Kürt tarihi yeni bir evresine giriyor. PKK Lideri Öcalan’ın başlattığı yeni süreçte her şey yeniden biçimlenirken, Kürdistan ekonomisi ve toplumsal yaşamının nasıl bir biçim alacağı ise tartışma konusu. Barış, demokrasi ve onurlu bir yaşam arzusu, tartışmaların ana ekseni durumunda TARİHİN İRONİSİ VE KÜRT KAYNAKLARI Kürdistan coğrafyasında başdöndürücü gelişmelerin üst üste yaşandığı şu günlerde, Bölge’deki ekonomik […]
Kürt tarihi yeni bir evresine giriyor. PKK Lideri Öcalan’ın başlattığı yeni süreçte her şey yeniden biçimlenirken, Kürdistan ekonomisi ve toplumsal yaşamının nasıl bir biçim alacağı ise tartışma konusu. Barış, demokrasi ve onurlu bir yaşam arzusu, tartışmaların ana ekseni durumunda
TARİHİN İRONİSİ VE KÜRT KAYNAKLARI
Kürdistan coğrafyasında başdöndürücü gelişmelerin üst üste yaşandığı şu günlerde, Bölge’deki ekonomik ve sosyal yaşam üzerine ortaya çıkan soru işaretlerini bu yazı dizimizde irdelemeye çalışacağız. Konuyla ilgili çalışmaları olan çeşitli isimlerle görüşerek, en azından soruları deşmek ve tartışmayı bir ucundan başlatmak istedik.
“Kürt’ün midesine yumruk atmışlar, ‘ah belim’ demiş. ‘Yahu, midene vurduk, belim diyorsun’ demişler. ‘Eh, benim arkamda güçlü biri olaydı sen mideme vurabilir miydin?’ demiş.” Evet midesine defalarca yumruk yemiş Kürt’ün belinde artık Şûtik’ı var. Belini sağlama almış Kürt şimdi kendi kaderini çiziyor…
Ortadoğu’da kangrenleşmiş Kürt sorununun Türkiye parçasında PKK Lideri Abdullah Öcalan tarafından başlatılan barış görüşmeleri herkes için bir anlam ifade ediyor. Yoksul, mülksüz ve “sınıf- altı” Kürtler için barış “güneşli bir dünya”dır; bazı Kürtler için “ihale, para, kâr”dır; kimisi için gözyaşının bittiği andır; Türkiye için tabii ve beşeri kaynaktır; emperyalizm için hegemonyadır. Herkesin bir beklentisinin olduğu bu süreçte savaş ekonomisinden barış ekonomisine geçişin sonuçlarının ne olacağı tartışılıyor. Barışın ekonomiye yansıması nasıl olacak? Kürdistan’a iş- aş mı akacak yoksa vahşi kapitalizm mi sirayet edecek? Kürtler öz kaynakları üzerinde söz hakkına sahip olacak mı? Kapitalist üretim biçimine karşı öz dinamikler karşı durabilir mi? Sosyal yaşam ilişkileri ne olacak? Kürtlerin Demokratik Ekolojik Cinsiyet Özgürlükçü Paradigması’nın yaşam bulma şansı var mı? Ve başka yüzlerce soru…
Gerillasız Kürt coğrafyasına ilişkin birçok proje konuşuluyor ancak asıl can alıcı soru şu: Devlet baskısının, zulmünün, yasaklarının kalktığı bir Kürdistan’da neler olur? Bunu içinde bugün konuşulanlara geçmeden kuruluşundan bu yana jakoben cumhuriyetin Kürdistan’a iktisadi bakışının kısa bir röntgenini çekmek ve evveliyatına bakmakta fayda var.
