19 Ocak 2007’de, yargı ve medyanın eşlik ettiği bir toplumsal linç ortamında Agos ve Birgün gazetesi yazarı Hrant Dink katledildi. Bu suikastı kimlerin işlediği, suikastın kimlerin bilgisi dahilinde tertiplendiği, cinayetten sonra yargı ve bürokraside örtbas etme çabaları vb birçok konu belgeleri ve tanıklıklarla konuşuldu. Konuşulmaya da devam ediyor. Sevgili eşi Rakel, son derece dokunaklı bir […]
19 Ocak 2007’de, yargı ve medyanın eşlik ettiği bir toplumsal linç ortamında Agos ve Birgün gazetesi yazarı Hrant Dink katledildi. Bu suikastı kimlerin işlediği, suikastın kimlerin bilgisi dahilinde tertiplendiği, cinayetten sonra yargı ve bürokraside örtbas etme çabaları vb birçok konu belgeleri ve tanıklıklarla konuşuldu. Konuşulmaya da devam ediyor. Sevgili eşi Rakel, son derece dokunaklı bir konuşmayla, öldürülenin Dink’ten öte bu ülkenin çocuklarının kalbindeki ”sevgi ve barış” umudu olduğunu isabetle kaydetti. Gerçekten de Dink’in bize en değerli mirası olarak kalan yazılarına bakıldığında bu hakikat tüm çıplaklığıyla görünebilir.
Şüphesiz ki Hrant Dink, yetiştiği devrimci entelektüel miras ve yüreğinde hiç kaybetmediği iyimserlik umuduyla bu ülkenin tarihindeki sorunları hakkıyla ve bilim namusuyla gözlemleyebilen özel bir yetenekti. Gözlem ve analizleri incelendiğinde, sırtındaki onca tarihsel yük ve acıya karşın tüm gücüyle ”yeni bir geleceği nasıl inşa edebiliriz” sorusunun kendisini en çok meşgul eden dürtü olduğunu anlıyoruz. Hrant, ona atılan iftiralardaki gibi içinde yaşadığı topluma asla bir nefret duymamış; bilakis bu ülkedeki tüm farklı kültürlerin birlikte, eşitçe ve barış içinde bir arada nasıl daha müreffeh yaşayabileceğinin yollarını aramıştır. Sevgili Hrant, 18 yaşında tetikçi edilen ipsizden de o ipsize tetiği çektiren çapsız beyzadelerden de daha fazla buralıydı, bu coğrafyaya aitti. Dahası, hakkında mahkumiyet kararı veren yargı baronlarının tamamından daha fazla Türkçe’ye hakimdi. Hrant’ı katlettiren, onu kalabalık güruhların ve hayatlarında ”cin ali”den ötesini okumamış cahil sürülerin hedefi yaptıran tam da buydu! Hrant’ın Ermeni Kimliği Üzerine yazı dizisindeki şu ifadelerine bakın, onun neden hedef seçildiği anlaşılır:
… Türk-Ermeni ilişkisinin günümüzde geldiği nokta ise şudur: Ermeniler ve Türkler birbirlerine bakışlarında klinik iki vaka durumundadırlar. Ermeniler travmalarıyla, Türkler de paranoyalarıyla. İçinde debelendikleri bu sağlıksız halden kurtulmadıkça -Türkler belki değil ama- Ermeniler’in kendi kimliklerini sağlıklı şekilde yeniden yapılandırmaları mümkün gözükmemektedir. Özelli
kle Türkler 1915’e bakışlarında empatik bir yaklaşıma girmedikçe Ermeni kimliğinin sancılı kıvranışı devam edecektir. (…) Sonuçta görülüyor ki işte “Türk” Ermeni kimliğinin hem zehiri, hem de panzehiridir. Asıl önemli sorun ise Ermeni’nin kimliğindeki bu Türk’ten kurtulup kurtulamayacağıdır.” (Ermeni Kimliği Üzerine-6, Ermeni’nin Türk’ü)
Dink’in üzerinde durduğu ”travma” olgusu hemen tüm sosyal bilimcilerin ”grup davranışlarında” kabul ettiği toplumsal bir gerçekliktir. Toplum ve grupların başlarına gelen büyük acı ve felaketleri tarih boyunca ”kurucu” bir işleve koştukları bilinmektedir. Yine ”yas süreci’‘, tıpkı bireylerde olduğu gibi, nitelikli bir şekilde işletilmezse ”acı” yaşanıp bitmeyecek ve kendini sürekli tekrar eden bir sürece evrilecektir. Bunun neticesiyse, hepimizin bildiği gibi, gerek grup içinde gerekse çatışan gruplar arasındaki ilişkilerde, negatif duygulanımların belirleyiciliği ve acının ilişkinin merkezine oturmasıdır. Takdir edilir ki, Dink’in de ifade ettiği üzere bu da en çok ”mağdur” olanı etkiler. Dolayısıyla böylesi bir ilişkideki grup kimliklerinden biri (örneğin Türklük), diğer grubun kimliğinin bir belirleyeni durumuna gelir. Travma şayet sağlıklı bir yasla atlatılamazsa, bir tür ”kanserojen” işlevi gören zehre dönüşür. Ermeni toplumunu derinden etkileyen bu ”sağlıksız” hali gören Dink şunu ifade eder:
Ermeni kimliğinin “Türk”ten azad olmasının görünür iki yolu var. Bunlardan biri, Türkiye’nin (devlet ve toplum olarak) Ermeni ulusuna karşı empatik bir tutum içine girmesi ve nihayetinde Ermeni ulusunun acısını paylaştığını belli edecek bir anlayış sergilemesidir. Bu tutum hemen olmasa da, zaman içinde “Türk” unsurunun Ermeni kimliğinden uzaklaşmasına yol açabilir. Ne var ki bu şıkkın gerçekleşmesi şimdilik zor bir olasılık. İkinci yol ise bizzat Ermeni’nin “Türk”ün etkisini kendi kimliğinden atması. İlkine göre bu ikincisi, daha bir kendi iradesi ve inisiyatifine bağlı olduğundan, gerçekleşme ihtimali daha fazla. Esas olarak tercih edilmesi gereken yol da budur.”
