Soner İlhan’ın bütün yaşamı güzel bir dünyaya olan özlemle, faşizme karşı mücadele içinde geçmiştir. Unutmayacağız
Soner İlhan 1956 yılında Çanakkale Gelibolu’da dünyaya gelir. Köy Enstitülü, aydın ve yurtsever bir öğretmen babanın olması, onun çok erken yaşlarda sol düşüncelerle tanışmasını sağlar. Daha sanat enstitüsünde okurken bile yörede kurulan sosyal nitelikli derneklere gidip gelmiş oralardaki çalışmalara katılmıştır.
1974 yılında katıldığı üniversite sınavlarından başarılı sonuç alınca çok fazla düşünmeden o günkü adıyla Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’na kaydolur. (Bugünkü adı Gazi Üniversitesi Teknoloji Fakültesi)
Ne var ki 12 Mart 1972 askeri faşist darbesiyle birlikte solun ezilmesine yönelik sürdürülen operasyonlarla devrimci öğrenciler içeri alınıp askeri sıkıyönetim mahkemelerinde uydurma iddianamelerle yargılanırken, okul da faşistlere terk edilmiştir. Bu durum ilerici ve devrimciler için pek hoş değildir.
O öğretim yılı, afla birlikte cezaevlerinden çıkan devrimcilerin (Örneğin Ali Başpınar- Butto) okula dönmesinin yarattığı olumlu havayla birlikte sürdürülen çalışmalar sonucunda 12 Aralık Perşembe günü Tek-Der kurulur. Öte yandan Necdet Erdoğan Bozkurt’un (Usta) önderliğinde gruplar oluşturularak kapitalizm, emperyalizm, faşizm ve faşizme karşı mücadele konularında eğitim çalışmaları başlatılır. Soner hem dernek çalışmalarında hem de eğitim çalışmalarında aktif olarak yer almaktadır. Eğitim çalışmaları ilerledikçe, umutları kanatlanıp heyecan ve coşkusu yükseldikçe vakit buldu mu memleketin yolunu tutmaya başlar.
Bütün amacı Ankara’da öğrendiklerini lise yıllarında birlikte dernek kurduğu arkadaşlarına anlatmaktır. Üstelik devrimci mücadeleye dair bilgisi artmış, daha da cesaretlenmiştir. Bu sayede memlekette yeni yeni arkadaşlar edinir. Arkadaş çevresinin genişlemesi ise hoşuna gitmektedir. Bu yüzden de Ankara’dan daha sıklıkla memlekete gidip gelir. Adını Ulaş koyduğu bisikletiyle köyleri dolaşır. Oralarda tanıştıklarıyla kısa sürede dernekler kurar. Köylülerle konuşur, tartışır, geleceğe ilişkin düşüncelerini kararlılıkla savunur, ikna edici konuşmalar yapar.
Pek çok homurtu ve yıldırıcı baskılara rağmen bıkıp usanmadan her kapatılan derneğin yerine yenisini açarlar. Ankara’dan topladığı kitapları bu köylere taşır. Okunan kitaplarla ilgili tartışmalar düzenler. Sömürüyle, kapitalizmle ilgili seminerlere katılır. Çok sevdiği köylülerin acılarında, cenazelerinde hep yanlarına koşar. Düğünlerinde arkadaşlarıyla toplanıp halay çekerler.
Bu sıralarda egemenler 12 Mart sonrası Mahirlerin, Denizlerin, İboların, Nurhakların genç kuşaklar üzerinde yarattığı sempatinin hiç de hoş bir şey olmadığını bildiklerinden, “Milliyetçi Cephe” hükümeti eliyle yeni bir saldırı ve yıldırma politikası uygulamaya başlarlar. Öncelikli olarak yapacakları işlerin başında Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Eğitim Enstitülerini ve Öğretmen Okullarını birer faşist yuvası haline getirmektir. Bu okullardan sorumlu olan çok tanıdık biri; “Her öğretmen okulu iyi bir komando kampı olmalıdır” diye naralar atan “Komando” lakaplı Ayvaz Gökdemir’dir. Onun bütün aklı fikri öğretmen yetiştirmekten daha çok darbe tezgâhçılarının planları doğrultusunda, “Dost Kuvvetlerle” birlikte devrimcilere karşı acımasız bir kıyıcılıkla tertip ve katliamlar düzenleyecek komandolar yetiştirmektir.
İşte bu koşullarda sürdürülen tartışmalar sonucunda Soner’in de yönetiminde yer aldığı Tek-Der öncülüğündeki devrimciler, bölgenin faşist işgal altında olmasına rağmen okula gitme kararının doğruluğunu savunurlar. Hem de yanı başlarındaki Gazi Eğitim Enstitülü devrimcilerin “süresiz boykota” gitmelerine aldırış etmeden. Okulun açıldığı ilk gün de bu kararlarına uygun olarak “Yurtseverler okullarına” sloganıyla Beşevler’in yolunu tutarlar.
Bu doğru düşüncenin karar aşamasında yer alan Soner, hayata geçirilmesinde de yine ön saflardır. Aslında böyle bir kararın alınması bile çok büyük bir cesaret gerektirmektedir. Çünkü Beşevler’in her köşe başında bir pusu, her sokağında bir polis araması, her kavşağında bir tertip varken Yüksek Teknik Öğretmen Okulu’na gitmek ateşten gömlektir.
