8 Mart Cuma günü sabaha karşı yazdığım, başlığı ‘Daktilo ile Muhabbet ’olan yazıyı okudum. Sonra 17 Mart Pazar sabahı Radikal gazetesinde başlığı ‘Daktilo’ olan bir yazı okudum. O yazıyı okuduğumda gazeteleri kapattım. Bu güzel yazı, bana yetti dedim. Bugün başka bir gazeteye bakmayacağım. Bunu; can sıkıcı haberleri bugün görmek istemediğim için yapacağım. Çünkü 21 Ocakta […]
8 Mart Cuma günü sabaha karşı yazdığım, başlığı ‘Daktilo ile Muhabbet ’olan yazıyı okudum. Sonra 17 Mart Pazar sabahı Radikal gazetesinde başlığı ‘Daktilo’ olan bir yazı okudum. O yazıyı okuduğumda gazeteleri kapattım. Bu güzel yazı, bana yetti dedim. Bugün başka bir gazeteye bakmayacağım. Bunu; can sıkıcı haberleri bugün görmek istemediğim için yapacağım. Çünkü 21 Ocakta aynı gazetelerde şu haberleri okuduk: “ÇHD üyesi bir çok avukatla beraber, Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından birçok isim tutuklandı.” Hemen ardından 23 Ocak’ta Metris Cezaevinden Kandıra 1 Nolu F tipi Cezaevi’ne sevk edilen avukatlar için Çağlayan Adliyesi önünde basın açıklaması yapıldığını okuduk.
Pazar günü eve gelir gelmez de “Daktilo ile Muhabbet” başlıklı yazımı yeniden okudum. Yazı şöyle başlıyor: “Beyazıt’tan yola çıktım, vapurla karşıya geçip seni almaya gideceğim. Vapur iskeleye yanaşırken bir de ne göreyim yanlış iskeledeyim.” Daktilomu aldığım günü uzun uzun anlatıyor, bazen ağırlığından şikayetlenip sonra onunla ne güzel yazılar yazacağımdan bahsediyorum. Soranlara da göğsümü kabartarak nostaljik zevklerimden bahsediyor ve devam ediyorum; tembelleştiren, noktalama ve imla hatalarınızı düzelten yazı araçlarından yeğdir daktilo. Sesi de ne güzel! Ama bir dakika durup dikkat kesilin şu cümlelere; Selçuk Kozağaçlı yazısında ısrarlı yazı aracı talebini anlatırken ekliyor: “2006’dan bu yana kaynamamış, parçalı kırık bir kolla yaşıyorum. 10-12 cmlik bir platin çubuk 8-10 vida, ağrı, sızı da cabası.”
Bana gelince; çok uzun süredir bir daktilom olsun istiyordum. Sanırım yazmak için kısıtlı değildi zamanım ve belli ki kaynamamış parçalı, kırık bir kolla yaşamıyordum. Ağrıdan bir saat yazıp yarım gün de dinlenmiyordum. Tek derdim bana hatasız yazmayı öğretip, hoş sesler çıkaran bir daktiloydu. İstersem evde bilgisayarımla da yazabilirdim. Neyse; bunlar benim mezun olduğumda belki de meslektaşım olacak onurlu avukatların mücadelelerini gazetelerden okuyup haber kanallarından izlerken ve güneşin yavaş yavaş yüzünü gösterdiği zamanlarda yanlış vapura binmekten ibaret dertleri çekerken yaşadıklarım yalnızca. İnsanlar “Daktiloyla Muhabbet” başlıklı yazımı okuduklarında bir daktiloya sahip olmak ya da şöyle bir vapur sefası yapıp kitap okumak istemekten öte şeyler hissetmeyecekler. Ama biliyorum Selçuk Kozağaçlı’nın yazısını okuyanlar bir daktiloya sahip olmak istemenin ne anlamlara gelebileceğini kavrayabilirler ve içlerinden hiç de vapur sefası yapmak geçmez. Umutsuzluğa kapılmak mı, hüzne boğulmak mı, hayır o da değil. Halkın adalete açlığını doyurmak için mücadele eden bu avukatları daha iyi anlamak belki de kimi hükümleri idarecilerin diledikleri gibi yorumlayamayacaklarının ayırdına varmak imkanı sağlayacak. Kozagaçlı kimbilir kaçıncı red kararının gerekçesinden yakınırken “Ben ısrarla tekrar ediyorum ki daktilo diye bir şey var ve bence yasaklamaya ihtiyaç duyulmadığından oraya-yönetmeliğe- yazmamışsınız.” diyor. Bir avukatın yazı yazmak kadar insani bir ihtiyacını karşılamak için defalarca sabırla dilekçeler göndermesini ve bu dilekçelere red cevabı veren karşı yazıları kaleme alanların bu mücadeleyi durdurabileceğini sanarak yasa metinlerini nasıl da anlayamadıklarını görecekler ve gülebilmenin sadece vapurda güneşi hissetmek gibi bir şey olmadığını düşünecekler.
Selçuk Kozağaçlı açıkça yazmış ki “Vaz mı geçtim, hayır. Hala daktilo istiyorum… İki satır yazacak daktiloyu verdirmeyenlere de bir çift sözüm var. Ayıp, eğer utanmanız varsa.” Mezun olduğumda mesleğimin gerektirdiği şekilde adaletin peşinden koşacaksam, aynı anlayışın o gün de bunu engellemek için yapacaklarını tahmin etmeye çalışıyorum. Ancak bu can sıkıcı ihtimallerin beni yıldırmasını engelleyen ağabeylerimin kararlılığı bana umut veriyor. Teşekkürler hepinize sana da Selçuk Abi. Bambaşka amaçlarla edindiğim daktilom senin olsun istiyorum. Bunu böyle bilsinler. Çünkü o vazgeçmemiş ve siz de gülün demiş. İnadıma büyüyen umudumu ekliyorum, gülüyorum.
*Ece Gün
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi