Güvenlik güçlerimiz demokrasi ve hukuk sınırlarında büyük şiddet eylemlerine karşı mücadele vermiştir. Çok kapsamlı ve sistemli şiddet hareketi karşısında tarihinde olmadığı derece demokratik tavır sergilemiş, demokrasi sınavından başarıyla geçmiştir. ‘Polis şiddet uyguladı. Biber gazı sıktı…’ En doğal hakkı; sıkar. Açın AB müktesebatını göreceksiniz. Laf dinlenmediği zaman polis yetkisini kullanır. Kurşun attı mı, silah kullandı mı; […]
Güvenlik güçlerimiz demokrasi ve hukuk sınırlarında büyük şiddet eylemlerine karşı mücadele vermiştir. Çok kapsamlı ve sistemli şiddet hareketi karşısında tarihinde olmadığı derece demokratik tavır sergilemiş, demokrasi sınavından başarıyla geçmiştir. ‘Polis şiddet uyguladı. Biber gazı sıktı…’ En doğal hakkı; sıkar. Açın AB müktesebatını göreceksiniz. Laf dinlenmediği zaman polis yetkisini kullanır. Kurşun attı mı, silah kullandı mı; yok.”
Yukarıda yer alan sözleri lütfen tekrar tekrar okuyun.
Yaşadığınız ülkenin Başbakanı tarafından, 18 Haziran 2013 Salı günü TBMM’de gerçekleştirilen AKP grup toplantısında kürsüden dillendirildi.
Biliyorum, bu ülkede yaşayan yurttaşlar olarak şu günlerde Başbakanın sözlerini duymak; ciddi ruhsal travmalara neden olabilmekte, akıl ve ruh sağlığınızda onarılmaz yaralar açabilmekte.
Mesela ben, çocuklara söz verdim, doğum günlerinde sigarayı bıraktım. Başbakan konuştu, yeniden başladım, hem de paket arttırdım.
Kendinizi bir anda, ülke yönetimini üstlenmiş bir siyasetçinin, 59 yaşına ulaşmış bir devlet adamının değil de; sanki verdiğiniz parayı bozmakta zorlandığı için sizinle ağız dalaşına girmiş hafiften asabi bir dolmuş şoförünün karşısında buluyorsunuz.
Ancak lütfen biraz sabır.
Çünkü bu sözlerin anlamı son derece büyük, derin.
Bu sözler, doğrudan sizi, sizin yaşamınızı ve geleceğinizi ilgilendiriyor.
Ve sizi, eğer hala bir tutum belirlemediyseniz, hatta ülkenizi ve çevrenizi önemsemiyor olsanız da, en azından kendiniz için kaygı duymaya itiyor.
Sayın Başbakanın sözlerine kulak verin !
Sonra da, 31 Mayıs’dan bu yana süren olayları hatırlayın.
Sokaklarda, caddelerde, meydanlarda tanık olduğunuz görüntüleri canlandırın zihninizde.
Ankara’da Ethem’i hatırlayın, Hatay’da Abdullah’ı …
Yakın mesafeden ve nişan alınarak başına gaz bombası sıkılan gençleri hatırlayın sonra.
Henüz 14 yaşında olan Berkin’i hatırlayın, Dilan’ı hatırlayın mesela.
Dilan, şu an Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Beyin Cerrahi Kliniği’nde yoğun bakımda tutulan üniversiteli bir genç kız. 16 Haziran günü Ankara Kurtuluş’da, polis şiddetinden kaçan kalabalık içerisindeyken, yanına yaklaşan bir akrepten atılan gaz bombası ile başının arkasından vuruldu.
Daha onlarca ağır yaralı var şüphesiz.
Şu an hastanelerde yoğun bakımda tutulanlar içinde yaşamını yitirenler de olabilir.
“Laf dinlenmediği zaman polis yetkisini kullanır” diyor Başbakan.
Evet, Anayasa referandumu öncesi aynı kürsüde, çocuk yaşta asılarak idam edilen Erdal Eren’in son mektubunu okurken ağlayan aynı Başbakan’dan bahsediyorum.