Tek-Der’liler koşulların zorluğuna rağmen okullarındaki faşist işgali kıracaklarına olan güçlü inançlarıyla her şafağın donuk ışığında yola koyulup, bazen İsrail Evleri’nde bazen EGO’nun önünde toplanıp, kendi can güvenliklerini kendileri sağlayarak grup halinde bin bir tehlikeyle dolu cadde ve sokaklardan geçerek okula giderler. Bu mücadele çok geçmeden kahramanlık öyküleri gibi sağda solda anlatılarak bütün devrimcilerin yüreklerinde yer etmiş, saygı ve sevgiyle anılır olmuştur.
3 Ocak 1976 günü polisin ve faşist güçlerin fazlasıyla gözüne batan Necdet Erdoğan Bozkurt, bir olay bahane edilerek gözaltına alınıp ve sonra cezaevine gönderilince Soner TEK-DER başkanı olur. Bir süredir Trakya’daki arkadaşlarından ve köylülerinden kopan Soner artık neredeyse memleketi rüyalarında bile göremez.
Evlerde gruplar halinde sürdürülen eğitim çalışmaları, okul toplantıları, Tek-Der bültenlerinin hazırlanması, yayınlanması, her şafakta evden çıkıp toplanma yerlerinin güvenliğinin sağlanması, okula gidilmesi bütün zamanını alır, üstelik çok da yorucudur.
Egemenlerin milliyetçi cephe hükümeti eliyle sürdürdüğü faşist terör ise çığırından çıkmaya başlamıştır. Oldukça iyi kurgulanmış bir şekilde ilericiler, devrimciler, önemli toplum liderleri köşe başlarında kahpe pusularda katledilir. Parklarda, okul önlerinde, kahvelerde bombalar patlatılır, korku ve yılgınlık yaratılarak toplum teslim alınıp askeri faşist bir darbe tezgâhlanmak istenmektedir.
Soner, 1 Kasım 1976 günü gurubun can güvenliğini sağlamaya çalışırken silahla yakalanır. Sonra da 6136 kanuna muhalefet etmekten Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tevkif edilip merkez kapalı cezaevine gönderilir. Böylece, biraz da sürpriz bir şekilde, mahpuslukla da tanışmış olur.
Soner özgürlüğüne kavuşunca okula dönmez. Faşist teröre karşı Devrimci Yol’un örgütlenmesi çalışmalarına katılmak üzere yoksul halkın yoğunlukta olduğu İncirli’ye gönderilir. Güven verici konuşmaları, mütevazı kişiliği ile kısa zamanda mahallelilerin sevgi ve saygısını kazanır. Halkevi kurularak yoksul halkın bilinçlendirilmesi ve okuma yazma kursları dâhil halkın yaşamını kolaylaştırıcı kurslar düzenir. Kısa sürede İncirli onun önderliğiyle “faşizme karşı direniş mücadelesinde” dikkat çeken bir yer haline gelmişti.
Soner daha sonra Ankara’nın doğu taraflarının sorumluluğuna getirilir. Yoksul halkın barınma sorununa çözüm olabilmek adına oluşturulan Ulaştepe, Piyangotepe, Yükseltepe gibi gecekondu mahalllerinin kurulmasında da çok büyük emeği vardır.
1979 yılında birkaç güngözaltında kalıp dışarı çıktıktan sonra faşist terörün hızla tırmanışa geçtiği Adana’ya gönderilir. O artık Adanalıların “Yusuf hoca”sıdır. Yusuf hocanın gelişinden sonra işçi eylemlerinde artışlar olurken mahallelerdeki kitlesel çalışmalarda, gösterilerde devrimcilerin moralini yükselten gelişmeler yaşanır. Faşist güçler ise tam bir çaresizlik içinde 12 Eylül darbecilerinin başarılı olması için dua etmeye başladılar.
Çok geçmeden Orgeneral Ahmet Kenan Evren ve onun suç ortakları ülkeyi sömürge valisi gibi yönetmeye başladılar. Emperyalistlerin istedikleri gibi ülkemizi siyasi olarak yeniden şekillendirebilmek için insanlık dışı operasyonların ardı arkası kesilmedi.
Generallerin hemen yanı başındaki MESS’in eski başkanı Turgut Özal ise emperyalist tekellerin çıkarları doğrultusunda 24 Ocak karalarını hayata geçirmekle meşguldü.
Soner şehirde kalmanın artık mümkün olmadığını görünce hazırlık yapar. Bir gurup devrimci arkadaşıyla birlikte 19 Mart 1981 Perşembe günü hava karardıktan sonra şehirden ayrılırlar. Gece boyunca aralıksız süren uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra İskenderun civarında taş ocakları mevkisinde bir dağ köyüne ulaşırlar. Yorgun ve bitkindiler. Yorgunluğun yol açtığı derin uyku ve uyuşukluk yüzünden başuçlarına kadar sokulan ölümün kapkara gölgesini göremezler. Saatlerce süren bir çatışma başlar. Silah sesleri kesildiğinde Soner’in vurulduğu anlaşılır.
Onun bütün yaşamı güzel bir dünyaya olan özlemle, faşizme karşı mücadele içinde geçmiştir. Unutmayacağız, özlem ve sevgiyle anıyoruz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.