyordu. 12 Mart ve 12 Eylül faşist-askeri darbelerinin yarattığı özel savaş düzenini aşmak istiyordu. Bunun için ve AKP böyle bir söylem kullandığı için AKP’yi iktidara getirdi.
Peki AKP ne yaptı? Ne yapacak, besbelliki nasıl ve niçin iktidar olduğunu bile anlamış değil. Tayyip Erdoğan ve arkadaşları onbir yıldır böbürlenerek ve demagojiyle toplumu yönetmeye çalıştılar. Nabza göre şerbet vererek iktidarda kalmayı sağladılar. Hem askeri darbelere karşı olduklarını söyleyip hem de 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin ortaya çıkardığı sistemi yönettiler.
Bu konuda AKP’nin gösterdiği başarıyı gerçekten de takdir etmek gerekiyor. Hiç kimse bu kadar yalan söyleme ve aldatma mahareti gösteremezdi. Onbir yıl boyunca hem darbelere karşı olduğunu söyleyip hem de darbe rejimi, anayasa ve yasaları ile toplumu yönetemezdi.
Bunu AKP yaptı. Takdir etmek gerekiyor, bu başarıyı gösterdi. Onbir yıldır “İleri demokrasi” diyerek toplumu aldatıp 12 Eylül darbe rejimini sürdürdü. Böylece 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin demagojik devamı oldu. AKP’nin Müslümanlığının da, demokratlığının da, değişimciliğinin de bir yalan olduğu açığa çıktı.
Peki şimdi ne oluyor? Gezi Parkı’ndan başlayan olaylar neyi ifade ediyor?
Besbelli ki toplum artık bu kırk yılın muhasebesini yapıyor. 12 Mart ve 12 Eylül faşizmi ile AKP yalancılığına ‘Artık yeter’ diyor. Önce “Komünizm tehlikesi”, sonra ise “Kürt tehlikesi, bölünme tehlikesi” denerek kırk yıldır uygulanan bu baskı ve sömürüden kurtulmak istiyor. Şoven milliyetçiliği ve despotik sistemi aşmaya çalışıyor. Özgürlük ve demokrasi istiyor.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Newroz çağrısıyla başlattığı ateşkes süreci bunun için çok önemli bir zemin oluşturuyor. Toplumu zehirlemek için artık şoven milliyetçilik kullanılamıyor. “Kürt ve bölücü tehlike” yalanı artık kimseyi aldatamıyor ve korkutamıyor. Özel savaşın zihni ve psikolojik cenderesinden kurtulan insanlar rahatça kendilerini ifade edip demokratik düzen istiyor.
Aslında Newrozdan bu yana yaşanan ateşkes süreci, böylesi olaylar olmadan da gereken demokratikleşme adımlarını başlatmak için bir fırsattı. PKK Lideri bu fırsatı hükümete vermişti. Geçen üç ay içinde bu doğrultuda çok şey yapılabilirdi.
Fakat dikkat edilirse AKP hükümeti ciddi hiçbir şey yapmadı. Yalan ve demagojiyle bu süreci de yürütebileceğini sandı. Yeni demokratik anayasa çalışmasında bir ilerleme yok. Antidemokratik yasaları değiştirmede herhangi bir girişim ve çaba yok. Siyasi tutuklular hala zindanlarda duruyor. Bunlara bakan herkes AKP’nin eskiyi sürdürmek istediğini görüyor.
İşte Gezi Parkı’ndan başlayan olaylar bu temelde gelişiyor ve ciddi bir uyarı olma özelliği taşıyor. Toplum kırk yıllık darbe rejimi altında artık yaşamak istemiyor. AKP’den de şimdiye kadarki demagojik oyalamalara son vererek artık gereken demokratik değişimi ve Kürt sorununun çözümünü gerçekleştirmesini istiyor. Yeni ateşkes sürecini doğru değerlendirmesini istiyor.
Yaşanan öfke patlaması toplumun ne kadar tepkiyle dolu olduğunun işareti. Herkes bundan doğru sonuçlar çıkarmalı. Eğer AKP doğru sonuçlar çıkarmayıp da baskıyla karşılarsa, o zaman kendi eliyle bir isyanın yaratıcısı bile olabilir. O nedenle çok dikkatli davranmak zorundadır. Bunun için de yeni çözüm sürecinin gerektirdiği adımları gecikmeden atmak durumundadır.
Dikkat edilirse, toplumun gösterdiği tepki çok geç kalmış bir tepkidir ve henüz bir uyarı düzeyindedir. Oysa kırk yıldır bu faşist özel savaş zulmüne dayanmak hiç de kolay değildir. Bunun sabrını göstermenin toplumu eğittiği iyi bilinmelidir. O nedenle bundan sonrası daha bilinçli gelişebilir.
Bu uyarı elbette demokratik güçler için de geçerlidir. Bu gelişmelerin yeni ateşkes süreci ve demokratik birlik çabalarıyla bağı tartışmasızdır. Demokratik güçlerin birlik çabasının topluma cesaret verdiği ortadadır. Ve böylece çok ihtiyaç duyulan pratikleşme adımının da önü açılmış olmaktadır.
Demokratik güçler Barış ve Demokrasi Konferansında birleşerek ilk adımı attılar. Çok zarar veren parçalı duruşu aştılar. Şimdi sıra ikinci adımdadır. Konferans sonuçlarının pratikleşmesi gerekmektedir. Bu da toplumun demokratik direnişini örgütlemek ve yönetmekle olacaktır.
Şimdi bunun önü açılmış yeni bir tarihsel sınav ortaya çıkmıştır. Bu sınavdan başarıyla çıkmak, 1970’de yarım kalanı başarıp ‘Demokratik Türkiye’yi yaratmak için herkes üzerine düşeni mutlaka yapmalıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.