Kordona alma, ilk başta “mutlak bir polis denetimi” gibi görünse de, aslında daha karmaşık bir mekânsal stratejidir
Britanya’daki öğrenciler, 2010 yılı Kasım ayında İngiltere’nin ve Kuzey İrlanda’nın birçok şehrinde, Harçlar ve Kesintilere Karşı Ulusal Kampanya Girişimi (NCAFC) tarafından organize edilen bir dizi eylem düzenledi. Bu eylemlerde onbinlerce kişi, Muhafazakâr-Liberal Demokrat koalisyon hükümetinin üniversite harç bedellerini üç katına çıkarmasına ve kamusal eğitimin özelleştirilmesine karşı yürüdü. 2003’te Londra’da yapılan ve neredeyse bir milyon kişiyi toplayan Irak Savaşı karşıtı protestodan sonra, 2010 protestoları modern İngiliz tarihine bir tür dönüm noktası olarak damgasını vurdu: Politik protesto geri gelmişti. Ancak bu protestolar her ne kadar “uyuşmazlığı” görünür kılıp, İngiliz siyasetinin merkezine oturtsa da, aynı zamanda polisin bir korkutma taktiğini yaygın biçimde kullanmasına fırsat verdi. Bu, statüko karşıtı eylemlerin etkisiz kalmasını sağlamaya çalışan hukuk dışı bir cezaydı. Meşru ve barışçıl bir protesto eylemini bile kolayca “şiddetli bir karmaşa”ya dönüştüren bu taktiğe, “kordona alma” (kettling) deniliyordu.
Türkiye’de de polisin sıkça kullandığı bir taktik olan kordona alma, ilk başta “mutlak bir polis denetimi” gibi görünse de, aslında daha karmaşık bir mekânsal stratejidir. Bu yazıda kordona almanın siyasal mantığını, disipliner neoliberalizm kavramına bağlı kalarak analiz etmeye çalışacağım. Bu çerçevede kordona alma taktiğinin, görünüş itibarıyla birbiriyle ilişkili iki amacı olduğunu iddia edeceğim: Bunlardan ilki, neoliberal yönetimselliği oluşturan rejimlerin, duygulamların (affect) ve aktörlerin, düzen lehine “iyi” toplumsal etkiler üretmesi için kitleleri terbiye ve tahrik etmesiyken; ikincisi, toplumsal muhalefet ve direnişi yerinden ederek “olay”a dair korkuyu yaygınlaştırmaktır.
Kordona alma, öncelikle kalabalığı belirli bir mahalde tutup disipline etmeyi amaçlar. Polis memurları, copları, kalkanları ve eğitimli köpekleriyle eylemcileri saatler boyunca belirli bir alana sıkıştırır. Protestocular süre sınırlaması olmadan sıkı sıkıya kuşatılmış alanlarda tutulurlar ve böylelikle polis şiddetinin en ağır şekillerine maruz bırakılırlar: Herhangi bir eylemci, bir at tarafından kolaylıkla ezilebilir veya kafasına copla vurulabilir. Polis şiddetini meşrulaştıran kordona alma, herhangi bir suçlama ya da yargılama olmadan, “kamu düzeni ve güvenliği” ilkesine dayanarak, eylem yapan kitleleri susturmak için tasarlanmıştır. Kordona almanın ilk hedefi protestonun meydana geldiği belirli gün olsa da; uzun vadede amaçlanan, protestocuları gelecekte yapılacak eylemlerden vazgeçirmektir.
