“Taksim Gezi Parkı Direnişi” olarak başlayan eylemler toplumsal bir direniş boyutu kazandı. Orantısız ve kibirli bir güçle eylemcilere saldıran muktedirlere karşı halk eyleme ve eylemin taleplerine sahip çıktı. Tüm Türkiye Taksim’e dönüştü. Güvenlik güçlerinin geri çekilmesini gören yüz binlerce insan kazanma duygusuyla sokaklara akın etti ve zaferi kutladı. Bu toplumsal kabarışın en önemli sonucu şudur […]
“Taksim Gezi Parkı Direnişi” olarak başlayan eylemler toplumsal bir direniş boyutu kazandı. Orantısız ve kibirli bir güçle eylemcilere saldıran muktedirlere karşı halk eyleme ve eylemin taleplerine sahip çıktı. Tüm Türkiye Taksim’e dönüştü. Güvenlik güçlerinin geri çekilmesini gören yüz binlerce insan kazanma duygusuyla sokaklara akın etti ve zaferi kutladı.
Bu toplumsal kabarışın en önemli sonucu şudur ki AKP kaybetmiştir. Beklemediği bir toplumsal patlamayla karşılaşan iktidar, arasına “erkekliğe helal getirmemek” kabilinden sözler serpiştirse de esasında geri adım atmıştır.
AKP’nin hayali olan ve yakın dönem iktidar pratiğinde kendini gösteren tek parti iktidarı özleminin önüne aşağıdan bir set çekilmiş ve siyasal hayatta da artık AKP iktidarının belirleyiciliğine izin vermeyen bir denge oluşmuştur.
Her toplumsal kabarışın bir siyasal sonucu olur. Olayların henüz sonlanmadığı bir aşamada şunu söylemek mümkün ki bu hareket aynı zamanda AKP hegemonyasından ibaret olmayan bir siyasal sistemin toplumsal dinamiğidir. Yeni bir siyasal diziliş bu olayların gelişiminde fark edebileceğimiz ilk sonuçtur.
Önemli olan bunun bir kurgu ve oyun değil toplumsal bir eğilim olmasıdır. Dolayısıyla siyasal pozisyonların yeniden belirlendiği bir süreçtir. Bu insan seli içinde eskinin düşman figürlerinin ‘buluşması’, müttefik bilinenlerle ise ‘ayrışılması’ bu sebepledir. Siyasal bir harmanlanmadır yaşananlar.
Türkiye’deki temel kimliksel bölünmeler söz konusu toplumsal eğilimin de yatağını oluşturmaktadır. Olayların kontrolsüzlüğü siyasal sonuçlarla yetinmeyen ve toplumsal iç barışı tehdit edecek savrulmalara meydan verecektir. Sosyalistlerin bu toplumsal öfke patlamasının hazırlayıcısı olmaları ve hareketin gidişatında direksiyonu ellerinde tutmaları bu açıdan bir şanstır. Bu sebepledir ki ağırlıkla ulusalcı motivasyonlarla sokakları işgal eden bu toplulukların “milliyetçi rengi” öne çıkmamıştır.
AKP karşıtı bir toplumsal derlenişin solda tutulması ihtiyacı sosyalistlerin bu hareketin içinde olmasını ve önderlik etmesini de şart koşmaktadır. Türkiye’nin siyasal gelişimini AKP ve CHP bölünmesiyle açıklamaya çalışan, AKP karşıtlığının otomatik sonucunu da CHP’lilik olarak gören zihniyetin bu toplumsal dinamik karşısındaki kayıtsızlığı da toplumsal bölünmenin değirmenine su taşımaktadır.
Kürt hareketi “batı yakasını” demokratik tepkisine ilgisiz kaldıkça kimliksel bölünmeyi pekiştiren bir işlev görecektir. Artık “barış süreci”, sürecin verili mekanizmasından ve barışa destek vermek de bu mekanizmaya dahil olmaktan ibaret değildir. Gerçek bir toplumsal barış sokakta egemenlere karşı verilen birlikte mücadelelerle inşa edilecektir. “Süreç” şeklî kalmış ve bambaşka toplumsal bir süreç gelişmiştir.
