Gezi Parkı ile başlayıp tüm Türkiye’ye yayılan Haziran direnişinin etkisi hala sürmekte. Türkiye tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir uyanışa şahitlik ettik. Bazı zamanlar vardır, insan iyi ki bu vatanda doğmuşum, iyi ki bu toprakların havasını soluyorum der. İşte Haziran direnişi onu yaratanlara ve omuz verenlere bu hissi yaşatmıştır. TOMA’nın altına yatabilecek yürekli insanlar, tazyikli suya […]
Gezi Parkı ile başlayıp tüm Türkiye’ye yayılan Haziran direnişinin etkisi hala sürmekte. Türkiye tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir uyanışa şahitlik ettik. Bazı zamanlar vardır, insan iyi ki bu vatanda doğmuşum, iyi ki bu toprakların havasını soluyorum der. İşte Haziran direnişi onu yaratanlara ve omuz verenlere bu hissi yaşatmıştır. TOMA’nın altına yatabilecek yürekli insanlar, tazyikli suya göğüs geren genç kadınlar, sapanla taş atan yaşlı teyzeler, gecenin bir yarısı toplanıp barikatları yara yara köprüyü geçen ‘’sabahın sahibi’’ olmaya kararlı yığınlar, POMA’sı ile TOMA kovalayan gruplar, bir gün önce gaz deposuna dönen alanda on binlerle piyano resitali, aklın sınırlarını zorlayan bir mizah anlayışı… Hepsi ama hepsi çok iyi kurgulanmış bir film sahnesi gibi, insan bu günleri gördüğü için kendini şanslı hissediyor.
İşte Gezi Parkı direnişi böyle bir mücadelenin eseri olduğu gibi kendi içinde tam bir okul. Direniş süreci boyunca insanlar o kadar çok şey öğrendi ki…
Halk uyandığında önünde hiçbir engelin duramayacağını öğrendik.
Direnmenin en doğal haklardan biri olduğunu, direndikçe bunun daha çok farkına varıldığını öğrendik.
Bu halkın üstünde sanıldığı gibi ‘’ölü toprağı’’ olmadığını, sadece Gezi’deki gibi tüm kıvılcımların bir arada kor olması gerektiğini öğrendik.
‘’Bir ağaç öldü, bir millet uyandı’’ diyenlere bu işin hem ‘’bir ağaç’’ hem de ‘’daha fazlası’’ uğruna olduğunu göstermeyi öğrendik.
“İnsan’’ olmanın nasıl bir şey olduğunu öğrendik. Hiç tanımadığın kişiler için endişelenmeyi, barikatları birlikte aşmayı, bir insanın gaz bulutu olmuş sokaklarda ‘’ilaca ihtiyacı olan var mı’’ diye bağırarak neden dolaştığını, bir düştüğünde nasıl olurda bin kalkıldığını öğrendik.
‘’Kardeşliği’’ öğrendik. Kürt-Türk, Alevi-Sünni demeden bu halkın tüm ırkçı-milliyetçi hezeyandan arınarak gerçekten birlikte ve ‘’ortak’’ yaşayabileceğini öğrendik.
Birlikten kuvvet doğduğunu öğrendik. Yıllardır AKP’nin kendinden önceki sağ partileri de kapsayan ve bunların yığınları üzerine kurulmuş bir tarihsel blok olduğunu, buna karşı gelmenin yegâne yolunun içinde sosyalistlerin, ilericilerin, yüzü sola dönük Kemalistlerin, aydınlanmacı Kürtlerin ve emekçi yığınların bulunduğu bir karşı blok kurmak olduğunu söylemiştik. İşte ‘’Gezi laboratuvarının’’ bu önermeyi haklı çıkardığını öğrendik.
Örgütlü olmanın önemini öğrendik. Yüz binlerin büyük bölümünün örgütsüz, kendiliğinden sokaklara çıktığını, ancak direnişe öncülük eden, yön veren unsurların örgütlü kitleler olduğunu, ilk defa direnişe katılmış büyük bir kesimin ise gün geçtikçe daha kararlı ve kendine güvenir bir biçimde davrandığını öğrendik.
Örnekler çoğaltılabilir ve şüphesiz ki herkes bu süreç içinde kendine göre çıkarımlar elde etmiştir. Ancak kesin olan bir şey var ki o da bundan sonra direnişin seyri ne olursa olsun, ister çıtası daha yükselsin, isterse şiddet ile bastırılsın kazanan halk olmuştur. Çünkü haramilerin saltanatına boyun eğmemiştir. Çünkü sadece biber gazını değil özgürlüğü de içine çekmiştir. Çünkü en başta 12 Eylül’ün öcünü almıştır.
