Faust, en çok Goethe tarafından kaleme alınan tiyatro versiyonu bilinen bir Alman efsanesidir. Efsaneye göre, bir akademisyen olan Faust yaşamından hoşnutsuzdur; hep daha fazlasını istemektedir. Sonunda Şeytan’la bir antlaşma yapar. Bir süreliğine sınırsız dünyevi hazlara ve dünyanın tüm bilgisine sahip olabilmesini sağlayacak olağanüstü güçlere kavuşacak, bunun karşılığında o sürenin sonunda ruhunu şeytana devretmek ve ona […]
Faust, en çok Goethe tarafından kaleme alınan tiyatro versiyonu bilinen bir Alman efsanesidir. Efsaneye göre, bir akademisyen olan Faust yaşamından hoşnutsuzdur; hep daha fazlasını istemektedir. Sonunda Şeytan’la bir antlaşma yapar. Bir süreliğine sınırsız dünyevi hazlara ve dünyanın tüm bilgisine sahip olabilmesini sağlayacak olağanüstü güçlere kavuşacak, bunun karşılığında o sürenin sonunda ruhunu şeytana devretmek ve ona sonsuza kadar hizmet etmek zorunda zorunda kalacaktır; Faust haz ve bilgi karşılığında ruhunu şeytana satmıştır. Goethe versiyonundaysa Faust hayatın gerçek özünün peşindedir. Ve Şeytan’ın temsilcisi Mephisto’yla yaptığı antlaşmaya göre, eğer herhangi bir anda Faust Şeytan’ın kendine sunduğu olanaklardan çok mutlu olup, o anın sonsuza dek sürmesini isterse o an ölecek ve şeytana hizmet etmeye başlayacaktır.
Başlangıçta İmralı ya da ‘barış süreci’, hükumetin tercihiyle şimdilerde ‘çözüm süreci’ olarak adlandırdığı süreçte basına sızan ‘tutanaklar’ tartışılmaya devam ediyor. Bunların tutanak olup olmadığı, yayınlanan metinleri kimin sızdırdığı, başbakanlarını kızdırmaktan pek çekinen bir patronu ve genel yayın yönetmeni olan Milliyet’in bunları neden yayınladığı, yayınlanmalarının süreci nasıl etkileyeceğine dair rivayet muhtelif. Bunların tutanak değil görüşme esnasında alınmış notlar olduğu ortaya çıktı; yayınlanırken de çeşitli müdahalelerde bulunulduğu söyleniyor. Yine de bu tutanaklar / notlar mevcut haliyle dahi sürecin geleceğine dair ipuçları verebilecek nitelikte. Notlar, İmralı sürecinin aslında baştan beri bilinen, en azından sezilen bir yönünü ortaya koyuyor. Süreç, iktidarın Erdoğan’ı başkan yapma planlarının bir uzantısıdır. Daha doğrusu hükumetin asıl amacı Erdoğan’ı başkan yapmaktır, Kürt meselesinde atılacak adımlar ancak bu büyük planın bir parçası olarak anlam kazanmaktadır. Erdoğan başkanlık amacına ulaşma yolunda barışın değil savaşın daha yararlı olacağı kanaatine vardığı anda iş değişiverir, ‘vur kurtul’ planı devreye girer.
Evet, notlara göre Öcalan Erdoğan’ın başkanlığını ancak yetkileri sınırlandırılmış bir başkanlık çerçevesinde destekleyeceklerini söyleyerek çekincelerini ortaya koyuyor. Ama diğer yandan Kürt sorununun çözümünün Sünni ortaklığı temelinde olabileceğine dair çok vahim imaları var. Sünnilerin birliğine -ve üstünlüğüne- dayanan böyle bir proje II.Abdülhamit döneminde uygulanmaya çalışılmış ve özellikle Sünni olmayan Osmanlı tebaası için büyük felaketlere yol açmıştı. Zaten Kürt meselesine bakışı din kardeşliğinin ötesine geçememiş olan AKP böyle bir projeyi şevkle benimseyecektir. Üstelik bu proje siyasal iktidarın başkanlık planıyla tam bir uyum içerisindedir. Abdülhamitçi bir ‘çözüme’ elbette yeni bir Abdülhamit gerekecektir.