Polis güçleri için “tarihinde olmadığı derece demokratik tavır sergilemiş, demokrasi sınavından başarıyla geçmiştir” diyor aynı Başbakan şimdi.
“Güvenlik güçlerimiz demokrasi ve hukuk sınırlarında büyük şiddet eylemlerine karşı mücadele vermiştir” diyor ve ekliyor;
“Kurşun attı mı, silah kullandı mı; yok.“
Şöyle demiyor ne yazık ki;
“Yaşanan olaylarda gençlerimizin başına gaz bombası fişeği sıkanlar, açıkça insan yaşamına kast etmiştir”
Ya da şöyle;
“O gaz bombalarını, o gaz bombalarını atan tüfekleri biz polise, sokaklarda insan avlasınlar diye vermedik”
Şu da olabilirdi;
“Olaylara müdahale eden polis, karşısında bu ülkenin yurttaşları, her şeyden önce insanlar olduğunu unutmamalıdır”
En azından, evet en azından şu olsaydı;
“Şahsım ve hükümetim adına çok üzgünüz; sorumluları derhal tespit edecek, haklarında gereğini yapacağız”
Ancak o, şöyle demeyi tercih etti;
“Kurşun attı mı, silah kullandı mı; yok.”
Başbakan kürsüden bu sözleri dile getirirken; salonda bulunan partileri, coşkuyla alkışlıyordu onu.
Hatırlıyorum, aynı salonda bulunanlar, belki bir kısmı, en azından Bülent Arınç; bir vakit Sayın Başbakan Erdal Eren’in son mektubu okunurken ağlamışlardı.
Ne oldu bu adamlara?
Ne oldu sizce Başbakan’a?
Herkesin bir fikri vardır şüphesiz bu konuda. Ancak asıl önemli olan “onlara ne olduğu” değil, “bize ne olacağı” olsa gerek.
Dilan’ın babası mesela, şu an hastane bahçesinde gece gündüz bekleyen, kızının bir göz kırpası ya da bir parmağını hafifçe oynatması ile tarifsiz sevinen, yaşamını 5 çocuğuna adamış emekçi bir baba; sizce bu ülkede, çocukları için kaygı ve korku taşıyor mudur?
Bu kaygı ve korkunun nedeni, aslında her türlü kaygı ve korkuyu yok etmek adına icat olduğu iddia olunan veya varsayılan “devlet” veya “iktidar” kurumunun, bizzat kendisinden kaynaklanan bir kaygı ve korku olabilir mi?
Bu kaygı ve korkunun, giderek diğer babaların, annelerin yüreğine de çöreklenip, an ve an büyümesinde, acaba Sayın Başbakan’ın bir payı var mıdır?
“Kurşun attı mı, silah kullandı mı; yok.”
Bir fıkrayı hatırladım bu söz üzerine, şöyle;
Adamın biri, yerde kanlar içinde yatıyormuş, belli ki oldukça yüksek bir yerden beton zemine düşmüş. Belli ki kolu bacağı da hepten kırıkmış. Üstelik vücudunda, silahlı bir saldırının yol açtığı taze yaralar da var.
Adamın başında toplanan meraklı kalabalık içinden sıyrılıp yanına yaklaşan bir kadın, safça sormuş; “Canınız çok yanıyor mu ?”
Ne yapsın adamcağız; “Yalnızca gülünce” demiş.
“Kurşun attı mı, silah kullandı mı; yok.”
Ankara’da Ethem’in öldürülmesinde olduğu gibi, kurşun da atıldı, silah da sıkıldı. Ama haksızlık etmeyelim; gaz bombası fişeğini tercih ettiler genelde. Belirli mesafeden özellikle başa nişan alıp sıktıklarında, tabanca kurşunundan çok daha can alıcı olduğunu öğrendik kısa sürede.
Bu yüzden, yalnızca gülünce canımız yanıyor şimdi.
Başta Sayın Başbakan olmak üzere, iktidar partisi mensuplarının akla zarar sözleri karşısında, çoğu zaman mantıklı bir karşılık vermek, bir anti-tez üretmek bile olanaklı değil, gülüyoruz yalnızca ve canımız yanıyor.