Evet, almıştır, çünkü 12 Eylül’ün öcü sadece darbecileri yargılamakla değil asıl amacını söküp atmakla olur. 12 Eylül darbesinin en önemli etkisi toplum üzerinde oluşturulan baskı ile halkı ‘’mankurtlaştırması’’[1], hiçbir şeye tepki veremeyen yığınlar haline getirmesi idi. Haziran direnişi korku duvarını aşan bir milletin neler yapabileceğini gösterirken, 1980’den kalma prangaları da kırmıştır. AKP ve kapıkullarını korkutan ne Gezi Parkı’nın geleceği ne de başka bir şeydir. Onları korkutan halkın artık gücünün farkına varmasıdır. Bize zafer kazandıran Gezi’ye veya Taksim’e çıkıp çıkamamamız değil, her gün birilerine ‘’yine mi geldiler!’’ dedirtmekti. Bunu başardık, üstelik daha fazlasını da yapabileceğimizin farkına ve bilincine vararak. Bundan sonra kendini Padişah sananlar, ülkeyi parsel parsel satanlar, sömürü üzerinden kan emenler, ben yaptım oldu mantığını savunanlar iki kere düşünecektir. Haziran direnişin şanlı tarihi, ileriki yıllarda her zaman enselerinde olacaktır. İşte en büyük kazanım budur!
AKP’nin ve ‘’ileri demokrasi’’ adına ona destek veren liberallerin maskeleri düşmüştür. Zaman iktidar için gerçek yüzünü bir kez daha ve en net biçimde gösterme, liberaller için ise ‘’günah çıkartma’’ zamanıdır.
Burada Kürt hareketine ayrı bir parantez açarak yazıyı sonlandıralım.
Daha olaylar başlarken, Kürt hareketi bireysel katılımları aşıp kitlesel olarak, yaptırımı bulunan her yerde Gezi direnişine katkı sunmalı, ”barış” süreci hassasiyetini öne sürerek üzerine yapışan ”tedirginliği” atmalıdır dedik.
Eğer kitlesel olarak bu eylemlere destek verilirse zayıflamış bir AKP karşısında demokratik taleplerin herkes açısından olduğu gibi Kürtler açısından da daha kuvvetli dillendirilebileceğini söyledik.
İnsanların sahip çıktığı ağaçların üzerlerine ”Roboski” ve ”Reyhanlı”da ölenlerinin adlarını verdiği, Kürt-Türk demeden ortak acılarını beraberce sahiplendiği, ‘’faşizme karşı omuz omuza’’ seslerinin yükseldiği, birbirine en zıt görüşlerin bile bir arada durabildiği ”gerçek” bir barış ortamı, AKP ile girişilen müzakereler uğruna görmezden gelinirse bu sürecin sonunda ilk zarar görecek olan yine ”barış” süreci olacaktır dedik.
Erdoğan’ın ilk iş bozulan karizmasını ”düzeltmek” ve tabanını stabil tutmak uğruna önce dine (camide içki, grup sex, türbanlıya saldırı palavraları) sonra milliyetçiliğe (Türk bayrağı vurgusu, AKM üzerine asılan dev bayraklar ve altında polisin ”vatan sana canım feda” diye bağırma şovları) direksiyonu kırabileceğini, kaçınılmaz olarak bu yolun Kürt sorununda tekrar baskıcı yönteme çıkabileceği olasılığını anlattık.
Ancak sesimizi tam olarak ne yazık ki duyuramadık, ”mecbur muyuz ulusalcılarla yan yana durmaya” diyenler oldu. ”Bir kısım marjinal grupların Gezi Parkı eylemleri üzerinden çözüm sürecine karşı duruş ortaya koymalarından dolayı mesafeli durma kararı aldık” diyen oldu. Sadece biz değil, halk direnirken bu coşkuya ‘’mesafe’’ koyamam diyerek barikatlara koşan, omuz omuza verdiğimiz Kürt yoldaşımız da bu demeçleri kaygı ile izledi.
Gelinen noktada ”kaygılarımızın” nedeni daha iyi anlaşılacaktır zira salı günü yapılan grup toplantısında ”mücahit Erdoğan” sesleri ile cihat ilan edenler ”İmralı’yı” ”bölücü başı” vurgusuna çevirerek Perşembe’nin gelişini Çarşamba’dan ilan etmişe benziyorlar. BDP adına bu tip çıkışlara tepki göstermek, hükümeti samimiyet sınavına tabii tutmak, KCK tutukluları ve ”Süreç” için zaman vermek işe yarar mı bilmem ama Erdoğan duracak gibi gözükmüyor. Bundan sonra yapılması gereken Gezi direnişinin şu ana kadar ki kodlarını iyi çözerek bu mücadeleyi temeli sağlam, örgütlü, içinde tüm renkleri barındıran bir unsura dönüştürmek için neler yapılmasını düşünmek, dersler çıkarmaktır. Herkesin kendine göre çıkaracağı dersler vardır ancak Kürt hareketinin çıkarımları ve bundan sonraki adımları önemlidir…