Şunun şurası 5 ay öncesine kadar Türk medyası “savaşçı gazetecilik” yapıyordu, şimdi görünüm itibarı ile bir nevi “barış gazeteciliği” yapıyor. Maazallah, AKP hükümetinin PKK’yla sürdürdüğü barış süreci başarısızlığa uğrarsa ne olacak? Türk medyası yeniden savaşçı gazeteciliğe mi dönecek? Yeniden savaşın dili birinci sayfalara ve TV haberlerine hakim mi olacak? Yine Heronlar işaretleyecek, F-16’lar vuracak, asker beş koldan […]
Şunun şurası 5 ay öncesine kadar Türk medyası “savaşçı gazetecilik” yapıyordu, şimdi görünüm itibarı ile bir nevi “barış gazeteciliği” yapıyor.
Maazallah, AKP hükümetinin PKK’yla sürdürdüğü barış süreci başarısızlığa uğrarsa ne olacak? Türk medyası yeniden savaşçı gazeteciliğe mi dönecek? Yeniden savaşın dili birinci sayfalara ve TV haberlerine hakim mi olacak?
Yine Heronlar işaretleyecek, F-16’lar vuracak, asker beş koldan girecek ve PKK kaçacak delik mi arayacak?
Şaka değil, ekim 2011’de yazısına “Heronlar işaretliyor, F-16’lar vuruyor” diye başlık atıp savaşçı gazeteciliğin feriştahını yapan zat, şimdi sanki “barış gazetecisi”.
Umarız bu hep böyle devam eder.
Peki, varsayalım ki Kürt sorununu çözdük ama barış gazeteciliğini içimize sindiremedik, içselleştiremedik…
Yine maazallah, Türkiye Güney Kıbrıs’la, Yunanistan’la, İsrail’le, Baas rejimiyle, Irak’la falan bir çatışmaya girerse ne olacak?
PKK’yla girilen çözüm süreci söz konusu olduğunda barış gazetecisi olanların her biri bu kez birer savaşçı gazeteci mi olarak çıkacak karşımıza? 1996’daki Kardak/İmia krizinde olduğu gibi mesela, savaş kışkırtıcılığı mı yapacaklar?
Barış gazeteciliği ana akım medya tarafından içselleştirilmediği sürece, muhtemelen evet.
Mesele, barış gazeteciliğinin medya tarafından içselleştirilmesidir. Bu gerçekleştiği ölçüde medya barışa ve çatışmalı sorunların çözümüne bağımsız bir aktör olarak tutarlı biçimde katkıda bulunabilir. Aksi, güçlü siyasi iktidarın baskısı doğrultusunda bugün barış yarın ise savaşçı gazetecilik yapmak olabilir.
Basın Enstitüsü Derneği ve Boğaziçi Üniversitesi Barış Eğitim Merkezi tarafından geçen perşembe günü Boğaziçi’nin kampüsünde, bence gayet isabetli bir zamanlamayla düzenlenen “Barış Süreçleri ve Medya-Barış Gazeteciliği” semineri işte bu bilincin yaygınlaşmasına kendi çapında katkıda bulunmayı amaçlıyordu.
Gazeteciler ve barış gazeteciliği konusunda çalışan yerli ve yabancı akademisyenlerin katıldığı seminerde konuşmacılar “Çatışma çözüm süreçlerinde medyanın rolü ne olmalıdır?”, “Basın özgürlüğü olmadan barış gazeteciliği mümkün mü?” gibi sorulara cevap aradılar, dünyadan örnekleri tartıştılar.
Barış gazeteciliğinin anlaşılmasına katkı olması açısından, Washington Eyalet Üniversitesi üyesi Dr. Susan Dente Ross’un konuşmasından notlarımı aktarıyorum:
“Barış gazeteciliği bütün taraflara saygılı olmaktır. ‘Düşman’ı şeytanileştiren ve ‘bizim taraf’ı yücelten tanımlamalardan kaçınmaktır. Barış gazetecisi farklılıkların yansıtılmasının karmaşık bir iş olduğunu ve bunun siyah/beyaz ya da iyi/kötü ayrımı üzerinden yapılamayacağını bilir.
Gazeteciler bir çatışmanın bütün taraflarını saldırgan olmayan bir üslupla yansıttıklarında barışı da savunmaya başlarlar. Barış gazeteciliği, çatışmanın çeşitli kaynaklarına ışık tutmaktır; çatışan taraflar arasındaki çeşitli sosyal ve kültürel farklılıkları ortaya çıkartarak, halkın ve çatışmaya doğrudan taraf olanların birbirlerini daha iyi anlamalarına yardımcı olmaktır. Barış gazeteciliği, çatışmayı bütün karmaşık ve belirsiz yönleriyle birlikte gösterip halkın durumu, iktidardakilerin istediği gibi değil, gerçekte olduğu gibi anlamasına yardımcı olmaktır.
Haber kaynağı olarak seçilen kişiler, sorulan sorular, haberin detayları ve habere konmayan diğer bütün unsurlar, bunlar hep gazetecinin aktardığı gerçekleri biçimlendirir ve değiştirir. Gazetecinin tercihi önemlidir. Gazeteci haberi için tercihler yaptığında, bu tercihler büyük toplumun çatışmaya şiddet dışı cevaplar vermesi hususunda yeni fırsatlar yaratabilir. Bu barış gazeteciliğidir.”