Barış bazen galiplerle mağluplar arasında, bazen de savaşta yenişemeyenler arasında yapılır. Türkiye’de henüz başlamış olan süreç başarıyla sonuçlanırsa, bu barış, savaşta karşıtına kendi iradesini dikte etmeye yeter bir üstünlüğü elde edemeyenlerin barışı olacak. Galiplerin mağluplara dayattığı barış değil… En kötü barış savaştan iyidir ama savaşta yenişemeyenlerin barışı daha iyidir. Çünkü bu barış anlaşmaya, uzlaşmaya ve […]
Barış bazen galiplerle mağluplar arasında, bazen de savaşta yenişemeyenler arasında yapılır.
Türkiye’de henüz başlamış olan süreç başarıyla sonuçlanırsa, bu barış, savaşta karşıtına kendi iradesini dikte etmeye yeter bir üstünlüğü elde edemeyenlerin barışı olacak. Galiplerin mağluplara dayattığı barış değil…
En kötü barış savaştan iyidir ama savaşta yenişemeyenlerin barışı daha iyidir. Çünkü bu barış anlaşmaya, uzlaşmaya ve karşılıklı feragate dayanır. Mükemmel barış olmaz; her barış beraberinde sorunlar getirir. İyi bir barış, başka bir ifadeyle kalıcı ve adil bir barış, yaratacağı sorunlarla hakkaniyet esasında baş edebilmenin araçlarını da birlikte sunan bir barıştır.
Türkiye’de Kürt barışının bu toplumun her kesimi için iyi bir barış olmasını arzu ediyoruz. Bunun yegane yolu, barışa doğru demokrasiyi ve özgürlükleri güçlendiren bir yaklaşımla yürünmesidir.
Ancak bu olmuyor.
Eski rejime karşı verdiği iktidar mücadelesinden galip çıkan şimdiki muktedir, o mücadelenin “kazanan her şeyi alır” şeklinde özetlenebilecek çirkin mantığının bir ürünü olan “başkanlık sistemi” dayatmasını Kürt barışı denklemine bir değiş-tokuş vasıtası olarak dahil etmeye çalışıyor.
Ve bu tutum, barış sürecini yabancı bir kimyasal ile zehirlemekten başka bir anlama gelmiyor.
Başkanlık sistemi dayatmasının Kürt sorununun çözümüyle uzak ya da yakın, herhangi bir alakası yok. Gereği de yok. Hele Sayın Erdoğan’ın istediği türden, kuvvetler ayrılığının her biçimde ortadan kaldırıldığı ve tüm iktidarın tek bir kişinin elinde toplanarak mutlaklaştığı bir başkanlık sistemi, ne barışın ne de çözümün doğal bir parçası ya da ön koşulu olabilir. O halde, barışın ve çözümün sonucu da olmamalı bu başkanlık sistemi.
Abdullah Öcalan tarafından Kandil, BDP ve Avrupa’daki PKK’ya yollanan “yol haritası” içerikli mektuplarda bu “başkanlık sistemi”nin bir müzakere unsuru olarak yer alması nedeniyle yazıyorum bütün bunları.
Bunun böyle olduğunu ilk önce geçen salı günkü köşesinde Hasan Cemal yazdı. Sonra dünkü Radikal’de, Rifat Başaran imzalı haberde bazı detaylarını okuduk.
Haberden aktarıyorum:
“Mektubunda, başkanlık sisteminin tartışılabileceğini ifade eden Öcalan, AK Parti’nin bu sistemi hegemonik bir yapıya dönüştürmesi noktasında endişesini de dile getiriyor. Başkanlığın senatove her kesimin temsil edileceği Meclis ayakları üzerinde yapılandırabileceğini de ifade ediyor.”
Haberin ilgili paragrafı şu cümleyle son bulmuş:
“Hükümetin yıl sonuna dek yeni anayasa vaadi Öcalan’ı ikna etmiş görünüyor.”
Doğruysa, bu yazılanlardan MİT’in İmralı’daki makamında Öcalan’la başkanlık sisteminin ön müzakeresini çoktan yapmış olduğu sonucunu çıkarıyoruz. Mamafih Öcalan’ın aklı bu sisteme tam olarak yatmamış. Tadilat öneriyor.
Bakın, BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş geçen cumartesi ne demişti:
“Deniyor ya, anayasada uzlaşıldı, oturuldu, konuşuldu. Bütün bunların hepsi basının kendi yazıp çizdiği senaryolardır. Biz AK Parti hükümetiyle, yöneticileriyle oturup herhangi bir konuda uzlaşmış değiliz. Biz Sayın Öcalan’a güveniyoruz.”
Belki kendileri başkanlık sistemini henüz oturup konuşmamıştı ama Öcalan hükümetin temsilcileriyle konuşmuş işte. Ayrıca, elhak doğru; senaryo idi. Burada da “senaryo” diye adını koyup haftalar öncesinden yazdım (Erdoğan’ın Tek Senaryosu-10 Ocak 2013).
Dileriz barış bir an önce gerçekleşir. Ancak Kürtleri Türkiye’nin yönetimi üzerinde söz sahibi olmaktan ebediyen mahrum bırakacak bir başkanlık sisteminin ne Türklere ne de Kürtlere hayrı olacağı da bilinsin.