Gerekçesi şu cümlelerde saklıdır:
Ermeni kimliğinin sağlığını Fransız’ın, Alman’ın, Amerikalı’nın ve ille de Türk’ün soykırımı kabul edip etmemesine endeksli bir durumda bırakmak, Ermeni dünyasının artık terk etmesi gereken bir hatadır. Gayrı bu hatadan uzaklaşmanın ve “Türk”ü Ermeni kimliğindeki bu etkin rolünden ötelemenin zamanı gelip de geçmiştir. Ermeni kimliğinin çektiği bunca sancı artık yeterlidir, sancıyı bundan böyle biraz da insanlık denen aleme terketmek gerekir. ” (Ermeni Kimliği Üzerine-7, Türk’ten kurtulmak)
Kendisini terk eden eşini ya da sevgilisini 2 yıl sonra dahi katleden ”pehlivanlar” ülkesinde yaşıyoruz. Yahut terk edilmişliğin acısını 5-6 yıl yaşayan şizoid saplantılı aşklar diyarında. Anlamak bu kadar zor olmasa gerek: Sevgili Dink bize ”arkaya bakarak araba kullanamazsınız, önünde sonunda bir yere toslarsınız” diyor. Ha bunu demiş ha ” Ermeni kimliğinin ‘Türk’ten kurtuluşunun yolu gayet basittir: ‘Türk’le uğraşmamak… Ermeni kimliğinin yeni cümlelerini arayacağı yeni alan ise artık hazırdır: Gayrı Ermenistan’la uğraşmak” demiş; ne fark ederdi? Türk diline, kendisini mahkum eden yargıçların havsalasının alamayacağı kadar hakim bir yazar, bize düpedüz hınzırca bir şaka yapıyor. Tahminim odur ki, sevgili Dink bu satırları yazarken tepki göreceğini ve birilerini kışkırtacağını çok iyi biliyordu. Ve bu harikulade kurgunun finalini şöyle sembolize etti:
“Türk”ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur.” (Ermeni Kimliği Üzerine-8, Ermenistan’la Tanışmak)
Dink’in bakış açısı Ermeni toplumuna ”sağlık bir yas” önerirken Türk halkına kocaman ve sahici bir zeytin dalı uzatır. Dahası, barış ve kardeşliğin hakiki ”dilini” kurmayı ve teşvik etmeyi önerir. Başka bir ifadeyle Dink tam tamına yepyeni bir paradigma önerir: Hem Türklere hem de Ermenilere. Dink suikastıyla hedeflenen şey tam tamına bu paradigmadır. Katliamı planlayanlar Türklere korku duvarı ile susmayı ve gizliliği dayatırken Ermenilere 1915 travması ve sonrası süreçlerle perçinleşmiş bir ”nefret”i dayatmaktadır. Katiller kardeşliğin özgün ve yeni bir dilini değil, acıyla örselenmiş travmanın keskin dilini duymayı tercih etmektedirler. Mağdurun ”acısından” devşirecekleri böylesi bir hissiyatla hedef kitlelere riyakarca ”düşmanlığı” empoze edeceklerdir. Amaçları Türk’e ve Ermeni’ye ötekine karşı düşmanlıktan başka bir seçenek bırakmamaktır. Bu oyunu bozmak için hepimizin Hrant Dink ve illa ki hepimizin bu ülkede Ermeni olması boynumuzun borcudur; çünkü ancak kendimiz olmaktan bir an vazgeçip öteki olduğumuz ”an”, gerçekte hakiki bir insan olacağımız andır…
albatross82@hotmail.com