Kalabalığı “terbiye” etmeyi hedefleyen kordona alma, aynı zamanda kalabalığı provoke etmeyi de amaçlar. Polis, protestoculara düşmanlarıymış gibi davranır. Bu yolla polise yönelik olası bir şiddet eyleminin ortaya çıkması amaçlanır. Zorlu ve tatsız koşullar yaratarak (sıfırın altında veya aşırı sıcak havada, uzun süre güneş altında; besin, su, tuvalet, ya da hareket etme özgürlüğünden yoksunluk) ve insanların eylem alanından ayrılmasını engelleyerek, polis kalabalığı harekete geçirmek için kışkırtmayı hedefler. Kontrol altına alma süreci, kalabalığın hevesi kırılana ve kaybolana kadar sürebilir. Bu taktik, insanları bütünüyle çaresiz, umutsuz kılar ve “egemen sistemce ve hukukça suç olarak kabul edilen eylemler”de bulunmalarına sebep olur. Lise ya da üniversite öğrencileri, eylemlere protesto haklarını savunmak için katılırlar ama kordona alma onlara korku aşılar. Dersleri ve konferansları, liselere veya üniversitelere geri dönmelerini sağlayacak otobüs, metro, tren veya vapuru kaçırma korkusu ve en önemlisi de “barışçıl bir protesto eylemi”nde kıstırılma korkusuyla yüzleşirler. Polis tarafından kıstırılma ve akabinde tutuklanma endişesiyle yaşamanın bile türlü türlü olumsuz etkileri vardır. Bu durum, korku ve öfkenizin ortaya çıkmasını “olayın idarecileri”nin ellerine bırakır. Ne de olsa olayın idarecileri korku ve siyasi öfkenin kolayca şiddete dönüşebileceğini çok iyi bilirler. Bu taktiğin altında yatan mantık oldukça basittir: Şiddet, kalabalık tahrik edilerek, kordona alma taktiğinin kendisi tarafından alevlendirilir. Dolayısıyla bu taktik, tehdidin üstesinden gelmek için tehdidi yaratmasından ötürü tahrik edicidir. Protestocunun imgeselini sömürgeleştirmeye ve ele geçirmeye çalışan kordona alma, bu imgeseli gerçek kılmak için çabalar. Bu sayede, düzenin sabit birliği için denetlenebilir ve idare edilebilir duruma getirilen kalabalığa afektif (affective) bir biçimde hitap edilir. Burada geçerli olan, “eylem”in afektif öznesinin yönetilebilir ve idare edilebilir kılındığı bir disiplin/neoliberal yönetimsellik birlikteliğidir.
Kordona almanın bu bakımdan çok önemli olan ideolojik işlemi, tüm radikalizm biçimlerinin bastırılması veya “kötü” ya da “terörist” olarak damgalanarak susturulması, itibarsızlaştırılmasıdır. Bu strateji, protestocuların iki temel kategoriye ayrılarak etkisizleştirilmesi varsayımına dayanır: Barışçıl “meşru” protestocular ve solcu öğrenciler, komünistler ve anarşistleri de kapsayan “şiddet yanlısı gayrimeşru” protestocular. Medya bu aşamada kamuoyunu şekillendirmede hatırı sayılır bir rol oynar. Örneğin “anarşistler”, sempatizan medya tarafından çoğunlukla “şiddetli azınlık” olarak nitelendirilirler. Böylece kalabalıktan ayırt edilmeli, dışlanmalı ve ötekileştirilmelidirler. Çünkü kordona alma, içeri ve dışarı arasındaki mekânsal ayrım üzerine inşa edilmiştir. Kordona alınıp kuşatılan alanın içerisinde “düzen” hüküm sürer. Kuşatılan alanın dışarısındaysa “karmaşa”, eli kulağında beklemektedir. Karmaşayı yönetmek doğrultusundaki ilk amaç, “saldırgan bozguncular”la çetin ve topyekün bir mücadeleye girişmektir. Dolayısıyla elzem olan, protestonun kendi bağlamında yaratılacak olan “kalabalık-etkisi”ni bütünüyle öngörebilmektir. Disiplin, kontrol ve kalabalığa dair bilgi eksiksiz olmalıdır ki, “kalabalığın oluşu” kontrol edilebilsin. Başka bir ifadeyle, kordona alma “tehlikeli çokluklar”ın oluşumunun önüne geçmeyi ve onları engellemeyi hedefler.