Çocuklarımızın, gençlerimizin; bir babanın biricik güzel kızının yada bir annenin aslan parçası oğlunun; sırf ülkelerini sevdikleri ve sahip çıktıkları için, şimdi sokaklarda caddelerde, sanki vahşi bir hayvan gibi göz göre göre avlanmalarını izliyoruz ve canımız yanıyor.
Ama en çok canımızı yakan, Sayın Başbakan’ın bu sözleri değil mi ?
“Laf dinlenmediği zaman polis yetkisini kullanır” diyor Başbakan.
Dinlemediğimiz laf ne ki?
Peki kullanılan yetki ne?
Bu sözlerin öz Türkçesi, “Benim lafımı dinleyeceksiniz, yoksa kafanıza sıktırırım” değil mi?
Ama o kadar da basit olmamalı; dedim ya, bu sözlerin anlamı son derece büyük, derin.
Bu sözler, doğrudan sizi, sizin yaşamınızı ve geleceğinizi ilgilendiriyor.
“Duranadam“ı; evet yalnızca olduğu yerde duran bir adamı, bir “tehdit” olarak algılayıp da üstünü başını arayan polisler, bildiğimiz bütün bilinirlerin sınırlarını çoktan aşmış bulunan bu saçmalıklar ve aşırılıklar fotoğrafına, son bir renkli kare olarak eklenenince; çok sevdiğim bir avukat arkadaşım beni aradı ve “polisin üst arama yetkisinin sınırları” konusunda bir hukuki bilgilendirme yazısı karalamamı istedi.
Şüphesiz iyi bir şey yapmak istiyor kendisi; “duranadam”(lar) korkmasın ve daha çok “duranadam” olsun istiyor; artık kimse (Başbakan ve polisleri) en azından “duranadam”(lar)a dokunmasın istiyor; haklı tabi…
Ama işte bu yazı çıktı ortaya.
Ona diyemedim o an ama mesele “durmak” yada “yürümek” ile ilgili değil ki, “lafı dinlemek” ile yani biat etmekle ilgili; yoksa ister dur, istersen deli gibi koştur dur, üstünü aramak ne ki, sıkıverirler kafana!
Öyle dedi ya Başbakan?
İşte bu nedenle bu sözlerin anlamı son derece büyük, derin.
Sonuçta, bir tek talebimiz olabilir Sayın Başbakan’dan.
Aslında, ona oy veren %50’den bir dilek, istek bu.
Öyle ya, onu böyle konuşturan, o %50’nin mevcudiyeti değil mi?
Ah %50, ah!
Sana sormuyorlar ama sen ister miydin hiç böyle olsun?
Başbakan, seni alıp arkasına, böyle konuşsun?
Ben, biz, yani diğer %50; işte kardeşçe bir dilek, masum bir istek bizimkisi.
Sen, siz; Başbakan’a söylerseniz dinler belki.
Yine ona oy verebilir, her daim onu sevip, ona körü körüne inanabilirsin.
Ama, lütfen, artık en azından şunu yapsın Sayın Başbakan;
Artık konuşmasın.
Sussun.
Yada en azından yine mektuplar okusun, ağlasın ağlatsın yine.
Hatay’dan Abdullah’ın öldürülmeden önceki son facebook mesajını okusun mesela, “sosyal medya” çağının güncel bir mektubu olarak.
O okusun Bülent ağlasın, Bülent ağlasın o okusun; öyle ya şimdilerde Bülent Arınç bile ağlamaz, hatta “askeri müdahale” yaptırmaktan söz eder oldu.
Ama lütfen artık böyle konuşmasın Sayın Başbakan.
Sussun.
Hepsi bu.
O konuştukça; çocuklar, gençler ölüyor, öldürülüyor; başlarına sıkılan gaz fişekleri ile yaralanıyor çünkü.
O konuştukça; babalar, anneler kaygılanıyor, üzülüyor.
Canımız yanıyor hem.
Hem de çok.
Ama yalnızca gülünce…
Taylan Efe/Ankara
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.