Berlusconi’nin demokrasiyi nasıl araçsallaştırdığı ve böylece nasıl despotik hale eden bir tarz kullanarak, demokrasiden sürekli bahsedip, demokratik olmayan tavırlarla karşısında getirdiği, Erdoğan’ın politikalarında da görülecektir Modern dönemlerdeki baskı araçları, artık antik dönemlerde olduğu gibi, (örneğin ortaçağın açık işkence araçları gibi) kendini açıktan açığa göstermek yerine daha sevimli ve kabul edilebilir bir hale getirir. Eskiye yönelik […]
Berlusconi’nin demokrasiyi nasıl araçsallaştırdığı ve böylece nasıl despotik hale eden bir tarz kullanarak, demokrasiden sürekli bahsedip, demokratik olmayan tavırlarla karşısında getirdiği, Erdoğan’ın politikalarında da görülecektir
Modern dönemlerdeki baskı araçları, artık antik dönemlerde olduğu gibi, (örneğin ortaçağın açık işkence araçları gibi) kendini açıktan açığa göstermek yerine daha sevimli ve kabul edilebilir bir hale getirir. Eskiye yönelik karşılaştırmayı daha iyi anlamamızı sağlayacak bir örnek, Miloš Forman’ın 2006 yapımı Goya’nın Hayaletleri (Goya’s Ghosts) filminde gördüğümüz açık işkence anlarıdır; İspanya’da 1792 yıllarında geçen film İtalyancaya ise Engizisyon Mahkemesinin Son Üyesi (L’ultimo inquisitore) şeklinde çevrilmiştir. Ortaçağın katı dini baskısı altında nedensiz yahut saçma bir nedenle suçlu bulunup engizisyon mahkemesinin karşısına çıkartılabiliyordunuz. Ne kadar varlıkla olsanız da bu dini değerleri çiğnemiş olmanız yıllarca işkence görmeniz için yeterli olacaktır! Modern dönemlerde ise gene saçma nedenlerden mahkum edilebilir, işkencelere tabi kalabilir ve senelerce suçsuz yere hapis yatabilirsiniz. Zengin ve varlıklı olmanız ise bir alternatif olarak karşınızda en geçerli çözüm olarak duracaktır. Güç parayla özdeşleşir. Başka bir ifadeyle Ortaçağ’ın dini gücünün karşısında para vardır artık. Para despotizmin bir aracı olarak, erk konumu kimselere kaptırmaz. Despotizm sadece parayı değil aynı zamanda sosyal değerleri de kendi için kullanılır hala getirir ve onlara yeni biçimler verir.
Modern dönemlerde acımasızlık Ortaçağın kendine özgü tarzıyla olmasa da, sözde “insan hakları” bildirgesi sayesinde ve böylece demokrasi söylemleriyle, gene de başka biçimleriyle var olmaya devam eder. Bu durum baskının biçimindeki değişimin göstergesiyken içeriği şiddetini ve ağırlığını korumaya devam eder. “İnsan hakları” adı altında işkence yapmaktan kaçınılmaz. Kilisenin despotizmi diyebileceğimiz bu baskı aygıtları, modern dönemde ise demokratik yollarla gelen despotizme dönüşür.
Michele Ciliberto’nun özellikle öne sürdüğü bir tez olan demokratik despotizm, onun tarafından Berlusconi’nin politikalarına uygulanır yahut Berlusconizm diye adlandırılır.[1] Yıllarca İtalya’yı sömüren, Berlusconi ülkeyi kendi mülkiyetindeki bir değere (mala) dönüştürerek fütursuzca istediği şekilde yönetebilmiştir. Yani demokrasi dediğimiz yönetim biçimi altında kendi despotizmini yaratmıştır. Aslında Tocqueville iki olası sonuca işaret ederek demokrasinin despotik olabileceğine ilişkin risklerden bahsetmiştir: herkes eşit ve köle olacak ya da herkes eşit ve özgür olacak. Ciliberto’ya göre tarihe bakıldığın da, özellikle modern Avrupa tarihine, birincisinin daha olası ve somut olduğu görülecektir. Esasında bu durumu Ciliberto’nun dediği gibi İtalya’da Berlusconi sayesinde ve bizim ülkemize bu tezi uyguladığımızda Erdoğan döneminin politikaları aracılığıyla gözlemleyebiliriz. Yani gün geçtikçe büyüyen ve gelişen bu durum aslında kişilerin özerkliğine ve sorumluluğuna ket vurarak herkesi kontrol etmeyi hesap eden “sosyal güçtür.” Elbette Ciliberto bu sorunu sadece İtalya’ya özgü bir sorun olarak görmüyor bu çağımızın sorunudur diyor. Yani ona göre despotizmle, halk oylamasıyla yahut referandumla, popülizm söylemleriyle ve karizmatik tarzın dinamiğiyle iç içe geçmiş bir çağ söz konusu olandır. Bu yüzden onun sözleriyle ifade edersek “berlusconizm modern zamanların bir demokrasi biçimidir; berlusconizm batı demokrasisinin başkalaşımına (metamorfozuna) ve onun tarihine aittir. Bu bağlamda, Berlusconizm bugün nasıl ki İtalya’yla ilişkiliyse, diğer Avrupa demokrasileriyle de ilişkilenebilir.”
