“Dünyanın geri kalanı kabuslarıyla yaşarken, onlar hayalleriyle yaşayan insanlar.” Arundhati Roy – Nepal’deki Maoist Gerillalar için 31 Aralık’ta Diyarbakır’ın Lice ilçesinde çıkan çatışmada yaşamını yitiren 10 HPG gerillası… Necip Türk basınından ve ulusundan kimse onlardan bahsetmeyecek, adlarını söylemeye gerek duymayacak, Aydın Doğan’ın “barış diline geçen” medyası dahil olmak üzere ana akımdan kimse onlara “gerilla” deme cesaretinde […]
“Dünyanın geri kalanı kabuslarıyla yaşarken, onlar hayalleriyle yaşayan insanlar.”
Arundhati Roy – Nepal’deki Maoist Gerillalar için
31 Aralık’ta Diyarbakır’ın Lice ilçesinde çıkan çatışmada yaşamını yitiren 10 HPG gerillası… Necip Türk basınından ve ulusundan kimse onlardan bahsetmeyecek, adlarını söylemeye gerek duymayacak, Aydın Doğan’ın “barış diline geçen” medyası dahil olmak üzere ana akımdan kimse onlara “gerilla” deme cesaretinde bile bulunamayacak.
Geçmişte hayatını kaybetmiş Ruken isimli bir gerilla. Hikayesini kaçımız hatırlıyoruz?
Herkes barıştan söz ederken, herkes Erdoğan’dan ve onun “gücünden” bahsederken, Yıldıray at çiftliği Taraf’ta Kürtçe’yi kirleterek “çok yaşa erdoğan” başlığı atarken, kimse o gerillaları anmayacak.
Arundhati Roy’un Everest Yayınları’ndan çıkan “Sonsuz Adaletin Muhasebesi” isimli kitabındaki “Savaş Barıştır” isimli deneme çok önemli bir ifadeyi içeriyor. Ölülerin sayılarının “taraflara” göre gözetilerek eşitlenmek yerine birbirlerine eklenmesi gerekliliğini.
İsmail Beşikçi 2006 yılında İrfan Aktan’a verdiği röportajda Kürtlere önemli bir eleştiride bulunuyor ve Orhan Pamuk’un soykırım ve Kürtlerin öldürülmesi konusunda verdiği rakamları sorgulamaksızın algılayışlarına dikkat çekiyordu. (İrfan Aktan, Zehir ve Panzehir). Kürtlerin yüzyıllardır verdikleri kayıpları 12 Eylül sonrası dönemle sınırlamak hatasını adeta Kürt aydınlarının yüzlerine vuran Beşikçi tarihsel misyonunu bir kez daha yerine getirirken, “ölüler” üzerinden yapılan vicdan siyasetinin çarpıtılmış istatistikler tarihine dönen bu haline de önemli bir eleştiri getirmiş oluyordu.
Lice’de hayatını yitiren 10 gerilla için söylenebilecek çok şey var. Ama söylenmesi gerekenlerin başında bu 10 rakamının bunca öyküyü tanımlamaktaki nicel fonksiyonunun anlamsızlığı var. Kürdistan Halk İnisiyatifi yaptığı açıklamada “yoldaşlarının” adını andıktan sonra militan Kürtlerin olaya bakışına ilişkin çok önemli bir kodla bizi baş başa bırakıyor:
“Bir yandan halkımızı soykırımdan geçirmek için, tüm olanaklarını seferber etmişken bir yandan da Osmanlı’nın şark kurnazlığı ve ikiyüzlülüğü ile Kürt sorununu demokratik yollarla çözecekmiş gibi görüntü sergileyip beklentili bir ruh hali yaratmak istemektedir.” *
Militan ruh, her daim olaylara daha sağlam, daha eleştirel ve daha tutarlı bir biçimde bakıyor. Müzakere süreçlerine FARC gerillaları da çatışmalar süregiderken girdiler ve görüşmeler bu şekilde sürüyor; ancak Türkiye’de kimsenin “çatışmalı ortamda müzakere” gibi bir seçeneği düşündüğünü sanmıyorum.
Tam tersine, olağanlaşan “gerilla imha” sürecinin devamlılığı ve bunun yanında süregelen bir müzakere büyük ihtimalle birçok Türk’ün gönlünde yatan aslan; zaten Erdoğan “terör suçuna kesinlikle af yok” ifadesiyle baştan gerillaların Türkiye ve Kürdistan toprakları üstündeki geleceklerini ipoteklemiş oldu.
10 gerillanın cenazesine KHİ tarafından yapılan kitlesel katılım çağrısı da, Kürt halkının çocuklarının cenazelerine sahip çıkışlarının devlet tarafından nasıl sabote edildiği de malumumuz.
İşte bu olayların süregeldiği bir atmosferde, gerilla cenazeleri daha barış umudunun bazılarımız için meydana geldiği gün yurtlarına gelmişken, “barışı” parlak masalardan çorak topraklara kocaman bir alanda konuşmamız gerektiğini ve bu barışın “herkesin barışı” olması gereğini hatırlatmalıyız. Bu savaşta ölen, örgütler ya da devletler değil, halklardı. Bundan sonra da böyle olacak. İşte bu atmosferde “tüm ölenleri” üst üste ekleyerek düşünmeden bir barış formülü oluşturmak mümkün gözükmüyor.
* http://www.firatajans.com/index.php?rupel=nuce&nuceID=73814