Özellikle 2012 Aralık ayındaki ODTÜ Direniş’i hükümet için son işaret fişeğiydi. Hükümet, 2013 Ocak ayında Burhan Kuzu’nun ağzından ifade edilen yeni hareketine, “sokağın zaptı”na süratle başladı. Bu süreçte kendisinin sınırsız özgürlükle tanımladığı “terör” tanımı içinde ilerici gençlik ve devrimci muhalefete karşı ara vermeksizin harekete geçti. Kısacası iktidarın hedefinde sokak ve onun örgütleyicileri vardı. Ancak 22 […]
Özellikle 2012 Aralık ayındaki ODTÜ Direniş’i hükümet için son işaret fişeğiydi. Hükümet, 2013 Ocak ayında Burhan Kuzu’nun ağzından ifade edilen yeni hareketine, “sokağın zaptı”na süratle başladı. Bu süreçte kendisinin sınırsız özgürlükle tanımladığı “terör” tanımı içinde ilerici gençlik ve devrimci muhalefete karşı ara vermeksizin harekete geçti. Kısacası iktidarın hedefinde sokak ve onun örgütleyicileri vardı. Ancak 22 Ocak 2013’de bu duruma dair şöyle bir hatırlatma, uyarı yapmıştım:
“İktidar namlusunun ucunu, başta işçi sınıfı ve emekçiler olarak halka ve onların örgütlü alanlarına doğru çevirmiştir. Grevlere acımasızca ve vahşice saldırmaları, Şişecam’da da polis gücüyle işçi kıyımına hazırlanmış olmaları, ÇHD üyelerini kendi hukuk kurallarını açıkça çiğneyerek tutuklamaları sertleşmenin güçlü işaretleridir.
Bundan sonra kendisini demokrat olarak tanımlayan ve iktidar karşıtlığını sınıfsal ya da en azından anti-kapitalist temelde tanımlayan örgütlü güçlere saldırılar daha da artacaktır.” (Sokağı Zaptetme Adımları Karşısında Dün, Bugün ve Tarih)
2013 Mart ayı içindeki iki gözaltı ve tutuklama dalgası yukarıdaki öngörüyü doğruladı. Önce 100’ün üzerinde KESK üyesi hedef alındı; sonra DİSK’e bağlı Genel-İş’e ve Hak-İş’e bağlı Liman-İş’e devlet saldırdı.
Tam da burada kişisel bir not düşmem lazım. Bu öngörüm öyle aman aman zeka gerektiren bir öngörü değildir. Türkiye’deki sınıfsal ve ulusal mücadele tarihinden azıcık haberdar olan herkesin yapabileceği çıkarımdır. Ancak beni kişisel olarak dehşete düşüren emek ve kitle örgütlerinin hükümetin ilan ederek açtığı bu savaştaki akıllara durgunluk veren atıl halleridir.
KESK ve DİSK neredeler?
KESK 80 sonrası emekçi memur hareketinin tüm baskılara rağmen yaratıcısıdır. Ancak bu emekçi memur hareketinin en önemli noktası, bu süreci örgütleyenlerin neredeyse tamamının devrimci kökenli oluşudur ki emekçi memur hareketinin geldiği aşamada bu devrimci iradenin tartışılmaz belirleyiciliği vardır.
AKP hükümeti “ustalık” döneminde, yani son 2 yıldır, emekçi memur hareketine karşı saldırıları KCK üzerinden Kürtlere karşı özellikle yürütmüştür. Emekçi memur hareketine karşı saldırının ana ekseni Kürt ulusal mücadelesine saldırılar ile çoğu kez paralel yürütmüştür. Ki bu eksende KESK, hatırlanacağı gibi “terör uzantısı” olarak lanse edilmiştir.
Ancak 2012 yıl sonu itibariyle hükümetin “sokağı zapt etme” perspektifinde KESK başta olmak üzere Türkiyeli devrimci güçleri hedefe alarak yeni bir saldırı dalgası başlatmıştır. Yine en hukuksuz söylemleri olan “terör unsurları” diyerek önce ÇHD’ye, sonrasında KESK’e ve hemen ardından DİSK’e saldırmıştır.
KCK adı altında yapılan saldırılarda KESK, Kürt ulusal hareketinin de dinamizmiyle, sonuç alıcı olmasa da güçlü denebilecek tepkileri hemen verebilmiştir. Ancak son süreçteki tutuklamalarda, ki onlarca değil yüzlerce insanı kapsayan tutuklamalarda, gözle görülen tepki zayıflığı gün gibi ortadadır. Basın açıklamaları ve sürecin takipçiliğin deklare edilmesi ne saldırıyı geri püskürtmüş ne de açıkçası ileride gerçekleşeceği kesin saldırılara karşı bir güven yaratabilmiştir.
KESK’e KCK üzerinden yapılan saldırılarının özünde Kürt hareketine yönelik saldırı olması ve tutukluların bu bağlamda devletin elindeki “esir” olarak görülmesi ile daha rahat ve kolayca sokak tepkileri örgütlenirken; öteki cepheye “sınıf ve emek mücadelesi”ne karşı bir saldırı gerçekleştiğinde sokağın aynı biçimde örgütlenememesindeki açı farkı bugünün temel sorunlarından birisidir. Bu açı farkının bir ayağında sınıf ve emek mücadelesinin Kürt ulusal mücadelesine göre zayıf oluşu vardır.