Erdoğan’ın başkanlık arzusunun sürecin ayrılmaz bir parçası olduğuna dair başka işaretler de var. Erdoğan anayasa değişikliğiyle ilgili olarak ‘A planımız tüm partilerle uzlaşma, B planımız CHP ve MHP’yle uzlaşma, C planımız BDP’yle uzlaşma’ derken bunu gayet açık biçimde söyledi. Erdoğan’ın anayasa değişikliğinden kastı elbette başkanlık. Tam uzlaşmanın imkânsız olduğunu herkes biliyor; Erdoğan’ın bahsettiği B planı zaten zordu, gittikçe de zorlaşıyor. Yani eğer yakın zamanda dramatik bazı şeyler yaşanmazsa Erdoğan anayasayı değiştirmek için BDP’nin desteğine ihtiyaç duyacak gibi görünüyor. BDP ise buna dair net bir tavır almadıysa da zaman zaman bu doğrultuda işaretler veriyor. En son grup başkanvekili Pervin Buldan’ın ‘AKP oy peşinde değil, barış istiyor, AKP’ye güvenelim’ minvalinde yaptığı konuşma bu yönde güçlü bir işaret oldu.
Bizim hikayede Şeytan’ın kim olduğu ve ne istediği belli. Peki, Kürt hareketi Faust rolünü oynayacak mı? Oynayabileceğine dair kuvvetli işaretler olsa da öyle olmayacağını umalım. Bir kere, efsanede Şeytan Faust’a sınırsız haz ve bilgi veriyordu. Burada siyasal iktidarın Kürt hareketine vereceği bir şey yok. Daha önceki bir yazımda ayrıntılı tartışmıştım; burada sadece özetlemekle yetineyim. Çok bariz anti-demokratik bir dönüşüm geçirmekte olan bu ülkede, burjuvazi Kürt sorununun çözülmesini önceliklerinden biri yapmamışken, siyasal iktidar şu ya bu biçimde bir iktidar paylaşımına razı olmazken, emekçi düşmanlığında her gün mesafe kat eden bir hükumet Kürt meselesinin çözümü yolunda anlamlı bir adım atmaz. Kürt meselesi salt anayasal kaynaklı bir sorunmuş gibi yeni anayasada yer alabilecek ‘demokratik ulus’ gibi formülasyonlara bel bağlamaksa ancak hükumetin oyalama taktiğinin etkinliğini artırır. Hükumetin Kürtlere elle tutulur bir şey önermeyeceğinin bir başka işareti de Meclis’e gönderilen meşhur 4. Yargı Paketi. Paket, KCK tutuklularının durumunda hiç bir değişiklik getirmeyeceği gibi bazı yasa maddelerinde ağırlaşmaya bile yol açıyor! Hükumetin bir buçuk senedir gündemde tuttuğu paketin hali de göstermektedir ki hükumet ülkenin demokratikleşmesi yolunda en küçük adımları dahi atmaktan kaçınmaktadır.
Kürt hareketinin Faust rolünü oynamayacağına dair umudu yaratan ikinci etmen hükumetin önereceği şeylerden bağımsız. Bunca yılın birikimi ve deneyiminden sonra Kürt hareketi AKP’nin başkanlık sistemi temelli yeni anayasa projesinin ülkeye yaşatacağı felaketi görecektir. Ülkenin demokratikleşmesine önemli katkılarda bulunmuş, AKP hükumetine karşı da etkin bir mücadele yürütmüş olan Kürt hareketi ülkeyi İslami soslu bir diktatörlüğe, yani bir yeryüzü cehennemine çevirecek bir antlaşmanın vebalini üstlenmez. Kürt hareketi Faust rolünü oynamaz; bu tuzağa düşmez, ruhunu şeytana satmaz.