Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 7 Şubat 2013 tarihli oturumunda yeni bir yasa kabul edildi. 6415 sayılı “Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun” muhalefet partilerinin itirazlarına rağmen Meclis’ten geçirildi. Son yıllarda yapılan düzenlemelerle “hükümeti zayıflatmaya çalışma”yı terörist faaliyet sayan, dolayısıyla iktidara muhalefet eden ve etmek isteyen her kurum ve kuruluşu terör örgütü, herkesi terörist olarak tanımlayan, yargılayan, […]
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 7 Şubat 2013 tarihli oturumunda yeni bir yasa kabul edildi. 6415 sayılı “Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun” muhalefet partilerinin itirazlarına rağmen Meclis’ten geçirildi.
Son yıllarda yapılan düzenlemelerle “hükümeti zayıflatmaya çalışma”yı terörist faaliyet sayan, dolayısıyla iktidara muhalefet eden ve etmek isteyen her kurum ve kuruluşu terör örgütü, herkesi terörist olarak tanımlayan, yargılayan, uzun tutukluluk süreleriyle yargısız biçimde infaz eden bir ortamda 6415 sayılı yasa tehdidin boyutunu artırmaktadır.
Bu son derece kritik ve ciddi bir tehdit oluşturan yasa tasarının Meclis’teki görüşmelerinde güçlü bir muhalefetin olmadığını da burada not etmek gerekmektedir. CHP, MHP ve BDP komisyonlarda muhalefet şerhi düşerek, görüşmelerde karşı konuşmalar yaparak meclis sınırları içerisindeki rutin muhalefet görevlerini yerine getirdi.
Henüz Cumhurbaşkanlığı’nda onaylanmayı bekleyen 6415 sayılı yasaya ilk bakışta şaşırtıcı gelecek bir tepki de, ortak paydası İslam’ın Sünni mezhebinden olanlardan oluşan ve bu temelde faaliyet gösteren dernek ve vakıflardan geldi.[1]
Buna karşılık Baro dahil toplumun diğer örgütlü kesimlerinden güçlü bir itiraz sesi yükselmedi. Sendikalardan, meslek örgütlerinin, derneklerin ve meclis dışındaki siyasi partilerin bu yasayı görmezden gelmesi oldukça düşündürücüdür. Bu duruma uygun onlarca atasözü, deyim, benzetme veya sıfat kullanılabilir. Dileyen dilediğini yakıştırsın.
Yasanın hazırlanışı
Yasa bir anda ortaya çıkmadı, en azından bir yıllık bir Meclis maratonu var, ondan öncesinde 2002 yılına kadar giden bir geçmişi var. Hatırlatmak amacıyla yasanın hazırlanma sürecini şöyle özetleyebiliriz:
1999 yılında “Birleşmiş Milletler Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme” hazırlanmış ve 2000 yılında imzaya açılmıştır. Türkiye 2002 yılında sözleşmeyi ilk onaylayan ülkeler arasında yer almıştır. 4738 sayılı yasa ile kabul edilen aözleşmenin bazı maddelerine, PKK ile sürmekte olan savaş nedeniyle bazı “beyan”larla itirazlar konulmuştur.[2]
193 ülkeden yalnızca 34 ülkenin imzaladığı sözleşmenin iç hukuka uyarlanması için AKP sürekli ayak diretmiştir. En nihayetinde 4 Ocak 2011 tarihinde bir yasa tasarı TBMM’ye sunulmuştur. Amacın bu sözleşmeden yola çıkarak ülke içindeki baskının daha da artırılması olduğu kısa sürede anlaşılmıştır.
Bunun açık ifadesini dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin 2011 yılının son günlerinde Afyon’da yaptığı bir konuşmada şu şekilde dile getirmiştir:[3]
Terörü besleyen arka bahçe var. Resim yaparak tuvale yansıtıyor, şiir yazarak şiire yansıtıyor, günlük makale yazarak. Terörle mücadelede görev yapmış askeri ve polisi, sanatına çalışmasına konu yaparak demoralize etmeye çalışıyorlar. Arka bahçe İstanbul’dur, İzmir’dir, Bursa’dır, Viyana’dır, Londra’dır. Üniversitede kürsüdür, dernektir, sivil toplum kuruluşudur. Oraya da sızmışlardır. Bakmışsınız kültür, eğitim derneği. Bakarsınız think tank kuruluşu.”
