Yaşamının her alanında itaat eden, sokağa çıkmayan, çıkınca görünmez olması şart konulan, “namusu” için yaşayıp “namusu”ndan sorumlulara sadık olması beklenen… Biz kutsal “sevgi” yuvalarının kadınları. “Sevgiyi” yaşamımız boyunca “besleyenler”, babalarımız, kocalarımız, sevgililerimiz: Her gün karşımıza “sevgileriyle” dikilenler. Yeni değil her gün yeniden ürettikleri bir “sevgi” bu. Sevgileri kimi zaman evlendiğimizde onca yılın mükâfatı olarak, gelinliklerimize […]
Yaşamının her alanında itaat eden, sokağa çıkmayan, çıkınca görünmez olması şart konulan, “namusu” için yaşayıp “namusu”ndan sorumlulara sadık olması beklenen… Biz kutsal “sevgi” yuvalarının kadınları.
“Sevgiyi” yaşamımız boyunca “besleyenler”, babalarımız, kocalarımız, sevgililerimiz: Her gün karşımıza “sevgileriyle” dikilenler.
Yeni değil her gün yeniden ürettikleri bir “sevgi” bu.
Sevgileri kimi zaman evlendiğimizde onca yılın mükâfatı olarak, gelinliklerimize göğüsleri kabarırcasına iliştirdikleri kırmızı kurdelemiz oldu. Çocuk doğurduğumuz vakit “cenneti” ayaklarımıza serme vaatleriydi sevgilerinin delili.
Sevdiklerindendi kıskanıp eve kapatmaları, sokağa yalnız çıkarmamaları, yarım saat eve geç gittik diye bağırmaları ve ne giydiğimize karışmaları!
Sevdiler bizi, bazen çocuklarının anası olduğumuz için, bazen sadece elimizin hamuruyla uğraştığımız için, bazen de iyi yemek yaptığımız için. Ve namusuna halel getirmediğimiz için de tabii. Bir de istedikleri zaman onlarla seviştiğimiz için sevdiler bizi.
Evet sevdiler bizi, yatakta mutfakta sokakta tam da gerektiği gibi davrandığımız için!
Onlar için evlenilecek, çocuklarının anası olacak kadın da olduk, sadece sevişilecek kadın da.
Ya şiddet, taciz, tecavüz hangi “sevgi”lerine dâhildi? Ya öldürmek, hangi sevginin son raddesi?
Şiddeti, kimi zaman yükselen seslerinde, kimi zaman kendilerinde hak olarak gördükleri sevişmelere zorlanırken gördük. Bazen suratımıza inen tokatta, bazen “Ben sana demedim mi?” diye başlayan cümlelerde rastladık.
Ve öldürüldük. Sokağa çıktığımız, hayır dediğimiz, istedikleri zaman sevişmediğimiz ya da terk ettiğimiz için mi öldürüldük?
Öldürüldük evet. Onların sevgi dediği, erkek egemenliğinden aldıkları güç öldürdü bizi. Sevgilerini bizden esirgemeyenlerin iktidarını sarstığımız için öldürüldük.
Tecavüz ederken, döverken, kıskanırken, yok sayarken ve öldürürken bile “Sevdiğim için” diyenlerin “sevgisine” değil, “hayır” diyebildiğimiz, kavga edebildiğimiz sevgiye evet. Özgürleşmek için mücadele edebildiğimiz ve özgürleştiğimiz sevgiye…
Ve şimdi “sevgilerine” karşılık kuşandığımız öfkeyle, kol kola girme vakti geldi.
En güzel giysilerimizi giyelim, bu kez mor bir fular iliştirelim kendi boynumuza. Sokağa çıkarken sadece bize kalsın nerede ne yapacağımız.
Güldünya çoktan duydu buluşma vaktini. Hani kendi ayaklarının üzerinde durmak istediği için başkaldıran, başkaldırmasının bedelini başıyla ödeyen Güldünya.
Gülşah öğretmende yola çıktı. Hani öldürülmeden önce “yaşamak istiyorum” diye isyan eden, öldürüldükten sonrada sorumlularının yakalarını bırakmayan Gülşah.
Özgürleştirmeyen “sevgi”lerini de, kutsadıkları şiddet yuvalarını da, iktidarlarını da yerle bir etmek için sokağa çıkma vakti!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.