Onlar, hayatını bir davaya adamış üç kadın devrimciydi… Avrupa’nın merkezinde, Paris’te güpegündüz alçakça katledildiler. Paris’ten on binlerle uğurlandılar. Diyarbakır’da yüz binler karşıladı. Sakine Cansız doğduğu topraklar olan Dersim’de, Fidan Doğan Maraş’ın Nurhak eteklerinde, Leyla Şaylemez ise Mersin’de toprağa verildi. Son yolculuklarında insan denizi eşlik etti: Paris’ten, Diyarbakır Newroz alanına… Newroz alanından, Maraş’a, Mersin’e ve Dersim’e […]
Onlar, hayatını bir davaya adamış üç kadın devrimciydi… Avrupa’nın merkezinde, Paris’te güpegündüz alçakça katledildiler. Paris’ten on binlerle uğurlandılar. Diyarbakır’da yüz binler karşıladı. Sakine Cansız doğduğu topraklar olan Dersim’de, Fidan Doğan Maraş’ın Nurhak eteklerinde, Leyla Şaylemez ise Mersin’de toprağa verildi.
Son yolculuklarında insan denizi eşlik etti: Paris’ten, Diyarbakır Newroz alanına… Newroz alanından, Maraş’a, Mersin’e ve Dersim’e kadar… Cenaze törenlerine yüzbinlerce kişi katılırken, dayanışma ve barış mesajları verildi. Üç kadın devrimcinin mücadelelerini özgürlüğe taşıma sözleri verildi.
Kürt halkı üç evladını büyük bir vakarla, acıyla yüreğine gömdü. Halk acılıydı. Acısı büyük ve derindi. Duygularını, yasını giyimine yansıtmış, katledilen evlatları için karalar bağlamıştı. Büyük bir olgunluk ve metanetle barış arzusunu haykırdı. Barış talebini, sloganlarıyla, pankartlarıyla, beyaz kaşkol ve tülbentleriyle gösterdi.
AKP’nin “provokasyon olacak” diye yürüttüğü kara propaganda boşa çıkarıldı. Polis saldırmayınca, yasaklar konulmayınca olayların da çıkmadığı görüldü. Barışa susamış Kürt halkı, hem barış talebini yansıttı hem de görkemli bir duruşla evlatlarına sahip çıktı. TC-AKP medyası gün boyu sansür yaparak Diyarbakır’dan yükselen sahiplenme ve barış çığlığını görmedi.
Günlerce Sakine Cansız ve iki yoldaşını katledenlerin arkasında hangi güçlerin olduğu, yapılan katliamla nasıl bir mesaj verildiği tartışıldı-tartışılıyor. Ve tartışma Kürt tarafı olmadan yapıldı-yapılıyor…
AKP yetkilileri ve medyası katliamın yapıldığı ilk saatlerden itibaren “örgüt içi infaz” propagandası yaptılar. Aynı yetkililer bir başka ihtimalden söz ederek, “çözümü” istemeyen bazı güçlerin de böylesi bir katliamı tertiplemiş olabileceklerini belirttiler.
“Örgüt içi infaz” propagandası sürdürülen psikolojik savaşın tipik bir yansımasıydı: Bu minvaldeki açıklamalar, suçlunun kendisini savunma refleksine benziyordu.
Hatırlanacağı üzere ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone, 16 Ekim 2012 tarihinde, TV kanallarının Ankara temsilcileriyle bir toplantı yapmış ve bu toplantıda, PKK yöneticilerine karşı Türkiye’ye “Bin Ladin” taktiği önerdiklerini, Türkiye’nin bu öneriyi kabul etmediğini belirtmişti. Bir kaç ay önce “Bin Ladin taktiği” öneren ABD, aynı taktikle katledilen üç devrimcinin katliamından iki gün sonra İmralı görüşmelerini desteklediğini açıkladı. Ancak açıklamasında bu terörist yöntemle ilgili herhangi bir şey söylemedi.