Michele Ciliberto Berlusconi’nin kaybedişinin nedenini karizmatiklik (carismaticità) tezinden yola çıkarak açıklamaya çalışır. Ona göre karizmatik gücün kurucu özelliği sadakat bağında, lider ve onun yandaşları arasında kurulan özdeşleşmede açık kılınmıştır. Yani Berlusconi bu karizmayı yitirmeye başladığı andan itibaren etrafındaki yandaşların ve kitlelerin uzaklaştığı görülmüştür. Çünkü Berlusconi artık kitlelerin başka bir ifadeyle yandaşlarının taleplerini karşılamaz hale gelmiştir; onların çıkarlarını tatmin edemez konumdadır artık. Lider yandaşlarının isteklerini karşıladıkça, açlığını giderdikçe, aralarındaki bu sadakat bağı var olmaya ve işlemeye devam eder. Yalnız bu durum gerçekleşmez ise, karizmatik güç yıkılır gider. Yani Ciliberto’ya göre Berlusconi durumunda olan da budur. Ancak Ciliberto’ya göre Berlusconi’nin etrafındaki yandaşların uzaklaşmasının nedeni ahlaki değerlerin sorgulanması ve eleştirilmesi değildir. Fakat az önce bahsettiğimiz çıkarların ve arzuların tatmin edilmemesidir.
İstanbul’u halka kapatan bir “bilmiş”
Ciliberto’nun Berlusconi’ye dair bu belirlenimlerini Erdoğan’ın politikalarına ve politika yapma tarzına uyguladığımızda aralarındaki benzerlikler ortaya çıkacaktır. Berlusconi’nin demokrasiyi nasıl araçsallaştırdığı ve böylece nasıl despotik hale getirdiği, demokrasiden sürekli bahseden ama demokratik olmayan tavırlara demokratlık gösteren Erdoğan’ın politikalarında da görülecektir. Erdoğan, popülizm yaparak, referandum gibi halka hitap demokrat takılarak Türkiye’de despotik bir yönetim kurmayı Berlusconi gibi çok iyi başarmıştır.
Erdoğan kendi politikalarını istediği gibi yani zorla uygulayarak ve bunu demokrasi adına yaptığını söyleyerek yukardaki belirlenimler doğrultusunda despotik bir demokrasi uygulamaktadır. Gelişmeyi ve ilerlemeyi sadece alışveriş marketleri ve oteller inşa etmekte gören, eski tarihi eserlere basit çanak çömlekler olarak nitelendirip [basmayan kafasıyla] bütün tarihi kalıntıları bir söylemiyle çöpe atmaya çekinmeyen bir adamın despotizmi var karşımızda. Taksim Gezi Parkı’nı yani halkın parkını gene alışveriş merkezlerine dönüştürüp, holdinglere peşkeş çekmeye çalışan despot bir adam var ülkemizde. Sanat eserlerini koruyacağına, mimara destek vereceğine, bilime hizmet edeceğine, kafası geriye çalışan bir sapkın var kapımızda. İstanbul’un tarihi güzelliklerinin yanı sıra doğa güzelliklerini yok etmeyi iş bilmiş; üçüncü bir köprü kurmayı ve ormanları böylece talan etmeyi kendisine vazife edinmiş bir aymaz var İstanbul’umuzda. İnsanların en doğal hakkı olan gösteri yapma özgürlüğünü onları eve hapsederek, metroları, köprüleri, ulaşım araçlarını halka kapatarak ellerinden almaya çalışan; İstanbul’u trafiğe değil, halka kapatan bir “bilmiş” var “modern uygarlığın” ortasında. Yaşasın İstanbul’da Bir Mayıs!
Faydalanılan diğer kaynaklar: http://www.unita.it/italia/berlusconi-perde-carisma-i-di-m-ciliberto-i-1.277884
http://www.fucinemute.it/2013/03/la-democrazia-dispotica-di-michele-ciliberto-1/
Sevgi Doğan
Scuola Normale Superiore di Pisa
Doktora öğrencisi (İtalya)
[1] Michele Ciliberto bu konuyu La Democrazia Dispotica’da (Despotik Demokrasi, Laterza, 2011) adlı çalışmasında daha ayrıntılı ele almıştır. Michele Ciliberto şu anda Scuola Normale Superiore di Pisa’da felsefe bölümünde profesör ve edebiyat bölümü başkanıdır.