Bu bizi kordona almanın temel mantığına geri getirir: Kitleleri yıldırmak yoluyla toplumsal mücadeleleri normalleştirmek, aslında pasifize etmek. Kordona alma, kendini her daim tehdit altında hisseden “liberal hayat”ı özenle korumak ve tehditlerden tümüyle arındırmak için yapılan bilinçli bir müdahale taktiğidir. Asıl hedefi, olayı fiziksel fiilleşmesi gerçekleşmeden “vurmak”tır. Bundan ötürü kordona alma, neoliberalizmin çöküşün eşiğine geldiği bir dünyada olayların yönetimine ilişkin “acil tehdit” olarak kabul edilen koşullara verilen karşı devrimci bir tepki olarak değerlendirilmelidir. Kısa ve öz bir biçimde ifade edilecek olursa, bu taktiğin ilk olarak tatbik edilmesinin sebebi, aksatma potansiyeli taşıyan olaylara karşı neoliberal düzeni korumaktır. Kordona alma uygulaması öyle bir yolla icra edilir ki, daha fazla cepheleşen ve siyasileşen bir “mutlak polis denetimi” ortaya çıkarır. Böylece bu uygulamada polisin “siyasallaşması” ve “askerileşmesi” paralel olarak ilerler. Polise göre barışçıl bir protesto bile, siyasi sonuçlarının önceden belirlendiği bir problem olarak görülüp müdahale edilmelidir. Başka bir deyişle, protestonun amacını halka açıklaması engellenmelidir. Bu anlamda, protesto hakkının özgürleştirici, demokratikleştirici içeriğini boşaltmayı amaçlayan kordona alma, önleyici ve engelleyici bir strateji olarak işlev görür: Rejim için potansiyel tehlike olarak görülen her şey dışlanmalıdır. Var olan neoliberal düzen içinde siyasi gösteri, “istenmeyen ve rahatsız edici bir unsur” olarak görüldüğünden, kitleselleşmesi kordona alma tarafından önlenmelidir. Bu sayede kitlenin talepleri asla halka ve evrensellik boyutuna ulaş(a)maz, daha ziyade kordona alınarak bir arada tutulan daracık bir alanda, kendi tikelliği içinde düzenli, denetlenebilir ve kontrollü kalır.
Kısacası, kordona alma modern devletin neoliberal güvenlik pratiklerinin somutlaşmasıdır. Eğer istisna hali, neoliberal bir karşı-isyan örneğiyse, kordona alma da istisna halinin başka bir örneğidir. Neoliberalizmde, varolan düzeni aksatan pratiklere suç muamelesi yapılırken, belli sosyal pratiklerse yerleşikleştirilir ve meşrulaştırılır (kordona alma, polis zulmü). 15 Mart 2012’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, kordona almanın polisin elindeki “en az zarar veren ve en etkili” taktik olduğu kararını vermiştir. Bu kararlar göstermektedir ki, kordona alma uygulaması neoliberalizmin sadece hukuki ve adli biçimlerini değil, ahlaki ve sembolik biçimlerini de savunması anlamında ideolojiktir. Siyasi farklılıkları bastırmanın ve liberal yaşam geleneğini sürdürmenin bir başka yoludur bu.
Neoliberalizmi yoklayan daima olay(lar) tarafından alt edilebileceği bilgisidir. Ne de olsa tarihin olaylarla, gelmekte olan devrimlerle dolu olduğunu bilir. Kısacası, bireyin duygulanımını hedefleyen neoliberalizm, korku ve tehlike aracılığıyla kendini sürekli diri, uyanık tutar. Tam anlamıyla önleyici olmayı amaçlar. Neticede, her yeni iktidar taktiği sadece belli bir güç mücadelesinin sonucudur ve tescili, her zaman iyi bir olay yönetiminin ardından gelir. İngiltere Temyiz Mahkemesi’nin 19 Ocak 2012’de kordona almanın yasal olduğu kararına varması, neoliberal kapitalist devletlerin beklenmedik kriz durumlarına tepki verirken şimdiye kıyasla daha etkin ve etkili olacakları anlamına geliyordu. Nihayetinde, yasalar siyasi anlamda tarafsız olamaz, siyasallaşmaz. Yasalar zaten siyasaldır; iktidarlarını mutlaklaştırmak isteyen neoliberal/muhafazakar rejimlerin uyguladığı baskı ve şiddetin “meşru” hale getirilmesi çabasıdır. Hukuk ne olursa olsun, tehlikeli olayların ortaya çıkacağına dair duyulan korkuya verilen tepkiler toplamı olarak örgütlenmiştir. Bu nedenle korku ve şiddete dayalı neoliberal siyasetin etkili bir biçimde meşrulaştırılması, çağdaş “medeni” toplumun doğal temelini güçlendirmek amaçlı bir girişimden ziyade, toplumsal hareketlere ve örgütlü devrimci gruplara yönelik oldukça kötü niyetli ve organize bir karşı-saldırıdır. Neoliberalizm basitçe bir ideoloji ve yasal düzen olarak görülmemelidir. Daha ziyade karmaşık ve örtüşen toplumsal rejimler (egemenlik-disiplin-kontrol-güvenlik) yoluyla işleyen siyasal bir güç rejimidir. Ancak bu rejimin küresel kitle pasifikasyon (sindirme) stratejisine ilişkin herhangi bir tekillik varsa, o zaman bu, korku biyopolitikasının ta kendisidir. Günümüzde korku politikası, çağdaş topluma daha önce hiç olmadığı kadar yerleşmiş, sıradan mekânlara ve gündelik hayatın akışına kazınarak istisna olmaktan çıkıp kuralın kendisine dönüşmüştür. Neoliberal korku politikası, olayla ilgili küresel bir imgesel içinde işler. Sürekli ve yoğun devrim korkusunu, toplumsal kültürün genelinin itici gücü olarak kurar.