Ancak bu zayıflığa rağmen KESK gibi birleşik bir memur hareketinin her türlü ekonomik, siyasal saldırıya karşılık, o saldırının niteliğine uygun ve güçte cevap verme stratejisinin olması gerekmez mi? Ve bu cevap verme stratejisinin temel yönü, mevcut emek-halk hareketinin gücü ve desteğinin varlık ya da yokluğunu göz ardı etmeden, saldırının hedefindeki örgütlü güçlerin tamamının seferber edilmesini zorunlu kılmaz mı?
DİSK bu süreçte belki de saldırıya uğrayan en beklenmedik odaklarından birisi olmuştur. Hükümetin saldırılarını sınıf cephesine de genişleteceğinin ilk sinyali olan Genel- İş ve Liman-İş[1] merkezlerinin talan edilmesi karşısındaki atıl durum, tepkisel zayıflığı aslında, sermayenin saldırı boyunun söylemde düzeyde bilinmesine rağmen güncel olarak oturup düşünülmediğinde acı bir örneği oldu.
Türkiye işçi sınıfı tarihinde en önemli yere sahip olan DİSK’in kendisine yapılan saldırılara karşılık sokağa çıkmayı telaffuz bile etmemesi, DİSK’in geldiği noktanın bir göstergesi olduğu gibi geleceğe dair de umut vaat etmemektedir.
DİSK’in son yıllardaki tüm söylemlerine rağmen en başta kendi örgütlü gücünü politize etmekten ısrarla kaçındığını söylemek sanırım abartı olmaz. Ekonomizmle sınırlandırılmış sendikanın ismindeki “devrimci” kelimesi nostaljiye doğru kaymaktadır. İçinde yer alan devrimciler saldırıya uğrarken dişe dokunur bir tepki geliştirmekten imtina eden bir sendika nasıl “devrimci” olabilir?
Yukarıda “KESK ve DİSK neredeler” diye sormuştuk. Buna farklı anlamlar içeren tek bir cevap uygun düşüyor gibi: İçerideler.
Her iki emek ve sınıf örgütünün mücadelenin sokaktan geçtiğini vurgulayan ve sokakta kalmak için çabalayan unsurları yapılan saldırlar sonucu “içeride”ler. Ama aynı zamanda her iki emek ve sınıf örgütünün yöneticileri başta olmak üzere örgütlü gücü, ruh halleri ile “içeride”ler.
Hal ve gidiş
-Sınıf ve emek örgütleri sıklıkla yaptıkları açıklamalarında amaçları arasında demokrasiyi tepeye koymaktadırlar. Lakin devrimci unsurlar başta olmak üzere emek örgütlerine yönelik iktidarın topyekûn başlattığı anti-demokratik manevralara karşı demokrasiyi öne alan siyasal bir karşı duruş için eksik olan ne var?
-Üye sayılarınızdaki görece de olsa üstünlüğe rağmen, akıl tutulması denilebilecek mevcut atıllığı izah edecek tek bir neden kaldı mı?
-Gözaltılar, tutuklamalar olduktan sonra destek çıkmak, içeridekileri sahiplenmek girişilen bu saldırılarını durdurmak için bugün için yeter tepkiler midir?
-Akla ilk gelen bir örnek olarak ve etkili olması bakımından, gündeminizde iktidara karşı siyasal bir grev örgütlemek var mı?
Yukarıdaki sorular artık cevaplanması gereken sorulardır.
Türkiye’deki sınıf savaşımında burjuvazinin yeni konumlanışı ekonomiyi çoktan aşmış ve hızlı biçimde politize hal almaktadır. Kürt ulusal mücadelesinin tarihte çoktan yerini almış haklı savaşı sonrasında Türk burjuvazisi yeni bir soluk alma hareketi içindedir. Ancak ulusal mücadele cephesinde soluklanırken sınıf mücadelesine saldırıları üst bir düzleme çekeceğinin sinyalleri artık nettir.
İktidar, Kürt ulusal mücadelenin ısrarla sürdürdüğü gerilla savaşı ve son yıllardaki sokakta kalma iradesinden aldığı dersler ile sınıfsal mücadelenin sokakta kalmakta ısrar eden öncü dinamiklerini tasfiyeye girişmiştir.
Ve tarihten biliyoruz ki bugün bu tasfiye dalgasının çeperinde olmayanların yarın bu çembere girmeyeceğinin garantisi yoktur.
Ünlü hikayede olduğu gibi “önce komünistlerin alınması” ve en son sıranın kime gelmesini bekleyeceğiz? Eğer sorun sıra sorunuysa merak etmeyelim dostlar iktidarın sırasını çoktan hazırlamış ve bu sıra çok hızlı ilerliyor.
Hem de tahminlerimizden çok hızlı.
[1] “Liman İş’e yapılan son saldırı ve baskın, Liman İş’in yönetim olarak Türk-İş’ten Hak İş’e geçme tartışmalarına, yani daha da geriye doğru hamle girişimen, rağmen olay sınıfa savaşımı olduğunda iktidarın alacağı tutuma dair önemli bir örnektir.”