Türkiye ekonomisinin temel besinlerinden birini yüklü miktarlarla anılan iç ve dış borçlar oluşturuyor. Türkiye’nin toplam borç stoku gün be gün artıyor. Toplam brüt dış borç stoku 2002-2012 yılları arasında 2,6 kat artarak 130 milyar dolardan, 337 milyar dolara ulaştı. Yani Türkiye’nin toplam borcu 10 senede 207 milyar dolar arttı. Bu artışın 33 milyarı kamudan, 177 […]
Türkiye ekonomisinin temel besinlerinden birini yüklü miktarlarla anılan iç ve dış borçlar oluşturuyor. Türkiye’nin toplam borç stoku gün be gün artıyor. Toplam brüt dış borç stoku 2002-2012 yılları arasında 2,6 kat artarak 130 milyar dolardan, 337 milyar dolara ulaştı. Yani Türkiye’nin toplam borcu 10 senede 207 milyar dolar arttı. Bu artışın 33 milyarı kamudan, 177 milyarı özel sektörden kaynaklandı. Merkez Bankası ise borcunu 17 milyar azalttı.
Bu süreçte Türkiye’nin ekonomi politikalarının mutfağında hep birileri vardı. Biz mutfakta kimin olduğunu zaman zaman unutsak da, yediğimiz yemeğin tadının da tuzunun da olmadığının farkındaydık. Yemekte ne salça vardı ne yağ ne de et. Çünkü mutfaktakiler “Malzemelerden ne kadar çalsak iyidir” şiarı ile hareket ediyorlardı. Boğazımızdan geçen iki lokma ile hesapları vardı. Her lokmayı sayıyorlardı. Bir lokma daha boğazımızdan geçsin istesek “Aman bu popülizmdir!” diye bağırıyorlardı. Ama mutfakta oturup hazır lokmaları hiçbir katkı vermeksizin ağızlarına atanlar vardı ki onlara kimse pek bir laf edemiyordu. Çünkü onlar eş-dost akrabaydı. Onlar için akrabalık, eş, dost para ile olurdu. Yani para onlardaydı. Parayı veren düdüğü çalardı.
Mutfaktaki Aşçıbaşı dünyaca ünlü Uluslararası Para Fonu yani IMF’ydi. Mutfağı idare eden hep oydu. Bir de IMF’nin yamakları, çırakları, kalfaları vardı. Yani onun öğrencileri. Bunlar Aman ne kaparsak iyi” diye heyecanla IMF’nin yemek tariflerini ele geçirme telaşındaydılar. Bir süreden beri de bu aşçıbaşı diyordu ki: “Siz bu tarifleri (reçeteleri) gayet iyi öğrendiniz. Bana ihtiyacınız yok. Siz benden dah çok IMF oldunuz. Bana paramı verinde bırakın gideyim. Korkmayın ihtiyacınız olduğunda yanınızdayım”.
Bizim kalfa biraz öz güven kazanmış, hem zaten ustalık dönemimdeyim diye düşünüyor ya “Aman ne iyi, IMF’den aferini aldık. Kendi mutfağımızda onun güzel tariflerini o olmadan yapabiliriz. Bir de artık IMF’nin gözde öğrencisi olarak mezun olduğumuzu dünya aleme duyurabiliriz” diyor, başlıyor bir propaganda: “Ey millet aşçıbaşına borcumuz bitti.”
Kendi paramızla bizi rezil eden bu aşçıbaşının gidişine sevinsek mi, aynı yemekleri bir de tecrübe eksikliği ile pişirmek isteyen kalfaya kızıp içerlesek mi, o başka bir konu. Ancak zaten aradaki ilişki basit bir alacak verecek ilişkisi de değil. “Ben bu yemeği pişiremiyorum. Bana nasıl malzemeden çalınır öğret. Senin tecrüben iyi. Seni tüm halklar iyi bilir” deyip, çağırmışsın adamı. Adamda tarifi göstermiş:
“Kemerleri sıkacaksın, yani emeklilik yaşını yükselteceksin, emekli maaşlarını düşüreceksin, eğitimi, sağlığı ticarileştireceksin, asgari ücreti baskı altına alacaksın, özelleştirmelerle kamu kurumlarını haraç mezat satacaksın, yetmeyecek kentleri pazarlayacaksın, milleti borçlandırıp elini kolunu bağlayacaksın, orman arazilerini, kentsel dönüşüm adı altında yoksul mahalleleri yakıp, yıkıp sermayenin kullanımına açacaksın, hak arayana karşı zorbalıkta sınır tanımayacaksın.”
Sonra demiş ki: “Bunları yap tamamdır. Usta olmayı hak edersin. Bana da ihtiyacın kalmaz.” Yaptılar mı hepsini. Evet. İşte olayın özü bu.
IMF’nin dış borç içindeki ağırlığı az
IMF dünya haklarına kan kusturan uluslararası tefeci bir örgüt. Amacı köşeye sıkışan ülkelere Neo-liberal iktisat politikalarını dayatmak. 1998 yılında hissedilmeye başlayan Güneydoğu Asya krizinin etkisi ile Türkiye ekonomisi doğrudan IMF tarafından idare edilmeye başlandı. Türkiye’nin 10 yıllık bir sürecine damgasını vuran bu politikaların gölgesinde kat edilen mesafe pek fazla değil. 2000-2001 ve 2009 yıllarında çok ciddi krizlerle karşı karşıya kalındı. Bunun yanında toplumsal tahribat arttı. 2009 sonrasında da IMF ile kurulan ilişki bir denetim ilişkisi olarak devam etti. IMF, AKP hükümetinin neo-liberal politikalar açısından hocasıdır. Borcun bitmesi, IMF’nin Türkiye üzerindeki kontrolünün bittiği anlamına gelmemektedir.
1990-1994 yıllarında Türkiye’nin dış borcu içerisinde IMF’nin bir payı bulunmamaktadır. 2000 yılının üçüncü çeyreğine kadar bu pay % 1’in altındadır. IMF borcunun toplam dış borca oranı 2001’in üçüncü çeyreği ile 2005’in ikinci dönemine kadar % 10-18 bandında seyretmiştir. 2007 yılının ilk çeyreğinden 2012 yılının ilk çeyreğine kadar % 4’den % 1’e bir doğru bir düşüş yaşanmış. Sonraki dönemde 1990’lara geri dönülmüştür. Ancak 1989 yılının 4. Çeyreği dikkat alınırsa Türkiye’nin dış borcu aynı dönemde yaklaşık 8 kat artmıştır. İşte övünülen tablo budur.
TÜİK Tüketim Harcamaları, Fiyat, Gelir ve Yaşam Koşulları İstatistikleri üzerinden üzeriden yaptığımız hesaplamaya göre Hane başına kullanılabilir gelir 2009 yılında yaşanan ekonomik krizin etkisi ile 2007-2011 yılları arasında reel olarak % 4,7 geriledi. Bununla birlikte hanehalkı başına düşen borç miktarı % 63 oranında artış kaydetti. Bence IMF’nin parlak öğrencisi AKP hükümeti yüreği yetiyorsa bunla övünsün.