Tıpkı her yasanın ve her kararın devrime karşılık vermesi gibi, neoliberalizmin her rejimi ve her meşru taktiği de olaya tepki verir. Neoliberalizmin bir sistem olarak işlemesine izin veren, sadece yasa (istisna hali) ve korku uyandırıcı disiplin teknikleri (kordona alma) değildir. Neoliberal karşı çıkışı tanımlayan, aynı zamanda, egemenlikten cezalandırıcı normalizasyona geçişteki uyumlu değişiklik ve biyopolitik güvenlik/korku rejimleridir. Bir başka deyişle, kordona alma taktiği ile neoliberal korku politikaları arasında derin bir bağ vardır. Tıpkı korku politikalarıyla “uysal ve üretken” siyasal öznellikler üretmek arasında derin bir bağın ve etkileşimin olması gibi. Her ikisi de insan olarak kim olduğumuzu, neye karşı savaştığımızı (olay, devrim) düzenler ve ne olacağımızı tanımlar (homo economicus olarak neoliberal özneler). Günümüzde tehlikeli olan (olay), neoliberalizmi devam ettiren yaşamsal süreçler için üretici bir faktör olarak göründüğünden, korku biyopolitikası da neoliberal düzenin kendini yeniden üretmesiyle doğrudan ilişkilidir. Sonuç olarak, neoliberalizmin üretici kaynağı olay gibi görünür. Devrimin radikal zorunsuzluğunu (contingency), çözülmesi gereken bir problem olarak beyan eder.
Kordona alma, istisna halinin bir örneği olarak, “nihai bir çöküş” ile yüzleşmek durumunda kalacak neoliberalizmin mekânsal mührüdür. Ne var ki, tehdidin sürmesiyle birlikte neoliberalizm gitgide daha şiddetli bir rejim haline geliyor. Korku ve güvenlik politikasını modern devletin merkezi aparatları haline getirip, süreklileşmiş bir olağanüstü hal hukukuyla varlığını sürdüren neoliberalizm, terörizm ve terörle mücadele arasında, ikisinin birbirini karşılıklı olarak kışkırtabileceği bir ilişki üretme tehlikesini de beraberinde getiriyor. Bu aşamada neoliberalizmin yenilgiyi durdurmak ya da raydan çıkarmak için dişini tırnağına takarak savaşacağını söylemek yerinde olacaktır. Kısacası bu, felaketi veya nihai kıyameti önlemek için yapılan daimi bir savaştır. Yine de neoliberalizmin daimi savaşının direniş ve değişim olasılığını büsbütün ortadan kaldırdığını düşünmeyelim. Deleuze’ün dedigi gibi; “Kaygılanmak ya da umut etmek değil, yeni silahlar aramak gerekiyor.”
Ali Rıza Taşkale
Sheffield Üniversitesi
Doktora Öğrencisi
Çeviren: Müge Serin
* İngilizce aslı ilk olarak 23 Mart 2012 tarihinde, Critical Legal Thinking sitesinde yayınlanan Kettling and the Fear of Revolution (http://criticallegalthinking.com/2012/03/23/kettling-and-the-fear-of-revolution/) makalesinin kısaltılmış ve düzeltilmiş şeklidir. Çeviri için Müge Serin’e, katkıları için Onur Avcı’ya sonsuz teşekkürler.