O dönem yapılan çeşitli tartışmalardan sonra OECD’nin Mali Eylem Görev Gücü’nün (FATF) Sözleşme’nin gereklerini yerine getirmeyen ülkeleri kara listeyi alacağını ilan etmesine kadar tasarı bekletilmiştir.[4]
Herkes ve her kuruluş potansiyel terörist
TBMM komisyonlarında kabul edilmiş haliyle 6415 sayılı Yasa’yı incelediğimizde şu unsurlar öne çıkmaktadır.
Yasanın gerekçesinde, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nde üstlenilen yükümlülüklerin yerine getirilmesi olduğu belirtilmektedir.[5]
Ancak yasa incelendiğinde bu gerekleri yerine getirmekten daha da ötesine uzandığı hemen görülmektedir. Yukarıda eski bir bakanın sözleriyle gösterildiği gibi iktidara göre “terörist” olan herkesi hedef olan bir sindirme aracı yaratılmak istenmektedir.
Yasa ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası arasında bağ kurularak “terör”, “terörist faaliyet” kavramları genişletilmektedir. Son dönemdeki davalar ve soruşturmalar dikkate alındığında herkes, her kuruluş suçlu ilan edilebilecek bir ortam yaratılmaktadır.
Burada iki ayrı yön vardır; birincisi uluslararası boyut diğeri ise ulusal boyuttur. Uluslararası boyut, bir anlamda AKP’nin bunca zamandır oyalanmasının da nedenidir. Yasa ile bir başka devlet, Türkiye’den terörist faaliyete destek olduğu gerekçesiyle kişilerin, şirketlerin, kurum ve kuruluşların mal varlıklarını dondurmalarını isteyebilecektir.
Bu durum, bizzat AKP’yi bile terörü finanse eden kurum durumuna sokabilecektir. Meclis’teki görüşmelerde El Kadı tartışması buna örnektir.[6]
Bir değer örnek ise Suriye’de hükümete karşı silahlı eylem ve saldırılarda bulunan ve ABD tarafından “terör örgütü” olarak ilan edilmiş gruplara sağlanan mali yardımlardır. Elbette bu durum yine bizzat hükümetin öncülüğünde başlatılan “Suriye İçin Bir Ekmek Bir Battaniye” kampanyasına kadar uzanabilir.
İşte bu nedenledir ki, yukarıda belitmiş olduğum tek sert açıklama bu çalışmaların içinde olan dernek ve vakıflar yapmaktadır.
Yasanın ikinci boyutu, baştan beri belirtmeye çalıştığım gibi, hükümetin içeride tümüyle hakimiyet kurmasına olanak sağlamasıdır.
Yasa, sözleşmedeki hükümleri fazlasıyla aşmaktadır. Keyfi biçimde terör örgütü olarak tanımlanmış kuruluşlar için para toplanması, “Belli bir fille ilişkilendirilmeden dahi (6415-Md 4/1)” ve “kullanılmış olması şartı aranmadan(6415-Md4/2)” keyfi biçimde suç sayılmaktadır ve böylece temel ceza hukuku ilkeleri göz ardı edilmektedir. Yasada bu suçun isnat edildiği kişilerin, 5 yıldan 10 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması da öngörülmektedir (6415- Md4/1).
Sıkıyönetim mahkemelerinin, DGM’lerin devamı niteliğinde olan hatta birçok yönden onları da aşan yetkilere sahip olan Özel Yetkili Mahkemeler eliyle doğrudan suçlama ve hapis ile cezalandırma yoluna, şimdi de mali ceza eklenmektedir. Mahkum olan değil, sadece suçlanan kişi, kurum ve kuruluşların mal varlıkları idari kararla dondurulabilmektedir.
Mahkemeye gerek yok, cezayı hükümet kesecek
İster bir başka devletin talebi, isterse ülke içindeki kişi ve kuruluşların talebiyle, terörü finanse ettiği iddia edilen kişi veya kuruluşlar, Mali Suçları Araştırma Kurumu (MASAK) başkanlığında tümüyle bürokratlardan oluşan bir kurul tarafından incelenecektir.
