Sinirlenince çok dürüst oluyorsun Sultan’ım… 18 Haziran tarihli parti grubunda konuşan Başbakan kendine her zamanki güveni ve nobranlığıyla bir kez daha tarihe kaydını düştü: Güvenlik güçlerimiz, demokrasi ve hukuk sınırları içinde son derece sabırlı şekilde, şiddet eylemlerine karşı başarıyla mücadele vermişlerdir. Hatta polisimiz sistemli bir şiddet hareketi karşısında, demokratik bir tavır sergilemiş ve demokrasi sınavından […]
Sinirlenince çok dürüst oluyorsun Sultan’ım…
18 Haziran tarihli parti grubunda konuşan Başbakan kendine her zamanki güveni ve nobranlığıyla bir kez daha tarihe kaydını düştü:
Güvenlik güçlerimiz, demokrasi ve hukuk sınırları içinde son derece sabırlı şekilde, şiddet eylemlerine karşı başarıyla mücadele vermişlerdir. Hatta polisimiz sistemli bir şiddet hareketi karşısında, demokratik bir tavır sergilemiş ve demokrasi sınavından başarıyla geçmiştir.’’
Biber gazının ‘’doğal hak’’ olduğunu belirten Erdoğan, buna karşın eylemcilerin yüzde 76’sının CHP’li ‘’terörist ve anarşistler’’ olduğunu ifade etti. Hızını alamayan Başbakan eylemcilerin ‘’içerideki hainler’’ olduğunu söylerken sokağa çıkan ‘’milyonlarca’’ destekçisiyle Türkiye’nin ve aslında ‘’halkın/milletin’’ kendi yanlarında olduğunu gösterdiğini ve göstermeye devam edeceğini de ilan etti. Faiz Lobisi’ne, camide içen(?) alkoliklere, Tabipler Birliği’ne, ‘’bağzı’’ STK’lara ve yine ‘’bağzı’’ sendikalara çatmaktan geri durmayan Başbakan, konuşmasını ‘’küresel bir komplo’’ makamında arz ederek Ergenekon’la ve nihayet şu veciz sözlerle taçlandırdı:
Polisimiz, kanunun kendisine verdiği yetki dairesinde, bundan böyle hiçbir hukuksuzluğa göz yummayacak, gerekeni yapmaya devam edecektir. Polisimizi daha da güçlendireceğiz. Her yönüyle daha da güçlendireceğiz. Ki bütün bu olaylar karşısında çok daha müdahale gücünü artıracağız.’’
Asgari demokrasi terbiyesi almış, dünyayı az-çok bilen herhangi ortalama bir yurttaş için yalnızca şu sözler bile skandaldır. En az 3 kişinin doğrudan kolluk şiddetiyle yaşamını kaybetmesi; yine bir polis amirininse, aşırı zorlama ve insanlık dışı çalışma nedeniyle başka bir şiddet türü nedeniyle kaza ile yaşamını yitirmesi; öte yandan, kafa travması yaşayan, kolu bacağı kırılan, çeşitli yerlerinden ağır darp alan, gözünü kaybeden ve son derece tehlikeli kimyasallara maruz kalan binlerce insan, Başbakan’ın standartlarına göre oldukça ‘’doğal’’ bir durum arz etmektedir. ‘’Doğal’’ olduğu kadar, bizzat kendilerinin dahi başlarda ‘’utangaç’’ biçimde özür dilemek mecburiyetinde kaldığı bu şiddet vak’aları, oldukça ‘’demokratik ve sabırlı’’ bir tutumun örnekleriymiş.
Hali hazırda, kafası gözü patlatılması ve yeri geldiğinde gayet orantılı biçimde birkaçının öldürülmesi ‘’demokratik ve meşru’’ olan bu ‘’terörist ve anarşist’’ eylemciler, geçmişi en az 40 yıl geriye gidecek lanetli bir hatıratı ve söylemi bize yeniden hatırlatıyor: Teröristler! Bir kere, birine ‘’terörist’’ sıfatı haşrettiğinizde, o bireyi standart ‘’hakları olan insan’’ kategorisinden dışlayıp şeytanlaştırırsınız. O vakit, karşınızda birtakım talepleri olan politik bir özne değil; üzerinde her türden hukuki, siyasal ve askeri keyfiyetin uygulanabileceği adeta bir ‘’mahluk’’ yer alır. 90’lar kirli savaşında hayli etkin biçimde uygulanan bu ‘’şeytanlaştırma’’ ayini, binlerce insanın büyük bir gaddarlıkla kah işkence görmesine, kah zindanlarda çürütülmesine ve kah vahşice öldürülmesine sebep oldu. Bu bağlamda ‘’terörist eylemcilere’’ karşı polisin güç ve imkanları ile birlikte müdahale dozunun da artacağını ifade etmek düpedüz ‘’kirli savaş’’ taktiklerinin hala gündemde olduğunu ifade etmektedir.