Kürtsüz başaramadılar
İsmail Beşikçi’nin deyimiyle “anti-Kürt dünya”sı, Kürdistan’ı parçalarken yer altı ve yer üstü kaynakları ile beşeri sermayesini Kürtsüz planladılar ve paylaştılar. “Muhayyel Kurdistan burada meftundur” deyip üstüne “beton” döktüler. Kürtlerin dil, tarih ve kültür birliğini paramparça edenler Kürtlerin doğal bir toplum olma özelliğini henüz koruduğunu ve “Büyük İskender”in bile fethedemediği dağlarının dimdik olduğunu unutmuşlardı. Mahabad’tan, Hewler’e, Qamişlo’dan Amed’e bitmeyen sayısızca direnişe tanıklık etti Kürdistan. PKK’nin kuruluşu ise Kürdistan için kırılma noktası teşkil ediyordu. Sömürge statüsünden de beter uygulamaların yaşandığı Kürdistan’da, Apocularla birlikte inşa edilmek istenen sistem alt üst olmuştur. İşte tarihin ironisi burada başlıyor. Artık “Anti-Kürt dünya”sı kurdukları sofranın Kürtsüz yenilmeyeceğini anladı ve ilk olarak Güney Kürdistan ile yeni bir atağa geçti. Kürtsüz “yenilmiyorsa” bunca “zenginlik”, o halde “Kürtle birlikte yiyelim” denildi. Tam da bu sırada emperyal ve sömürgeci güçler kendilerine uygun bir Kürt arayışına girdiler ve kimi yerde de buldular… Canımızı yakan bu parçalanmış coğrafyada insanlık yerine para, pul, kâr diyen Kürtler sahaya iniyor. Güney Kürdistan’ın değişmeyen sermayesinin kimlerin, hangi ailelerin eliyle peşkeş çekildiğini bilmem anlatmaya gerek var mı? Çokuluslu şirketlerin Türkiye taşeronu ile Türkiye kapitalizminin taşeronluğunu yapan Kuzey Kürdistan’daki orta sınıf Kürtler ise öteden beri devletle işbirliği içinde olmuşlar ve bu yüzden de dört elle sarılmışlardır çözüm sürecine. Kürdistan’da eğitim, sağlık, yol, köprü gibi kamu yatırımlarının önündeki engelin PKK olduğunu ileri süren ve bunun propagandasını yürüten yerel taşeronlara, PKK öncesi Kürdistan’a iktisadi bakışın ne olduğunu bazı verilerle hatırlatmakta fayda var.
Ekonomik ambargo
Kürdistan’da toprak ağalarının yaratılması ve iktisaden çökmesinin temelleri 1858 yılında çıkartılan Arazi Kanunnamesi’ne kadar dayanır. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken batıda Ermeni, Rum, Musevi vb. halkların bütün sermaye birikiminin devlet eliyle yaratılan “Beyaz Türk” burjuvazisine bağışlandığı tartışmasız bir konudur. Kürdistan’da ise katledilen Ermenilerin mülkleri devletle işbirliği yapan Kürt aşiret ve ağalarına verildi. Buna paralel olarak “üstüne beton dökülmüş” Kürtlerin hafızasını yok etmek için ekonomik ambargo başlatıldı.
Bilgemiz Apê Musa, Kürdistan’a ilk fabrikanın hakaret olsun diye Amed’de Şêx Saîd’in ve onlarca şehidin mezarı üzerine yapılan rakı fabrikası olduğunu yazacaktı bize. 1912 tarihinde yapılan tarım sayımında Bölge’de toprak dağılımı da eşitsizliklerin göstergesidir. O dönemde köylerde yaşayan 1 milyon ailenin yüzde 95’i toplam toprakların yüzde 35’ine sahipken yüzde 4’ü toprakların yüzde 26’sına, yüzde 1’i ise yüzde 39’una sahipti. Toprağı elinde bulunduranların çoğu devlet ile işbirliği içinde olanlardı. İç Anadolu, Çukurova ve Karadeniz’e ticaret için yapılan demiryolu, Kürdistan’a “isyancı Kürtleri” bastırmak için asker sevkiyatında kullanıldı.