CHP bu hareketin sözcülüğünün en kuvvetli ve devletlu adayıdır. Hareketin orta sınıf ve kentli karakteri de bu olasılığı kuvvetlendirmektedir. Yeni dönemde yeni bir sol seçeneğin inşası, hareketi CGP inisiyatifine terk etmemek ve alt sınıfların katılımını sağlamakla olanaklı hale gelecektir. Bu nedenledir ki gelişmelere Kürt sosyalist dinamiğinin katılımı son derece önemlidir.
CHP ve AKP bölünmesinde taraflaşan yeni revizyonist çizgilere karşı yeni bir sol kuruluşun toplumsal olanakları oluşmuştur. Hareketin spontane karakterinin ve kimliksel eğilimlerinin farkında olan ve bu eğilimleri gerçek bir emek direnişine dönüştürecek kurucu adımlar atılması gerekmektedir.
Solun, önüne dizilen burjuva siyasal sistem içi rollere iştahlanmadan, neoliberizmin alt edilmesinde dayanak oluşturacak ‘siyasal yatırımlar’ yapması lazımdır. Olayların gelişimini emek güçlerinin hak talepleri güzergahına sokmak ama bunu hareketle kopuşmayacak bir ustalıkla yapabilmek çok ama çok önemlidir.
Sosyalistler artık oyun kurucu olmak zorundadırlar. İki partili bir sistemin inşasıyla sonuçlanabilecek, dahası ‘doğal mecrasında’ ilerledikçe kimliksel bir boğazlaşmayla da sonuçlanabilecek bu hareketin gerçek anlamda bir sol seçeneğin oluşturulmasına yönlendirilmesi gerekmektedir. Alışkın olduğumuz biçimiyle bu tepkinin de yanıp sönen bir ‘flaş hareket’ ve ‘enerji boşalımından’ ibaret kalmaması şarttır. İşgününde devam edecek bir genel greve dönüştürülmesi akla ilk gelen siyasal adımlardan biridir. Bu iddia örgütlenemese bile en azından devam eden THY grevi bu hareketçe sahiplenilmelidir.
Bu ülkenin ezilen tüm kimliklerine seslenecek bir siyasal program oluşturabilmek ve bu kimliksel talepleri gerçek bir emekçi çoğulculuğuyla birleştirmiş toplumsal bir hareket örgütlemek temel devrimci görevdir. Tüm siyasal rollerin değiştiği bu dönemde, solun da bu gelişmelerden yalıtık kalması beklenemez. Bütün toplumsal gelişimi ‘çağdaşlaşma’ hedefiyle açıklayan Kemalizm ile ve merkeze karşı her çevre hareketini kutsayan sivil toplumcu “yeniliklerle” mesafeli olan, kendini sadece ve sadece emekçi çoğunlukların çıkarıyla tarifleyen bir sol çizgi egemen kılınmalıdır. Kısacası sol da “zurnanın zırt dediği yere” gelmiştir.
Türkiye devrimci hareketinin gelişkin marksist birikimi ve baş eğmez öncü inisiyatifi bu yoldaki ciddi avantajlarıdır. Ayrıca uluslararası sosyalist hareketin deneyimleri de önemli referanslar sunmaktadır. “Proje ayrılıkları” yaratmadan ve taklitçiliklere düşmeden, Sryza gibi, Chavez gibi yakın dönem sol yükseliş örnekleri değerlendirilmelidir. Bütün bunların içinde en önemli olan şudur ki zulme ve bu zulmün temsilcisi olarak adeta ‘Mursileşen’ figürlere karşı sol siyasetin ve halkın buluştuğu ortak bir dil oluşmuştur. Ve artık bu ‘popüler alanı’ ortak bir emekçi dili olarak geliştirebilmek solun maharetine kalmıştır.