Vedat Türkali meşhur “İstanbul” şiirini yazdığında 1950’li yıllardır. Şiirinde bekle bizi İstanbul der, “parklarınla, köprülerinle, kulelerinle, meydanlarınla”, bekle bizi. İstanbul’un kenar mahallerinde yine yoksulluk vardır. Yine haktan bahseden, krizlerin bedeli üzerine yıkılan işçiler vardır. Yine haramiler kesmiştir sokak başlarını. Yine İstanbul’un dudaklarını yakan bir çift sözü vardır, söylenemeyen. Tarihe emanet edilen bir sözdü bu. Özenle […]
Vedat Türkali meşhur “İstanbul” şiirini yazdığında 1950’li yıllardır. Şiirinde bekle bizi İstanbul der, “parklarınla, köprülerinle, kulelerinle, meydanlarınla”, bekle bizi. İstanbul’un kenar mahallerinde yine yoksulluk vardır. Yine haktan bahseden, krizlerin bedeli üzerine yıkılan işçiler vardır. Yine haramiler kesmiştir sokak başlarını. Yine İstanbul’un dudaklarını yakan bir çift sözü vardır, söylenemeyen.
Tarihe emanet edilen bir sözdü bu. Özenle söylenmesi için zamanının beklendiği bir söz. Yıllarca sokakları dolduran binlerin umudunu üzerinde taşıdı İstanbul, fabrika önlerinde, gecekondularda direnenleri üzerinde taşıdı. Ama zulüm de vardı. Onu da taşıdı. Tankları, panzerleri, zoru, baskıyı yüklendi üzerine.
Ve bu kent her gün yeniden kuruldu. Her gün yeniden şekillendi milyonlarca işçinin, emekçinin alınteri ile. Emeğin başkentiydi. Umudun başkentiydi. “Geceleri aç yatılmayan, gündüzleri işsiz kalınmayan, ekmek, gül ve hürriyet günlerinin” hayaliydi.
Meydanlar, parklar, köprüler hep tanıklık etti direnişlere. Yılgınlığa da tanıklık etti. İstanbul’un kimliği, şimdi kentsel dönüşüm adı altında yıkılmak istenen, gecekondu mahalleleriyle, 1977 yılında daha güzel bir dünya umuduna sıkılan kurşunlara teslim olmayan taksim meydanının anısıyla, sermayenin kar hırsına teslim edilmek istenen Emek Sineması’yla, yok edilmek istenen Gezi Parkı’yla şekillendi.
Şimdi iktidar kentin sokaklarını meydanlarını, köprülerini, yani tarihini, kimliğini, belleğini yok ederek yeniden örgütlemeye çalışıyor. Hem de pervazsıca. Hem de bütün keyfiyeti ve hırsıyla.
Gökdelenlerin, rantın, AVM’lerin, toplu konutların, kentin “bağırsaklarını” deşen otoyolların, katledilen ormanların, yok edilmek istenen parkların, yapılmak istenen rantsal köprülerin kıskacındayız şimdi.
Ve tartışmanın merkezinde yine Taksim var. Taksim artık ne sadece 1977 yılı ne de katledilen ve anısı bugüne kadar taşınan 37 yürek. Bir meydanın, bir kentin onu yoktan var edenlerce yeniden fethedilmesinin simgesi. Kararlılığın ve direncin, iktidarın tüm zorbalığına rağmen meşruluğunun, haklılığının simgesi. O yüzden yayalaştırma adı altında yok edilmek istenen kentin belleği olduğu kadar, 2007-2009 yıllarında iktidarı dize getiren kitlelerin kararlılığının anısıdır da.
İstanbul sil baştan yeniden dizayn edilirken, tarihi de yeniden yazılmak isteniyor. Siyasal iktidar geçmişin anısını yok etmekte kararlı. Emeğin değil, rantın ve finansın İstanbul’unu yaratmak istiyorlar.
Ve bu süreçte 1 Mayıs 2013’e yine meydan tartışmaları ile giriyoruz. 2007-2009 yılları arasında on binlerin sokak sokak, mücadele ederek yeniden aldığı bu meydan şimdi iktidarın gelecek hayalinin simgesi olarak yeniden yapılıyor. Amaçlanan insansız bir meydan. Kitle gösterilerinin yasak olduğu bir merasim alanı. Bu hayalde Gezi Parkı’na da yer yok. Ama polis araçları için geniş bir alan düşünüldüğü muhakkak. Taksim Kışlası adı altında Gezi Parkı’nın yerine inşa edilecek binanın ise ne amaçla kullanılacağı belirsiz. Belki iktidarın yönetim aygıtı, belki bir alışveriş merkezi. Zaten hayal bu değil mi? Kentin iki sahibi olacak,; ya iktidar ya da piyasa. İkisi de aynı kapıya çıkıyor, sermaye egemenliği. Böyle bir kentte müşteri ya da potansiyel suçlu olmak dışında bir alternatifiniz yok.
Siyasal iktidar Taksim projesinin başından bu yana artık Taksim’de kitle gösterilerinin olamayacağını ifade ediyor. Yani bugün “inşaat var, olay çıkarsa sorumluluğu alamayız” diyenler, bir sonraki sene “burası merasim alanı, meydan uygun değil” diye karşımıza çıkacak. Çünkü dertlerinin meydanı yok etmek olduğu gün gibi aşikar.
O yüzden işin kolayına kaçıp “aman bu Taksim ısrarı da ne oluyor” denmesini anlamıyorum. Şu çok açık, Taksim meydanı inşaat alanı olduğu için işçilere, emekçilere, ezilenlere kapatılmıyor. Siyasal iktidarın düşlerinde işçilere yer olmadığı için, kitleleri bir araya getirecek, dönüştürücü bir güce tahammül edilemediği için tekrar yasaklanıyor. Eğer Taksim Meydanı yeniden yasaklanmasaydı, bu meydan gezi parkı ile birlikte ortadan kaldırılmak istenmeseydi, alanın 3’te 1’lik kısmında süren inşaat çalışmaları dikkate alınıp yeniden bir değerlendirme yapılabilirdi.
Ama bugün Taksim bir meydandan daha fazlası. Taksim, Emek Sineması, Taksim, üçüncü köprü, Taksim, İstanbul’un kuzey ormanları, Taksim kentsel dönüşüm adı altında parsellenen yoksul mahalleleri, Taksim işçi direnişleri, taşeronlaşma, iş cinayetleri, Taksim işsizlik.
Emek Sineması eylemlerinin son derece yerinde bir sloganı var: “Emek, sermayeyle uzlaşmayacak”. Evet, İstanbul’da sermayeyle uzlaşmayacak. Bu nedenle, bu yıl Taksim’de ısrar, İstanbul’un belleğinin yok edilmesine karşı ısrardır. Alan fetişizmi tartışmaları artık sona ermiştir. Son söz Deleuze’den “İktidar hayatı hedef aldığında, hayat iktidara direniş olur.”