İktidar, bu konuda da çomağı yine kendine doğru eğmeyi tercih etmiş, denetimi tümüyle elinde tutmak istemiştir. Çünkü yasaya dayanak olarak gösterilen sözleşmede, kararın verilmesi konusundaki yetkili otorite tercihe bırakılmıştır. FATF’nin III. nolu özel tavsiyesinin açıklayıcı notunda, bu otoritenin adli veya idari olabileceği belirtilmiştir.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısının ve işleyişinin değiştirilmesinden sonra hükümetin her sözünü karara dönüştüren mahkemelere rağmen, tercih bürokratlardan oluşan bir kurul olarak kullanılmıştır.
Yasaya göre bu kurul mal varlığını dondurma kararı verecek ve bu karar Bakanlar Kurulu kararıyla kesinleşecektir. Karar Resmi Gazete’de yayınlanarak “tebliğ” edilecektir.
Hakkında karar verilen kişi veya kuruluşun tüm mal varlıkları 1 yıl süre ile dondurulacaktır. Bu malvarlığı üzerinde hiçbir tasarruf yapılamayacaktir. Bu bir yıllık süre de kesin değildir. Çünkü yasadaki ifade aynen şu şekildedir:
Dondurma kararı (…) 1 yıl içinde soruşturma başlatılmadığı takdirde kaldırılabilir (6415-Md 6/5).”
İsterse kaldırır isterse kaldırmaz. Kime göre; elbette tümüyle iktidarın keyfine göre.
Örnek vermek gerekirse, KCK davası Türkiye’deki en fazla sanıklı davalardan birisidir. KCK’nın “terör örgütü”nün bir yapılanması olduğu ileri sürülmekte, dolayısıyla içindeki tüm unsurlar terör örgütü üyesi olmakla suçlanmaktadır. Bunların içinde kimler vardır: Belediye başkanları, parti yöneticileri sendika yöneticileri, dernek yöneticileri, vakıf yöneticileri vs…
Davanın soruşturmasının başlamasıyla birlikte birçok insan ne zaman mahkeme önüne çıkarılacağını bilmeden aylarca tutuklanmış durumdadır. Şimdi bu yeni yasa ile ne olacaktır?
Örneğin siyasi partilerin, sendikaların, derneklerin, vakıfların, şirketlerin veya kişilerin mal varlıklarına el konulacaktır. Yani partiler, sendikalar, dernekler, vakıflar, şirketler fiilen kapatılacaktır. Ancak mahkeme kararıyla kapılabilen bu kuruluşlar, işleyemez hale getirilecektir. Yine son örnek üzerinden gidersek, KCK davası içinde kısa bir süre tutuklu kalan KESK yöneticileri üzerinden KESK’in tüm mal varlıklarının dondurulması gündeme gelebilecektir.[7]
Bu yasa kabul edilemez
Meclis’teki tüm muhalefet partileri yasaya ilişkin olarak şu noktalarda birleşmektedir:
1- Anayasa’ya ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırıdır.
2- “Mülkiyet hakkı”na “hukuksuz” bir müdahaledir.
3- Yargının yetki alanına müdahaledir.
4- Demokrasinin temel işleyişine aykırıdır.
Bundan sonraki süreçte nasıl bir gelişme olacağı henüz belli değildir, muhtemelen Anayasa Mahkemesi’ne taşınacaktır. Ancak, herkesin bu yasa konusunda uyanık olması gerektiği çok açıktır.
Terörle Mücadele Yasası’nın yarattığı sonuçlar ortada dururken, böyle bir yasanın çıkması ve uygulanması çok daha vahim sonuçlar doğuracaktır.
Bu konuda özellikle örgütlü muhalefete büyük görev ve sorumluluk düşmektedir.
[1] http://istanbul.mazlumder.org/faaliyetler/detay/basin-aciklamalari/1/stklardan-teror-finansmani-yasasina-tepki-kanun-yeni-bir-kusatma-ve-otekilestirme-hareketidir/9700
[2] 24713 sayılı Resmi Gazete
[3] http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19552723.asp?yazarid=148
[4] http://dunya.milliyet.com.tr/ft-turkiye-kara-listeye-girebilir/dunya/dunyadetay/17.10.2012/1613180/default.htm
[5] http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss409.pdf
[6] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/22539670.asp
[7] http://www.ntvmsnbc.com/id/25301108/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.