Gelişmeye engel
Tabii bir de Kürt coğrafyası “bin xet-ser xet” diye bölündü. 1930’lara kadar gıda, döküm, kereste, marangozluk, demircilik, metal, krom, bakır, kuruyemiş üretimi, un, yağ, mermer ve kömür işletmelerinin bulunduğu Kürdistan’da bilerek ve sistemli uygulanan ekonomik ambargo ile yeniden üretimin önü kesildi. 19. yüzyılın son çeyreğine kadar dokuma imalatının en önemli merkezi durumunda olan Kürdistan, Jakoben Cumhuriyet’in politikaları ile bu alandaki öncülüğünü İstanbul ve Bursa’ya bıraktı. Osmanlı’da pamuk tekstil üretiminin en büyük kısmı Kürdistan’da sağlanıyordu. Neredeyse her evin altında bir dokuma tezgahı vardı ve aileler küçük atölyelerinden üretim yapıyordu. Yine Kars’ın “Zabot”ları (her türlü süt ürününün yapıldığı mekanlar) meşhurdu. Cumhuriyet Türkiyesi bu üretimi pazar bulmaması için bilerek tecride aldı. Bunların yanında elverişli toprak ve hayvancılık, potansiyeli yüksek bir bölge olmasına rağmen zamanla bitirildi. Yapılan “5 yıllık kalkınma planları”yla sanayi dahil tüm üretim araçları ve olanaklarından Kürtler mahrum bırakıldı. 1930’larda Türkiye’nin batısında vergi banknot ile toplanırken, Kürdistan’da altın olarak toplandı ve Bölge’de ne kadar altın varsa Ankara’ya taşındı. Bölge’de çıkartılan petrol ise çokuluslu şirketlerin eliyle Türkiye’nin batı illerinin enerji ihtiyacına yöneltildi.
Yine yapılan barajlarla üretilen elektrikle Marmara sanayisinin ihtiyacı giderildi. 1960- 1970’li yıllarda Türkiye ekonomisinde büyüme yaşanırken, Bölge’de “Birîna Reş” (Bkz. M.Anter- Kara Yara) yaşanıyordu. Elazığ, Malatya, Sivas, Erzincan, Antep gibi illerde ise Kürtlerin birlikte yaşadığı “ehlileştirilmiş” halklar olduğu için kısmi yer altı yatırımlar İngiliz, Fransız ve Alman şirketleri tarafından yapıldı ve bu süreç Kürtlere yönelik asimilasyon ile sonuçlandı. Bu arada, parçalanan Kürt coğrafyası da mayınlı arazilerle doldu taştı.
Neydi ne oldu?
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün verileri ve çeşitli araştırmalar gösteriyor ki, devletin tüm ekonomik ambargolarına rağmen Kürdistan’ın Türkiye ekonomisine önemli katkıları olmuştur. Örneğin 1978’e kadar tarımın yüzde 46.2’si Bölge’de yapılırken, bu rakam Marmara Bölgesi’nde yüzde 7.9’da kalıyordu. Bu dönemde Keban Barajı tek başına Türkiye elektrik enerjisinin dörtte birini üretecek güçteydi. Bu arada, bu projeyle birlikte Elazığ, Dersim, Malatya ve Erzincan’da 94 yerleşim yeri tümüyle, dağ ve yamaçlardaki 118 köy de bir bölümüyle sular altında kaldı. Bu bölgelerde yaşayan 30 bin kişiden 23 bini başka bölgelere göç etti, geri kalanları barajda işçi oldu.)
1960’larda tahıl üretiminde Bölge’nin yüzde 17.1’lik payı sonraki yıllarda gittikçe düştü. Kalkınma planlarının ilk ikisinde (1973-77 yılları arasında) Bölge’ye ayrılan kamu yatırımları yüzde 12’den yüzde 7.1’e düşürüldü. (Bu yatırımlar da askeri yatırım veya asimilasyon aracı olarak okul ve YİBO’larla sınırlandırıldı) 1968- 1980 arasında verilen 6 bine yakın teşvik belgesinin sadece yüzde 5’i Bölge’ye gitti. 1960’lı yıllarında Türkiye’nin GSMH’na katkı sunan Kürt illeri ilk 10’da yer alırken, sonra yerini batı illerine bırakacaktı. Kısmi olarak ele aldığımız tüm bu veriler gösteriyor ki, Kürdistan’da devletin bilerek sürdürdüğü sistemli bir ekonomik ambargo mevcut. Bölge’nin ekonomik üretimden, tarımsal faaliyetlerden mahrum bırakılması yanı sıra zorunlu göçlerle köylerdeki özgür yaşam yerini kent yaşamıyla asimilasyona bırakıyordu.
Görüldüğü gibi, ortada PKK öncesi pek de iç açıcı bir tablo yok. Tam aksine Kürtler açlık, yoksulluk, örgütsüzlük kıskacında, mekansal değişikliklerle asimilasyon politikalarına tabi tutulmuş haldedir. Bu yüzden, “Apocular”ın 30 Temmuz 1979 tarihinde toprak ağası Urfa Milletvekili Mehmet Celal Bucak’a karşı “sosyal ve siyasal” bir eylemle yola başlaması rastlantı değildi.
Savaş yılları ve direniş
PKK’nin çıkışıyla birlikte Bölge’de ekonomik sömürünün yanında askeri şiddet ve siyasal baskı artarken, Türkiye’de neoliberal ekonominin uygulanabilmesi için 12 Eylül darbesi yapıldı. Ekonomik olarak beli bükülmüş Kürt köylülerinin ellerinde kalan topraklar devlet eliyle bu kez koruculara verildi. Tarım ve hayvancılık tamamen bitirildi. Sermayesi olan yurtsever Kürtler öldürüldü ve birikimlerine el konuldu. Çıkartılan TMK, TCK gibi kanunlarla Kürtlerin sermaye birikimi engellendi. Bölge’de sivil inisiyatifini kaybetmiş “Türk- İslam” ideolojisi, Kürtler arası ilişkileri korucu-aşiretleri ve Hizbul-kontra üzerinden militarize etti; ekonomik çıkar çatışmaları, karaborsa, uyuşturucu ticareti, aşiretler arası kan davaları, kadına karşı şiddet ve mafya tarzı örgütlenmeler yarattı. Göçe tabi tutulan milyonlarca Kürt, Türkiye kapitalizminin geliştirilmesinde ucuz işgücü olarak kullanıldı. Köprü, otoyol, okul, tarım, sanayi, tekstil, turizm gibi sektörlerde “sınıf-altı” Kürtlerin alınteri var.
Artık eskisi gibi değil
Herkes bu dönemin canlı tanığı olduğu için uzatmadan belirtelim ki bugün Türkiye kapitalizmi batıda teknolojik ve katma değeri yüksek yatırımlara yönelirken, emek yoğunluklu tüm kirli işler ise Kürdistan’a kaydırılmak isteniyor. Tüm resmi politikalara rağmen Bölge’de tutunmaya çalışılan Kürt yoksulları, yerel taşeronlar eliyle iliklerine kadar sömürülmek isteniyor. Ancak bugün ayağa kalkan Kürt, mücadele ve direnişiyle sisteme meydan okumuş ve oyunu kendi kurallarına göre dizayn eden radikal bir duruş sergilemiş ve rüştünü ispatlamıştır. Sömürgeci sistemin “eskisi gibi yönetemeyeceği” ve Kürtlerin de “eskisi gibi yönetilmek istemediği” ortaya çıkmıştır. Lice’de askeri operasyonu durduran, Dersim’de HES’leri basan. Pervari’de HES iptal ettiren, karakol yapımını engelleyen ve “PKK fabrika kurmayacak, ekolojiyi ve tarımı esas alacak” diyen Kürtler, “Demokratik modernite” perspektifiyle “finans kapitalistleri”nin oyununu da bozacaktır.
21 Mayıs 2013