Ortada ‘’teröristler’’ varsa, öncelikle buna uygun yapılandırılmış ‘’olağanüstü kolluk gücü’’ vardır ki ilk aşamada bu ifade edildi. İkinci aşamaysa, hem kolluğun statüsünü ilgilendiren hem de genel ‘’hukuki statüyü’’ inşa edecek fiili OHAL (Olağanüstü Hal) ve TMK (Terörle Mücadele Kanunu) devreye girecektir. Nitekim, bir kısmı bırakılsa da ilk günlerden beri çeşitli STK, siyasi parti ve sosyal medya grupları üzerinde adli operasyonlar başlamış durumdadır. Gezi Direnişi tamamen durulduğunda, iktidar bu meseleyle ilgili bir ‘’ara çözüm’’ bulsa dahi, bundan sonra “provokatif adli komplo ve operasyonların’’ gündeme gelmesi kuvvetle muhtemel: “Zello” ve “küresel tezgah” söylemleri yalnızca kirli bir manipülasyon değil, TMK yargıçlarına açıkça yol göstermedir.
Zulme müteşekkir iktidar anatomisi
Şükür, göksel olanın lütfuna yani nimetlerine karşı sunulan rıza beyannamesidir. Buna göre şükrün bir başka açılımı; kulun kendi fani ve muhtaç gerçekliğinde, hakim ve mutlak olanın yaratıcı/bahşedeci tözüne karşı hem bir hayranlık hem de bir bağlılık bildirgesi yaratmasıdır. Öte yandan yaratıcı ‘’kudret’’, fani olana daima ‘’en güzelini’’ bahşetmediğine göre, biat etmesi gereken fani kul; bu kudretin ihtişamlı hakikatinde ‘’kısılmış/noksanlaştırılmış nimetler’’, hatta ‘’fenalıklarda’’ dahi bir hayranlık ve hikmet bulmak zorundadır. Hakikati kategorik olarak eylemden bile bağımsız ‘’terör’’ vasfında resmedilen bir oluş’a karşın girişilen zalimce eylemlerde dahi bir ‘’hikmet’’ aramamızı ifade eden böylesine bir ‘’şükranlık’’ hali; tarih boyunca her tanrı-kral’ın tebaasına dayattığı özel bir statükodur. Tanrı-kral Mısır Firavunlarının ‘’kölelik rejimleri’’ dahi, teba’asına karşı hasmane bir hukuki statü değil; O’nun Tanrısal gerçekliğinden kaynaklı, ötekininse yaradılışındaki zafiyetten mülhem bir statüdür. Modern dönem ‘’Firavunları’’nda dahi bu anlayış farklı biçimlerde sürmüştür. Toplumsal ilişkileri ve niteliği kökten sarstığı iddia edilen bir iktidarın, Roboski gibi açık devlet vahşetinde dahi, katliamın olası ‘’sorumlularına’’sunulan pervasızca bir ‘’şükran’’ bildirgesi, son tahlilde Gezi’de uygulanagelen kolluk şiddetinde de alenen gözlemlenmiştir. Roboski vahşetinde değil bir tek sorumlunun yargılanması, üstüne Roboskili mağdur aileler idari biçimlerle (Tanrısal bir keyfiyetle) cezalandırılırken; Gezi’deki kolluk operasyonlarının değil cezalandırılması, park cezası kabilinden müsamerelerle geçiştirileceği şimdiden bellidir. Keza, yakın tarihin ibretlik belgelerinden Dink suikastında da 6 yıldır benzer bir hukuk parodisine şahit olunmakla birlikte, buradaki ‘’şükran’’ duyguları sözle değil, muhtemel sorumluları fiilen ödüllendirmek biçiminde gerçekleşmiştir.
Onca yıllık ‘’mağduriyet edebiyatı’’ –ki bu hakikaten tartışılmaya muhtaçtır- üzerinden nemalanan bir iktidarın, statükonun bizzat sahibi olup onu dönüştürmek bir yana, bittabi onun bizzat (ve elbet zorunlu) kendisi olduğunu ifade ederken, üzerindeki tüm ‘’sivil’’ cilası da dökülmüş haldedir. Başbakan’ın nobran ve küstah söylemleri şahsında sembolleşen bu yeni iktidar biçiminde, ‘’Başkanlık’’ rejimi üzerinden tesis edebileceği katmerli statükoyu görebiliyoruz. Bu iktidar biçimini haklı olarak sıklıkla Putin’le kıyasalasak da, açıktır ki Başbakan, hamiliğine soyunduğu Mursi ‘’kardeşine’’ ve O’nun imkanlarına peyderpey ulaşmaya gayret etmektedir. Bu elbette Türkiye koşullarında muhafazakar bir Başkanlık statükosu olacaktır. Gezi Direnişi ve sonrasında sergilenen muktedir tavrı Kürt siyasal öznelerine, demokratlara ve hatta liberallere ciddi bir ‘’uyarı’’ vermiş olmalıdır…