TC yetkilileri de verdikleri demeçlerde “hem görüşürüm hem de silahsızlandırıncaya kadar operasyon yaparım”, yani öldürürüm diyor. Ve dediğini de yapıyor. Onlarca Kürt ve Türk genci bu anlayış sonucunda hayatını kaybediyor… Dolayısıyla, Paris katliamını kim yapmış olursa olsun, sorumlu olanlar, çözümsüzlük siyasetini devam ettiren emperyalizm ve egemen güçlerdir. Bu katliamla verilen mesajın özü şudur: Sizin için hiç bir yer güvenli değildir. Ya dayatmalarımızı kabul edersiniz ya da akıbetiniz böyle olur. Paris katliamıyla birlikte “bin Ladin” taktiğinin devreye girdiğine dair haklı kuşkular var.
Gelelim “çözümü” istemeyenlerin bu katliamı yapmış olabilecekleri tezine. Bu tez doğrudur. Gerçekten de bu katliamı yapanlar Kürtlerin eşitliğini ve özgürlüğünü istemeyenlerdir. Bu anlamda egemenlerin mevcut konumunu izah ediyor. Çünkü devletleşen AKP’nin gerçekten çözüm istediğine dair her hangi bir belirti görülmüyor… AKP yetkilileri şimdiye kadar yaptıkları açıklamaların hiçbirinde, Kürt sorunun çözümüne dair hiç bir önerme kamuoyuna yansımadı. Tam tersine hiçbir tavizin verilmeyeceği, “teröristlerin silahsızlandırılma” görüşmelerinin yapıldığı tekrar edilip duruluyor.
“Çözümden” anladıkları onurlu bir barış, Kürt halkının eşitliği ve özgürlüğü değildir. Çözümden anladıkları şey, Kürtleri çözmek ve teslim almaktır. Örgütlülüklerini dağıtmak ve tasfiye etmektir.
AKP’nin “çözüm” ister gibi görünmesinin, İmralı görüşmelerini başlatmak zorunda kalmasının esas nedeni, geçen yıl Kürt hareketinin geliştirdiği mücadele-hamle ve batı Kürdistan’daki kazanımlardır. Verili şartlar AKP’yi zorlamış ve İmralı görüşmelerini hazırlamıştır.
Ancak AKP’nin İmralı görüşmelerini başlatmak zorunda kalması, onun görüşmelere ciddiyetle yaklaştığını göstermiyor. “Hem görüşürüm hem de operasyon yaparım” diyerek, görüşmeyi istihbarat servisine havale eden, görüşmeyi kullanılacak bir enstrüman olarak gören AKP, esasında görüşmeyi psikolojik savaş eşliğinde adeta yeni bir savaş hilesi olarak ele alıyor…
Gerçek şu ki Kürtlerin eşitliği ve özgürlüğü kabul edilmeden gerçek bir çözüm olamaz. Gerçek çözüm Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının kabul edilmesidir. Bu ise Kürtlerin özyönetiminin kabulüdür. Özyönetim ise kurumlaşmak, kurumlar oluşturarak kendini yönetmek ve anadilde eğitim hakkı demektir. AKP ısrarla hiç bir “tavizin” verilmeyeceğini belirtiyor. Oysaki Kürtlerin en doğal haklarını kullanması bir lütuf olarak görülemez, değerlendirilemez. Küçümseyici aşağılayıcı bir dil ve üslup kullanılarak mesafe de alınamaz. İmralı’ya tecrit uygulandığı, avukatların bile görüşmesine izin verilmediği, verili koşullarda AKP’nin çözüm istediğinden söz edilemez.
Kürt hareketi, verili durumu gördüklerini, buna rağmen milyonların barış umuduna karşılık vermek istediklerini, Kürt halkının barış arayışını ısrarla sürdürdüklerini, defalarca açıkladılar… İmralı görüşmelerini önemsendiklerini, bu görüşmelerin arkasında durduklarını ancak bu görüşmelerin “müzakere” olmadığını, müzakereye dönüşebilmesi için AKP’nin adım atması gerektiğini de ifade ettiler.
Egemenlerin bütün oyunlarına rağmen, Kürtler büyük bir samimiyetle barış istedikleri için İmralı görüşmelerini barış arayışının bir parçası olarak değerlendirmek istiyorlar. Bu istek, akan kanın durmasını isteyen milyonların ortak umuduyla kesişiyor… Demokrasi güçleri, milyonların ortak umudu ile Kürtlerin onurlu barış arayışının eşitlik ve özgürlük temelinde sonuçlanması için sürece müdahale etmeli, AKP’yi zorlamalıdır.